ALMANYA’YA NEDEN YENİLDİK?

ABONE OL
18:59 - 01/10/2020 18:59
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

8 Ekim Cuma günü gecesi Ulusal Futbol Takımımız Almanya’yla Berlin’de karşılaştı. Maç öncesi medyamız ve futbol yorumcularımız genellikle gerçekçilikten uzak, hamasi yorumlarla ulusumuzu havaya sokmaya (kendilerince) çalıştılar. Ulusal maçlar öncesi gazetelerin birçoğunda atılan başlıklar kışkırtıcı nitelikte.

Maç sonrasında ise yorumcularımızın birçoğu yenilginin faturasını teknik heyete keserek işin içinden sıyrıldılar. Yaşamımızın her alanında aynı şeyi yapmıyor muyuz? Sorunları yaratan asıl nedenleri görmezden gelerek başarısızlıkları, olumsuzlukları, hüsranları hep bir günah keçisinin sırtına yüklemiyor muyuz? “Efendim, teknik direktör kadroyu iyi kuramamış. Arda sakatlanmasaydı, her şey çok farklı olurdu. Tribünleri dolduran binlerce Türk görevini yapmış, ancak oyuncularımız buna layık olamamış. Hakemler rakibe daha hoşgörülüydü.” Bu tür söylemler uzayıp gidiyor. Maç öncesi var olan şişinme, sonrasında hayal kırıklığına dönüşüyor.

Ülkemizde futbol çok seviliyor. Hafta sonları futbolla ilgili yayın yapmayan televizyon kanalı yok gibi. Günlük söyleşilerde en çok konuşulan konuların başında gelir futbol. Neredeyse futbolla yatar, futbolla kalkarız. Bir takımın taraftarı olmamak çoğu kişi tarafında acayip karşılanır.

Ulusal takımımız, genellikle süper ligde oynayan takımlarımızın oyuncularından seçiliyor. Birkaç tanesi ise yurtdışında oynayan gurbetçilerimizden. Şu da denilebilir ki süper ligimizdeki kalite, ulusal takımımıza yansır. Ligde atılan gollerin doksan bir tanesi yabancı oyuncularca, altmış üçü de yerliler tarafından atılmış. Bu yerli oyuncularımızın birçoğu da gurbetçilerden oluşuyor. Yani yurt dışında çalışan işçilerimizin orada doğup büyüyen ve orada yetişen futbolcu çocukları. Yetişmelerinde bizim katkımız yok. Gol krallığında ilk onda bir yerli futbolcumuz (o da onuncu sırada) var. İlk yirmide ise yanlıca üç oyuncumuz. Bu üç oyuncumuzun ikisinin de doğum yeri yurtdışı. Demek ki onları da biz yetiştirmemişiz. Futbol demek gol demek değil mi? Yani daha çok gol atanın kazandığı bir oyunda, bizim oyuncularımız bu işi başaramamış. Milyon dolarlarla kurulan takımlarımızda yabancılar golleri atarken bizimkiler izliyor. Ligin gözde oyuncularının hemen hepsi yabancılar.

Şimdi durum çok açık değil mi? Yabancı oyuncuların ulusal takımımızda oynama olasılıkları olmadığından takımımızın durumu ortada. Kendi ligimizdeki geçici başarılarla çok seviniyoruz. Hiçbir zaman bu kadar çok sevdiğimiz bir spor dalının altyapısında, sabırla ve bilimsel kurallarla oyuncu yetiştirmeyi düşünmüyoruz. Futbolcu ithalatı, kestirmeden kolaycı yol. Toplumsal yaşamımızın her alanında böyle değil miyiz? Bu anlayışla üretime dayalı ekonomimizi bitirmedik mi?

Ülkemizin bin bir emekle kazandığı paralar, futbolcu transferiyle heba ediliyor. Yetiştirip yurtdışına gönderdiğimiz ve dünya yıldızı olan bir kişi yok. Birkaç kişi hariç, gidenlerin hepsi hüsrana uğrayıp geri döndü. Kısacası, futbolcu ihracatımız sıfır. İthalatımız tavan yapmış durumda. Bazı kulüplerimizin yöneticilerine kalsa takımlarını tamamen yabancılardan oluşturacaklar. Dünya futbolunun bir numarası sayılan Brezilya’nın yetiştirdiği futbolcular dünyanın dört bir köşesinde, neredeyse oynamadıkları ülke yok. “
Fenerbahçe’nin son transferleri Andre Santos ve Cristian Oliveira ile Türkiye’de mücadele eden Brezilyalı futbolcu sayısı otuzu buldu. Türkiye, bu transferlerle Brezilyalı futbolcu transferinde dünya dördüncüsü oldu. Her yıl yüzlerce futbolcusunu yurtdışına gönderen Brezilyalı kulüpler, bu transferlerden yılda yaklaşık 150 milyon dolar kazanıyor. (25 Temmuz 2009, Hürriyet)” Sadece kulüplerin kazancı verilmiş burada. Bir de futbolcuların kazançları var. Fenerbahçe’nin 2009’da kadrosundaki sekiz Brezilyalının toplam değeri kırk beş milyon avro değerinde.

Almanya maçı öncesi en çok konuşulan Mesut Özil’in ne yapacağıydı. Mesut, Almanya’da yetişmiş bir futbol yıldızı. Ulusal takımımız yerine Alman ulusal takımında oynadığı için hayıflanıyoruz ona. Emeksiz yemeye, hazıra konmaya alışmışız ya. Yetmiş milyonluk bir ülkeden bir tane Mesut çıkaramıyoruz. Elin adamı iki buçuk milyon gurbetçiden Mesut gibi nicelerini çıkarıyor, bunu sorgulamak işimize gelmiyor tabi ki. Çalışmadan, kazanmadan, üretmeden yalnızca tüketmeye alıştırılmış, koşullandırılmış bir toplumun duygusal tepkileriyle olaylara yaklaşıyoruz. Sanki ulusal takımımızda oynayanlar bedava oynayıp askerlik görevi gibi vatan aşkıyla bu işi yapıyorlar. Oysa, hepsi birer profesyonel, ekmek paraları futboldan. Bu arada Mesut’u oynadığı güzel oyundan, işini namuslu bir profesyonel olarak yaptığından, duygularıyla sorumluluğunu karıştırmadığından kutluyorum.

Seksen milyonluk Almanya’da, altı milyon yedi yüz bin lisanslı futbolcu bulunuyor ve nüfusa oranı on ikide bir kişi. Türkiye’de yetmiş milyon nüfustan sadece üç yüz elli bini lisanslı futbolcu. Yani Türkiye’de iki yüz kişiden biri lisanslı olarak sahalarda boy gösteriyor. Bu veriler ışığında davranmalı, ülke gerçeklerimizin farkına varmalıyız. Hükümet ve yerel yönetimler hamasi söylemleri bırakarak göstermelik işlerden vazgeçmeli; doğru bir spor politikasıyla altyapı yatırımlarını ivedi olarak yaşama geçirmelidir.

Kimse, gittikçe muhafazakârlaşan bir ülkede binlerce seyircinin; bir hakemin, beğenilmeyen bir futbolcunun, bir yöneticinin ya da bir spor yazarının anasına koro halinde küfredilmesinin sosyal, psikolojik nedenleri üzerinde durmaz. Üstelik bu toplum, “Cennet anaların ayakları altındadır.” diyen bir Peygamber’e de inanıyorsa.

Tüm alanlarda olduğu gibi futbolda da başarılı değiliz. Yapılması gereken her şeyde olduğu gibi futbolda da altyapı oluşturmak, günlük başarılarla yetinmemek. Genç nüfusuyla övünen bir ülkenin, sporda başarısız olması, gençlerine spor yaptıramaması acı bir gerçek. Spor, kültür, bilim, sanat gibi gençlik erkesine gereksinim duyan alanlarda başarısızlık; ülkenin geleceği açısından umut kırıcıdır. Gençlerini bu alanlara yöneltemeyen toplumlar, birçok sosyal, siyasal sorunla da boğuşmak zorunda kalıyor.

Amaç; balık yemek değil, balık yetiştirmek olmalı.

Adil Hacıömeroğlu

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.