ARTVİN VENİ VİDİ SCRİPSİ (VIII)

ABONE OL
18:13 - 01/10/2020 18:13
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

ARTVİN


VENİ VİDİ SCRİPSİ (VIII)

“Geldim, gördüm, yazdım” 2015


Batum dönüşü Hopa’da konakladık. Otel 5 yıldızlı değil, ama temiz. Sabah balkondan denizi seyretmek çok keyifli. Ancak dalgaların hışırtısına arabaların sesi karışınca işin keyfi kaçıyor. 1978‘de Hopa ile ilgili hatıralarım vardı, Karadeniz fıkrası bir fıkra gibi. Anlattım otobüste arkadaşlarıma:

„Turizm şirketim vardı o zaman, İzmir Yüksek İslâm Enstitüsü öğrencilerini geziye götürmüştüm. Haziran ayı. Sarp Kapısı‘na kadar vardık, otobüsün önünde Yüksek İslâm Enstitüsü yazıyordu. Kahvenin önüne park ettik. Sınırda incelemelerimizi yaptıktan sonra kahvede çay içmek istedik. Kahveci bize çay vermedi, çabuk burayı terkedin“ dedi, kovdu bizi oradan. Kahvedekiler öyle bön bön bakıyorlardı. Kimse sesini çıkarmadı, bakışlarıyla söyleyeceklerini söylüyorlardı zaten. Yapacak bir şey yok. Köy onların, kahve onların. Çaresiz terk ettik Sarp’ı, döndük Hopa’ya. Şehrin merkezine park ettik otobüsleri. Deniz kenarına doğru ilerlemeye başladık, 5 dakika sonra bizim otobüslerin camlarını indiriverdiler. Taş yağmuru. Rahat 50 genç vardı. Kavga etmek olmaz, işi büyütmemek lazım. Bindik otobüslerimize, doğru Rize‘ye. Rize’de otobüs camı yok. İstanbul‘dan gelmesi lazım. Sipariş ettik. 2 gün bu vesileyle Rize’de kaldık.“




O zamanlar Hopa kurtarılmış bölgeydi. Dev-Genç, Dev-Sol, DHKP-C, Şeriatçılar, Ülkücüler, Maocular, Leninciler… Üniversitelerde, liselerde, hatta orta okullarda bile bu ayrışmanın var olduğunu biliyorduk ama, halka kadar indiğini bilmiyorduk. Yıl 2015. Hopa’da solculuk hâlâ devam ediyor gibi, ancak bu sefer otobüsümüzün camı kırılmadı. Önünde Yüksek İslâm Enstitüsü yazmadığı için midir yoksa solculuk devam etse de Hopa’da kayda değer değişimler mi olmuştur onu bilemiyorum.  

İsmail Yılmaz ayrıldı Hopa’da ekipten. Amcasını hastaneye kaldırmışlar, „O hastanedeyken ben gezip eğlenemem, Adana’ya gitmem lazım.“ dedi. Gelenekle ilgili bir durum. Bazı bölgelerde gelenekleri fazla abartıyoruz gibi. Düşüncesine saygı duyduk. Uğurladık İsmail‘i Adana‘ya…

Tam otelden ayrılırken yanımızda bir binada yangın çıktı. Yurt binası dediler, ölüm haberi gelmedi. Biz yolumuza devam ettik. Allah’a ısmarladık Hopa. Bembeyaz ormanların içinden ilerliyoruz. Akşamdan kar yağmış. Dağlar gelinlik giymiş gibi. Herkes otobüsün camında. Fotoğraflar çekiyoruz. Mustafa Yücel muavin koltuğundan çekiyor manzarayı. Çok güzel fotoğraflar çekmiş. Ekibin fotoğraflarını çekmek için görevlendirmiştik onları. Ekipte başka fotoğraf çekmekle görevlendirilenler de var. Gülseren Şentürk, Sebahattin Bozkurt ve Yunus İnci. Ankara’dan Artvin’e kadar üç mevsim yaşadık. Her gün ayrı bir olağandışılık yaşıyoruz. Buna rağmen herkes memnun geziden. 
Rehberimiz Yasin Artvinli. Borçka‘lı. Borçka’ya gelince heyecanlandı, „İşte sağdaki görünen şu ev bizim, ben şuralarda oynardım arkadaşlarımla… şu köprüyü Ruslar yapmış.“ Borçka‘yı ikiye ayıran derenin üstünde devasa bir demir köprü. Sevincine eşlik ettik Yasin’in. Borçka üzerine sorular sorduk. Tur listesinde yoktu ama yine de orada durup bir çay içebilirdik. 




Artvin

Artvin‘i Çoruh nehri ikiye bölüyor. Dik yamaçlı uzun vadileri, 3900 metreye kadar yükselen birbiri ardına sıralanmış yüksek dağları, balta girmemiş doğal ormanları, yüksek dağların doruklarında krater gölleri, yeşil yaylaları ile çeşitli turizm değerlerini içinde barındıran otantik bir turizm beldesiymiş Artvin. Bunları Yasin söyledi ve devam etti anlatmaya:
„Artvin eski bir yerleşim yeridir. Artvin’in ismi üç bin senelik tarihi boyunca çok defa değişmiş. 1956’da Artvin olmuş. M.Ö. 3000 yıllarında Orta Asya’dan göç ile gelen Türk kavimlerinden Hurriler, Artvin’e yerleşmişler. Alparslan’ın 1071 Malazgirt Zaferine kadar Türklerin Anadolu’ya göçleri devam etmiş. 

İskitler ve Arsaklılar da gelmiş Artvin‘e, sonra Yunan kültürü ile Yunanlılaşmış Artvin. Daha sonra Pontus Krallığı gelmiş. Bizans ile Sasaniler arasında el değiştirmiş. Hazret-i Osman zamanında Emir Habib bin Mesleme emrindeki İslam ordusu, Erzurum Yaylası‘nda Bizans ordusunu yenerek, Çoruh Vadisi ve Artvin’i İslam devletine katmış. Daha sonraları Abbasi halifeliğine bağlı Oğuz Beyliği kurulmuş burada. Selçuklulardan sonra buraya sırasıyla; Moğollar, İlhanlılar, Celayirliler, Karakoyunlular, Timurlular, Akkoyunlular ve Safeviler hakim olmuşlar.

Artvin, Fatih Sultan Mehmed Han zamanında Osmanlı Devleti sınırları içine alınmış. 1878 Osmanlı-Rus Savaşı‘nda Rusya tarafından işgal edilmiş. İstiklal Savaşı‘nda Kazım Karabekir Paşa, Ermeni ordusunu yenince, Artvin 7 Mart 1921’de yeniden Anavatan‘a katılmış. Tarihi Batum-Kars yolu üzerinde yer alan ve Osmanlı dönemindeki adı Livane olan Artvin bir Ortaçağ kentiymiş. 
Artvin boğalarıyla meşhur bir ildir. Bundan dolayı simgesi boğadır. Murgul ilçesinde bakır madeni vardır. Tarihte genellikle Livane ve Çoruh adıyla bilinir Artvin. Artvin’de Gürcüler, Hemşinliler, Kıpçak Türkleri, Ahıska Türkleri ve Lazlar birlikte yaşar.




Artvin’in ekonomisini çay, fındık ve son dönemlerde kivi tarımına dayanıt. Ayrıca Yusufeli ilçesinde zeytin ve pirinç tarımı yapılmaktadır. Az da olsa narenciye üretimi mevcuttur. Aynı zamanda Karadeniz mısırı Şavşat ve Murgul gibi ilçelerde ön plana çıkar. 

Yöresel çalgılar, kemençe tulum akordiyon, davul ve zurnadır. Artvin yöresinde Bar oyunları ve adı Artvin Barı olan sonradan Atabarı olarak değiştirilen halk oyunu, Artvin ile özdeşleşmiştir.“ 

Artvin’in içine girmedik. Kültür ve tarihi açısından görebileceğimiz fazla bir şeyin olmadığını söyledi Yasin. Artvinli olan o. Yapacak bir şey yok. Biz de Artvin‘i karşı tepeden seyrettik, fotoğrafını çektik.  İçimize bol bol oksijen çekmeyi de ihmal etmedik. Tepeden Çoruh’u ve Artvin’i seyretmek o kadar güzel ki, ayrılmak ne mümkün. Yasin burada da taviz vermedi prensibinden, “Geç kalıyoruz beyler, haydi otobüse”. 

Borçka‘da durup bize çay içirmeyen Yasin Artvin de mi içirecekti. Bu kadarı da yetti bize. Vedalaştık Artvin’le. Biraz sonra Şavşat‘tayız. Şirin bir ilçe. Bir tek caddesi var. Yamacın böğründe kurulmuş şavşat, yokuş aşağı Çoruh’a doğru yol alıyor gibi. İlhami‘yi burada bıraktık. Kardeşi kaymakammış Şavşat’ta. İşinin çokluğundan dolayı olacak ki, önceden haber ettiğimiz halde otobüsü karşılamaya gelemedi. Benzinlikte bıraktık İlhami’yi ve yolumuza devam ettik. 

Küçük küçük köylerden geçiyoruz. Damları bembeyaz. Hayvancılıkla geçiniyormuş halk. Arazi yok ki, ekip diksinler. Okuma oranının Karadeniz’de yüksek olduğunu söyledi rehberimiz. Başka türlüsü olamazdı zaten. Zülfü Livaneli ve Cengiz Kurtoğlu Artvinliymiş.  Ancak, Zülfü Livaneli ben Artvinliyim demezmiş, Konyalıyım dermiş. Onun tercihi.

Laşet

Büyük şehrin bireyi kuşatan bütün gerginlik ve gürültüsünden uzakta huzur ve sessizlik içinde çam kokusunu solumak istiyorsanız Laşet’e gitmeniz lazım. Biz köye girmedik. Laşet Motel’de sadece çay içmek için durduk. Muhlamasını da övdü Yasin Laşet‘in. Dağın eteğinde bir Motel, Laşet Motel. Tırmanıyoruz otele ulaşmak için. Bazı arkadaşlar kar topu oynadılar. “Çocuklar gibi şendik” diyorlar ya, işte tam da öyle.  Dışarda kartopu oynamak varken içeri girilir de çay mı içilir?
Doğa bembeyaz. Gökyüzünün mavisi ile doğanın beyazı birleşince çok güzel bir manzara çıkmış ortaya. Tabiata uygun bir şekilde yapılmış eşsiz güzellikte bir moteldeyiz. Doğa insan olmadan da yaşar; ama insan doğa olmadan nasıl yaşar. Eğer bir gün yolunuz Artvin’e düşerse ve de Laşet’i görürseniz bana hak vereceksiniz.




Biraz sonra kartopu oynayanlar yoruldu. Çok mutluydular. Oturduk masalara. Çaylar geldi. Köfte ekmek yiyenler de var, ama biz muhlamayı tercih ettik. Burada muhlama peynir çeşitlerinden yapılıyormuş, tava önümüze geldi. Muhlama fokur fokur kaynıyor. İçinde mısır unu yok. Farklı bir lezzet.  Hesap istedik, muhlama ve bir çay kişi başı 100 TL. O ha sesleri yükseldi arkadaşlardan. Önceden fiyat sormadığımız için, çaresiz attık elleri cebe. Ama homurtular hâlâ devam ediyor. Bu ne ya… Neye geldik ki buraya, bir muhlama 100 TL mı olurmuş…. derken, Emin çıktı sahneye, “intikam böyle alınır yaaa.” İş anlaşıldı. 
Emin işletme sahibiyle anlaşmış ve böyle bir şaka yapmışlar. Çünkü; Zilkale’ye çıkarken, arkadaşlar birden ciddileşmiş, Kemal, Davut ve İsmail, turun çok kötü geçtiğini, organizenin bozuk olduğunu söylemişlerdi. Emin kıpkırmızı kesilmiş söyleyecek söz bulamamıştı. Bir şeyler açıklamaya çalışmıştı, beklemediği bir tepki olduğu için toparlayamamıştı. İşin şaka olduğunu anlayınca rahatlamıştı ama, uzun bir süre kendine gelememişti. Böylece intikamını almış oldu. Laşet seni unutamayacağız. Ayla Alpman’ın okuduğu şarkısıyla veda ediyoruz Artvin‘e: 




“Havasına suyuna taşına toprağına 
Bin can feda bir tek dostuma 
Her köşesi cennetim ezilir yanar içim
Bir başkadır benim memleketim 

Anadolu’m bir yanda yiğit yaşar koynunda 
Aşıklar destan yazar dağlarda 
Kuzusuna kurduna Yunus’una Emrah’a 
Bütün alem kurban benim yurduma 

Mecnun’a Leyla’sına erişilmez sırrına 
Sen dost ararsan koş Mevlana’ya 
Yeniden doğdum dersin derya olur gidersin
Bir başkadır benim memleketim 

Gözü pek yanık bağrı türkü söyler çobanı 
Zengin fakir hepsi de sevdalı 
Ben gönlümü eylerim gerisi Allah kerim 
Bir başkadır benim memleketim“ 

Ardahan

Birdenbire bıçak gibi kesildi o güzelim doğa manzarası. Karşıda bir şehir görünüyor. „Ardahan“ dedi Yasin. Cuma namazına yetişmemiz için kaptanımız Sezgin’e rica ettik „biraz pedala dokunabilir misin?“  kırmadı bizi. Ardahan’ın girişte bir cami var, Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdığı kalenin hemen dibinde. Eski ve Yeni Ardahan’ı birbirinden Ayıran Kür Irmağı’nın solunda ovaya hakim bir tepede kurulmuş kale Ardahan kalesi. Kalenin aslında tam olarak ne zaman yapıldığı belli değilmiş. Bir rivayete göre de Selçuklular zamanında XII. yüzyılda yapılmış ve Kanuni Sultan Süleyman zamanında 1556’da yenilenmiş. Yasin kale ilgili bilgilendirme yaptı:“ Kalenin duvar örgüsü ve uygulanan tekniği Rumelihisarı’nı andırmaktadır. Kalenin içerisinde mescit ve hamam kalıntıları bulunmaktadır.“
Namaza yetiştik. Cami dolu, imam hutbe veriyor. Bayanların camiye girmesi imkansız. 
Bayanlar caminin karşısındaki evin kapısını çalmışlar. Namaz kılacağız müsait yeriniz var mı? demişler. Ev sahipleri çok memnun olmuşlar bu Tanrı misafirlerinden, el ayak olmuşlar. Hepsi seferber olmuş. Namazlarını orada kılmışlar. Namazdan sonra yemek davetinde bulunmuş ev sahipleri. İşte Anadolu insanı bu. Çok duygulandık bu misafir perverlikten. Kürt Türk’ten, Türk Kürt’ten ayrılır mıymış hiç? Etle tırnak gibi. Müslümanlık gibi ortak bir dine inanan insanları kim ayırabilir ki birbirinden. 




Namazdan sonra cemaat de bizleri sahiplendi, sohbet etmek istediler, ikramlarda bulunmak istediler. Sohbet ettik ayaküstü. Cami hakkında soru sorduk. Tarihi bir cami, İzzet Ağa Camii.
Genel kurmay başkanlığı tarafından tamir edilmiş. Sonra da ismi değiştirilmiş. Bu durum cemaati pek üzmüş. Tamir ettiler diye sevinmişler ama ismini değiştirdikleri için üzülmüşler. Eski ismi görünmez bir yerde yazılı. Herkesin gördüğü yerde Ordu Camii(1921) yazılmakta. Bu durum bizim de garibimize gitti. Cemaatle vedalaştık ve ayrıldık Ardahan’dan. Ardahanlılar kadınıyla erkeğiyle geldiler otobüsümüzün yanına ve bizi uğurladılar, duygulandık. 
Kamuoyunda çokça bahsi geçmiş veya geçmekte olan Ardahanlı ünlüler bazıları şunlar:


Nihat Erim (Eski Başbakan)
Sırrı Atalay (Eski Cumhurbaşkanı Vekili, Adalet Bakanı)
Abdulkerim Doğru (Eski Bakan)
Nevzat Pakdil (TBMM Başkanvekili)
Gürsel Tekin (CHP Genel Başkan Yardımcısı)
Gürbüz Çapan (Eski Esenyurt Belediye Başkanı)
Hülya Avşar (Sanatçı)
Nuray Hafiftaş (Sanatçı)

Coğrafya

İlin kuzeydoğu kesiminde Keldağ, doğu kesiminde Akbaba Dağı, Güney de Allahuekber Dağları ve Kısır Dağları varmış. 
Ardahan ilinde çayır-mera alanlarının fazla olması, sanayi merkezlerinin ilden uzak olması ve diğer nedenlerle Ardahan ilinde tarım ve hayvancılık faaliyetleri öne çıkmış.
Elma, armut, mısır, vişne gibi tarım ürünlerinin tamamına yakını Posof ilçesinde yetiştirilmekteymiş.
Ancak endüstriyel tarım yapılmamaktaymış. Tarım ürünlerinin tamamına yakını organikmiş.
Ardahan’da çok sayıda kümes hayvanı beslenmekteymiş, en çok beslenen kümes hayvanı da kazmış. İl genelinde sanayi neredeyse yok denecek kadar azmış.  

Kaz

Rehberimiz Zasin’in verdiği bilgiye göre, Kars ve Ardahan kazına tat veren 6 temel özellik varmış. Bunlar; yöredeki suların soğukluğu,  minerallerin zenginliği, binbir çeşit bitki örtüsü, tuzlamada kullanılan kaya tuzuymuş.
Yaz bastırınca kazlar yaylaya çıkarılıyor, havalar soğuyup, yağmurlar düştüğünde yeniden köye indiriliyormuş. Bu dönem genellikle harman sonu olduğundan, kazlar başaklardan toprağa düşmüş tahıl taneleriyle iyice semizleşiyormuş. İlk kar yağdığında ise kesilip tüyleri ve içi temizleniyor, bütün olarak tuzlanıp 10 gün salamuraya yatırılıyormuş. Ardından açık havada, ayazda, güneş ve rüzgâr görecek biçimde asılıp, 30 ile 60 gün süreyle kurutuluyormuş. Tuzlanıp bu yörenin ayazında kalan kaz pastırma halini alıyormuş. Bu yöreye özgü nefis bir tat, Kars-Ardahan kazı. Seyfi bey ile Kars’ta kaz eti yemek istedik,  ama bu isteğimize bir türlü nail olamadık. 

Devam edecek


Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.