12 MART 1971

ABONE OL
11:54 - 23/10/2020 11:54
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 İçinizde kaç kişi o günleri ve o günlerin Türkiye’sini, etkili bir devlet kuruluşunda, devlet memuru olarak çalışırken yaşamıştır, bilemiyorum. Ama ben o günleri, TRT’de çalışırken yaşadım. Ama o günleri daha iyi anlayabilmek için, o günlere dünyanın ve Türkiye’nin nasıl geldiğini, zaman tünelinde kısa bir gezinti yaparak anımsamaya çalışalım.

1960’lı yılların ortalarından itibaren SSCB, uzay yarışında ABD’nin kendisini yakalayıp geçmekte olduğunun farkına varmış, rejim ihracatının Küba’nın dışında başarılı olamayacağını kavramış ve olanca gücünü, etkin bir propaganda savaşına vermiş durumda.13 Ağustos 1961’deki Berlin duvarı ise, Avrupa’nın kamplara bölünmüşlüğünün simgesi haline gelmiş.
Vietnam savaşının ürünü olarak ortaya çıkan ve Woodstock festivalinin ardından gelip, 68’liler diye anılan protesto kuşağı, ABD’den Avrupa’ya geçerken boyut değiştirerek ideolojik bir yapıya kavuşmuş, kavuşturulmuş. Avrupa’daki talebe olaylarında, mevcut düzene baş kaldırmanın, haklarını savunmanın, isteklerini yönetimlere iletmenin adı, sol olarak değişmiş. Ve ben, o dönemlerde Almanya’da, Köln’de talebeyim, daha sonra da, Hamburg’da master yapıyorum. Yani; olayların ya içindeyim, ya bire bir yaşamışım. Hemen, hemen tüm sol talebe örgütlerinin arkasında, onlara maddi ve taktik destek sağlayan başka ve dış güçler bulunmakta. Bu arada; Sovyetlerin hiç beklemedikleri bir gelişme olmuş ve Dubçek ile Svoboda’nın önderliğinde (1968) Prag talebe olayları patlamış, en kısa sürede de, bir halk ayaklanmasına dönüşmüş…
Sovyetlerde, ama onlardan daha da çok, Avrupa’daki sol örgütlerde kafa karışıklığı adeta bir şoka dönüşmüş. Kendileri, sosyalist veya komünist bir yönetimin rüyasını görürken, Çekoslovaklar, zaten sosyalist bir devlet iken, şimdi kalkmış ” Güler Yüzlü Sosyalizm ” diyorlar. Ne demek bu..? Avrupa’daki birçok sol örgüt, bu olaydan dersler çıkartıp, sosyal demokrat bir çizgiye kayarken, bir kısmı ise daha da katılaşıp, radikal bir çizgiye yöneliyor.
1969 yazının başında, Türkiye’ye döndüğümde karşılaştığım manzara şu.
Türkiye, talebe kuruluşları ile sendikaları ile devlet daireleri ile hukuk sistemi ile polis teşkilatı ile tam anlamı ile bölünmüş durumda. Bir kurum hariç..! Talebe olayları çığırından çıkmış, sokak terörüne dönüşmüş ve aralarından, devrimci dedikleri, Deniz Gezmiş gibi liderler doğmuş. Rüyanın adı ise, on küsur yıl sonra bile olsa, ” Küba Devrimi “.Yani; talebelerin yarattığı dinamikle halk, Che Guavera’nın ve Fidel Castro’nun önderliğinde ayaklanacak, ordunun bir bölümü onlara katılacak ve onlar nasıl Batista yönetimini yıkıp yerine devrim yönetimini ve sosyalizmi getirdilerse, bunlar da, o günkü yönetimi yıkacaklar ve aynı yolu izleyecekler.
Siyasi yönetim zaten kitlenmiş, hiç bir şey yapamıyor, çözüm üretemiyor. Zaten; durum öyle bir hal almış ki, iktidarda kim olursa olsun kabul edilmiyor. Mutlaka devrim yapılacak ve Sosyalist Cumhuriyet kurulacak..! Türkiye, 1924 Anayasası ardından maruz kaldığı Sovyet propagandasının en şiddetli dönemini yaşıyor. Almanya’da yaşadığım, bire bir şahit olduğum, sol talebe örgütlerinin ardında durup, maddi ve taktik destek veren dış güçlerin, bu defa Türkiye’de, devlet kurumlarında da son derece etkili oldukları görülmekte. Ama devrim için kitlesel bir hareket bir türlü başlatılamıyor, yapılanlar belli bir çevrede kalıyor. Bölünmemiş, daha doğrusu bölünmediği zannedilen tek kurum kalmış. Türk Silahlı Kuvvetleri…
Tabii; tüm devlet dairelerinde olduğu gibi, TRT’de bölünmüş durumda. Ve o günlerin TRT Haber Merkezi, Anadolu Ajansından bile daha önce habere ulaşabiliyor, doyası ile bizler, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde de bazı kıpırdanmaların olduğunu, kesin çizgileri ile bilemesek bile kuvvetle hissediyoruz.12 Mart’dan birkaç gün önce birden Genelkurmay hareketleniyor, bazı birliklerde operasyonların yapıldığı söylentisi yayılıyor ve sonunda 12 Mart’ta yayınlanan bir bildiri ile olay patlıyor, Türk Silahlı Kuvvetleri olaylara ve yönetime el koyarken, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden, başta Hava Kuvvetleri olmak üzere, önemli miktarda subay ihraç ediliyor. Gerekçe… Darbe yapma hazırlığı içinde olmak… TRT’nin başına da, Muhabere Tümgenerali Musa Öğün paşa geliyor. Geçmiş olsun..! O dönemde yaşadığımız komiklikler, bambaşka bir yazı konusu.
Diplomam Danıştay’dan muadelet (denklenme ) almış, nüfusumun kayıtlı olduğu İstanbul’dan, askerliğime karar aldırmış olarak otobüsle Ankara’ya dönüyorum. Saat 03.00 dolaylarında, Adapazarı kavşağında arama var ama nüfus cüzdanım bavulumda ve bavul bagajda. Gelen polis memuruna TRT hüviyetimi gösteriyorum. Alıp otobüsten iniyor ve iki dakika sonra tekrar gelip inmemi söylüyor. İnip, bavulumu alıp, polis cipine biniyorum ve 1.ci Şubeye götürülüyorum. Nöbetçi Komiser, aramızda geçen çok komik bir soruşturma ve yediğim, profesyonelce atılan dayaktan sonra, TRT hüviyetime bakarak ” Bu p……..k TRT’cilerin hepsi zaten solcu olur, atın bu puştu nezarete..! ” der ve bendeniz, sabah askeri birliğe teslim edilip, rahmetli babamın Kara Harp Okulundan talebesi bir binbaşının karşısına çıkartılıncaya kadar, sidiklerin içinde, ayakta ve ne ile suçlandığımı bilmeden nezarette kalıyorum.
Derken suçum anlaşılıyor… İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Efraim Elrom’u öldürenlerin kiraladıkları dairenin sahibesinin ismi Sabahat Olcayto imiş..! …Kadıncağız, sorgusunda sonra serbest, ama biz içerdeyiz..! Tabii serbest bırakılıp Ankara’ya dönüyorum ama kimse zannetmesin ki, 12 Mart’ta ben de direkten dönmedim..!
Kalın sağlıcakla efendim…
  
M. Deniz Olcayto   

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.