AMERİKA AMERİKA

ABONE OL
19:05 - 01/10/2020 19:05
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

“Rüyalar ülkesi” mi?

Yıllardır solcu yaklaşımla “Kahrolsun” dediğimiz USA’yı nihayet görme fırsatı buldum. Ona komşu ülkelere yaptığım ziyaretlerimde üzerinde uçtuğum USA’ya gitmeye, 11 Eylül 2001 sonrası için varmıyordu. Özellikle Alman pasaportlu bir Ahmet olarak “Schlaefer” muamelesi görmek istemiyordum. Pasaportumuz nedeniyle vizesiz girebildiğimiz USA’ya adeta vize alır gibi birçok belge doldurarak Philedephia hava limanına indik. Adından İtalyan kökenli olduğunu düşündüğüm sınır polisinin “Niçin geldin?” “Nerede kalacaksın?” ve “Yanında ne kadar paran var?” onur kırıcı sorgusundan sonra “rüyalar ülkesi” ne ayak bastık. Ayak basar basmaz da rüyadan uyandım. Bulunduğum hava limanı Avrupa’daki bir çok küçük havalimanından farklı olmadığı gibi, daha da bakımsızdı…

Yolumuza New York’a uçarak devam ettik. New York’un üç büyük hava limanından biri olan LaGuardia hava limanına indik. 18,8 milyonluk kente yakışan bir hava limanı değildi. New York’un eski belediye başkanlarından adını alan bu hava limanı da sanırım bulunduğu semtten olacak İspanya’daki herhangi bir hava limanından farklı değildi. Semt derken, New York’ta gettolaşmanın ne kadar aşırı derecede vurgulandığını yaşadım. Zaten şehir planında da “İtalyan bölgesi”, “İspanyol bölgesi” “Çinliler bölgesi” gibi deyimlere rastlanıyor. Kente girişimde ilk dikkatimi çeken metroların eskiliği, bakımsızlığı ve güvensizliği oldu. Dünyanın en eski metrolarından sayılan ve 1904 yılında resmi açılışı yapılan New York metrosuna sanki o yıllardan beri hiç bakım yapılmamış. Yerlerdeki ve duvardaki plakalar kırık dökük, koca koca fareler cirit atıyor, kafası esen metro içersinde müzik yapıyor, dileniyor. Dikkatimi çeken diğer konuda, metro içersinde hemen hemen tüm siyahilerin kitap okumayıp kulaklıkla iPod” dan müzik dinledikleri. Metroda kitap okuyanların genelde Avrupa kökenli beyazlar ve gazete okuyanların da Uzakdoğulu olanlar olduğunu gözlemledim.

GETTOLAR
Ünlü “Central Park” dan Harlem’e doğru giderken sağ tarafta beton yığını gökdelenler sol tarafta parkın yeşilliği çelişkili bir manzara sergiliyor. Manzaraya dalmışken birden binaların birkaç katlı hale dönüşmeye başladığını görürken, otobüsteki beyaz yolcu sayısının da azaldığını gözlemledim. Harlem’e girdiğimizde ise otobüste ben ve arkadaşlarımdan başka beyaz kalmamışken, içersi tamamen siyahlarla dolmuştu. Sanki Harlem’le Manhattan arasında görülmeyen bir “Berlin duvarı” vardı. Bu 2009 yılında “getto duvarı”, bu “Irkçılık duvarı” idi. Bize gitmememiz için uyardıkları Harlem’de ilginç manzaraların fotoğrafını çekmeye doyamadık. Türk olduğumuzu duyan bir siyahi bayanın altı ay önce Türkiye’de olduğunu ve çok beğendiğini söylemesi bizi gururlandırdı. Fakirlikle dine daha çok sarılan insanlar için Türkiye’deki bakkal dükkanlarına benzettiğim bol bol Hıristiyanlar için küçük inanç bakkal kiliseler ve Müslümanlar için de mescitler vardı. Mağazalarda da genelde sosyal yardım dairesinin alış veriş kuponlarıyla alış veriş yapılabileceği yazısı vardı ki, bu da bu semtte yaşayanların çoğunluğunun sosyal yardımla yaşayabildiğini gösteriyordu. Kentin Brooklyn semtinin kenar sokaklarına gittiğimizde ise, metrodan indiğimizde sağ tarafımıza baktığımızda kendimizi Mısır’da, sol tarafımıza baktığımıza İspanya’da hissettik. Sağ taraftaki Arapça levhalı mağazalar Mısır çarşısında bulunabilecek her şeyi satarken, sol taraftaki İspanyol levhalı mağazalarda İspanyollara hitap ediyorlardı. Buralarda Türklerin de mağazaları olduğunu duyduk ama bir tanesine bile rastlayamadık. “Chinatown” ise sağlı sollu Çince levhaları ile tam bir Çin kenti. Sokak satıcıların çokluğundan kaldırımlarda yürünememesi, sokakta sahte “Rolex” saat veya parfümler satışı, bir de Türkiye’nin turistik yörelerinden iyi tanıdığımız “buyrun-buyrun” “malın iyisi bizde” diye müşteri avına çıkanların çokluğu bize pek de yabancı gelmedi. Hele pazarlık yapma zevki de burada doya doya tadılıyor. Dikkatimize çeken diğer konu da “Chintowm” da gördüğümüz çekik gözlü polisler gibi gettolarda genelde oralarda yaşayanlar arasında yetişenlerden çıkan polisler görev yapıyor. Bu uygulamanın güvenliği sağlamada daha başarılı olduğuna inanıyorum. Polisler diyince aklıma bir konu daha geldi, New York’da sanırım Dünyanın en kilolu polisleri görev yapıyor. Gördüğümüz özellikle siyahi bayan polisler o kadar şişman ki onların bırakın bir suçlunun peşinden koşmaları, oldukları yerde dönmeleri bile birkaç dakika alır… Mc Donald’ların bu siyasi bayanlarla tıklım tıklım dolu oluşundan da neden bu bayanların kocaman üstü popolara sahip olduklarını anladım…

AMERİKA İZLENİMLERİM DEVAM EDECEK…

Ahmet İNCEL

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.