MÜNİH TÜRKGÜCÜ 3. LİG `İN KAPSINDA BEKLİYOR

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bu sezon Almanya’nın değişik kentlerinde amatör kümelerde top koşturan çok sayıda amatör göçmen futbol takımları bulunuyor. Bu takımlardan biri de Regionalliga Bayern’de mücadele eden Münih Türkgücü. Sezon başından beri ligde başarılı maçlar çıkaran Türkgücü’nün kadrosunda çok sayıda yetenekli oyuncu yer alıyor. Takımın yaş ortalaması ise 23. Klasik renkler Kırmızı-Beyaz forma ile maçlara çıkıyorlar.

Türkgücü, bu sezon oynadığı ofensiv futbol ve attıkları harika gollerle haftalardan beri ligde liderliğini sürdürüyor

Göçmen Türk takımı Mart ayında şampiyonluk hesapları yapıyordu ki, aniden hesapta hiç olmayan Corona Virüsü felaketi çıktı ve yaşamı alt-üst etti. Bütün spor müsabakaları askıya alındı, ancak takımlar kalan maçların oynanmasından yanalar. Ligde bütün takımlar gibi Münih Türkgücü de aynı umudu taşıyor, fakat Ligde kalan 6 maçın oynanıp oynanmaması belirsizliğini korurken göçmen Türk takımının vefakâr taraftarları da   şampiyonluk umutlarını hala yitirmemişler.

Türkgücü’nün Liglere devam edilmesi halinde oynamaları gereken 6 maçları var. Göçmen Türkgücü takımının 3 ncü lige çıkmasına herkes kesin gözle bakıyor. Rakip takımların favorisi de yine Türkgücü. Kırmızı-Beyazlılar ligin sonunda 1nci olarak ipi göğüslerse hem ligde şampiyonluk sevincini yaşayacak ve hem de gelecek sezon Almanya profesyonel 3.Liginde oynamaya hak kazanacak

Münih Türkgügü takımı, böylece gelecek sezon Almanya’da 3. Ligde oynamayı başaran ilk göçmen takımı olarak ün yapacak Türkgücü; idarecisi, futbolcusu ve seyircisiyle birlikte şu sıralar bu hedefe kitlenmiş           durumdalar. Taraftarları takımlarının şampiyonluğu ellerinden kimsenin alamayacağına inanıyorlar.

Kulüp yetkilisi Hasan Kıvran:”Biliyorum, biz Münih’i rahatsız ediyoruz” maçlarda takıma müthiş destek veriyoruz bu sizi rahatsız ediyor dedi Kulüp Başkanı gerekirse kendi sahalarında oynayacakları maçları Kuzey Ren Westfalya’da bir şehirde oynamak istediklerini de dile getirdi.

Bu konuda Alman Futbol Federasyonu’nun vereceği karar merakla bekleniyor.

Hatırlanacağı üzere 80’li yıllarda aralarında   Köln Yurdumspor, Hannover Damlagençlik, Bremen Vatanspor ve Münih Türkgücü gibi takımlar o yıllarda Amatör kümelerde hem hatırı sayılır başarılar elde ettiler, hem de Türk Futboluna oyuncu yetiştirdiler. Ancak saha ve para sorunu yaşayan bu kulüplerin hemen hepsi birbiri ardından kapanmak zorunda kaldılar.

1985 yılında göçmen Türk antrenör Dr. Hıdır Akbaş’ın çalıştırdığı Münih Türkgücü, ise o sezon Bavyera Ligine yükselme başarısını göstermişti

1993 yılında kapısına kilit vurulan ve gazetelerin spor sayfalarında adı silinen Türkgücü, Münihli Türk iş adamlarının yoğun çabaları neticesinde yeniden kuruldu ve yeşil sahalara döndü.

O günlerde kulübün yeniden kurulması için hayli uğraşı veren futbolseverler bugün de Türkgücü’ nün Almanya’da profesyonel 3. futbol liginde oynaması için yoğun çaba harcıyorlar…

Rıza Almalı

Devamını Oku

YAŞAMAK NE GÜZEL!..

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Anne karnında büyümek

Dokuz ay sonra dünyaya gelmek,

Anne sütü emmek,

Kucağa alınıp, sevilmek,

Ne güzel… Ne Güzel…

x

İki yaşında emeklemek ve sonra yürümek

Çocukça ağlayıp, gülmek

Üç yaşında anne ve babanın ismini bilmek

Herkesten ilgi görmek

Ne güzel… Ne Güzel…

X

Beş yaşında ana okuluna kavuşmak

Başka çocuklarla tanışmak

Onlarla oynayıp, mutluluktan coşmak

Evde kardeşlerle dövüşüp, barışmak

Ne güzel… Ne Güzel…

X

Yedi yaşında okul ile buluşmak

Gevezelik yapıp, derste hep konuşmak

Her şeyi öğretmene danışmak

Sınıfta arkadaşlarla yarışmak

Ne güzel… Ne Güzel…

X

Hiper aktif çocuk olup aileyi germek

İnsan beğenmez olur o yaşta yemek

Can kulağıyla baba ve anne nasihatı dinlemek

Her gün yeni bir şeyler ezberlemek

Ne güzel… Ne güzel…

x

Yaş onbeşe vardı mı, ergenlik çağındasın demek

Anaya – babaya ve büyüklere itaat etmek

Karşı cinsi keşfedip, ilgilenmek

Gençliğin kıymetini bilmek

Ne güzel… Ne Güzel…

Yirmi yaşında hayatın baharına ermek

Saç-sakal uzatıp, türlü, hallere bürünmek

Karşı cinse güzel görünmek

Sevmek ve de sevilmek

Ne güzel… Ne Güzel…

X

Otuzunda evlenip, çoluk- çocuğa karışmak

İş yerinde belli bir kademeye ulaşmak

Sabahları erken kalkmaya alışmak

Tatillerde şehir- şehir dolaşmak

Ne güzel… Ne Güzel…

X

Ellisinde kızı gelin edip, oğlanı evermek

Torun sahibi olup, onlara öğüt vermek

Yıllarca çalışıp, emekliliğe ermek

Büyük anne ve büyükbaba olup sevilmek

Ne güzel… Ne Güzel…

X

Altmış yaşına ulaşmak

Siyah saçlara düşer ak

Her şeye rağmen hayatta hala zevk almak

Hastalıklardan uzak durmak

Ne güzel… Ne Güzel…

Yaş yetmiş yolun sonu yaklaşıyor demek

Yaşanan günler için Tanrı ‘ya dua etmek

Giderken götüreceğimiz tek şey bir metre keten gömlek

Günün birinde Tanrı’nın huzuruna ermek

Ne güzel… Ne Güzel…

Rıza Almalı, Aralık/Dezember 2013 Münster/ALMANYA

Devamını Oku

HANS VE HASAN

0

BEĞENDİM

ABONE OL
”Yaşam boyu geçerli olan şey; Hoşgörü”
                                               (Konficus)
                                                          
 
Savaş sonrası sanayisi hızla gelişen Almanya, 60’lı yıllarda misafir işçi alımına karar vermiş ve bu ülkeye Gastarbeiter olarak 1961 yılında ilk defa İtalyanlar gelmişler.

İtalyanların Alman halkı ile çok çabuk kaynaşmaları ve Akdenizli misafir işçiler olarak kendilerini Almanlara sevdirmleri politikacıları de hoşnut etmiş ve Almanlar yeni misafir işçi almak için bu defa Italya gibi bir Akdeniz ülkesi olan Türkiye’yi tercih etmişler.
 
Böylece İtalyanların ardından Almanya’ya misafir işçi olarak gelen topluluk Aliler, Ahmetler, Fatmalar ve Ayşeler yani Türkler olmuşlar…
 
Ancak kültür farklılığı, din farklılığı ve lisan yetmezliği ve daha birçok nedenden dolayı Türkler, İtalyanlar kadar tutulmamışlar bu ülkede, halen de tutulmamaktalar.
 
Bugün bile Almanya’da Alman toplumu ile kaynaşmış ve bu toplumda özlenen saygınlığa erişmiş değiliz.
 
Diğer taraftan fırsat eşitliğine sahip ve bu topluma tamamen uyum sağlamış bir göçmen Türk topluluğunun varlığından da söz edemeyiz!
 
55 yıldan beri iç-içe değil de maalesef yan-yana yaşayan Almanlarla göçmen Türkler arasında var olan uçurumun gün geçtikçe çok daha derinleştiği bir gerçek. Günümüz Almanya´sında aralarında biz Türklerin de bulunduğu yaklaşık 8 milyon göçmen insan yaşıyor. Ne var ki, yukarıda da vurgulandığı üzere gerek biz göçmen Türkler gerekse yabancıların çoğu Alman toplumu ile beraber değil de yan-yana yaşamaktan şikayetçiyiz.  Artık ne Almanlar bizi daha iyi tanımak için fazla çaba harcıyorlar, ne de biz zahmete katlanıp Alman komşularımızı daha yakından tanımaya, onlara kendi kültürümüzü, gelenek ve göreneklerimizi daha iyi tanıtmaya gayret gösteriyoruz. Tabii “Bauchtanz ve Döner Kebabımız” hariç!..
 
Hani “çok kültürlülük zenginlikti”! Alman toplumunun büyük çoğunluğu biz yabancılara yıllardan beri maalesef hep Alman gözlüğü ile baktı, hâlâ da öyle bakmaya devam ediyor. Yabancıların kendileri gibi olmalarını bekliyorlar ve bize; “Siz burada misafir olarak bulunuyorsunuz, bize uymak zorundasınız” diyorlar. Doğrusunu söylemek gerekirse, aynı yanlışı biz göçmen Türkler de yapıyoruz.  Biz de onlara yıllardan beri Türk gözlüğü ile bakmakta ısrar ediyoruz. Almanları Müslüman yapmaya kalkıyoruz, onların biz Türkler gibi davranmalarını bekliyoruz. Sonunda herkes kendi yoluna gidiyor, komşu komşuyu tanımıyor. Böylece güzel komşuluk ve dostluk ilişkileri yerini ön yargılara, cepheleşmeye ve düşmanlığa bırakıyor.
 
Zamanla bu toplumdan soyutlanan göçmen Türkler yeni kimlik arayışı içine giriyorlar ve böylece hem kendi kültürlerine hem de bu ülkeye daha yabancılaşıyorlar.
 
O halde ne yapmalı?

Bu sorunun cevabı aslında çok basit! Eğer biz Türkler Almanya´da özlediğimiz saygınlığa kavuşmak istiyorsak, bunun yolu etnik, dinsel ve politik ayırım gözetmeksizin tüm göçmenlerin Almanlarla birlikte sivil toplum örgütlerinin çatısı altında demokratik bir ortamda bir araya gelmeleri gerekmektedir. Hans ve Hasanların beraber yaşamanın ve çalışmanın yollarını araştırmaları lazımdır.
 
Biz göçmen Türklere düşen diğer bir görev de, bu ülkede bir an önce tüm göçmen Türkleri kucaklayabilecek bir Türk lobisi oluşturmaktır.
 
Bakınız aradan 55 yıl gibi uzun bir süre geçmesine rağmen birbirlerine hala kendi ulusal gözlükleri ile bakan kapı komşu, Hans ve Hasan sorulduğunda birbirlerini nasıl tanımlıyorlar ?   
 
Hans bira içer, domuz eti yer.                                     -Hasan rakı içer, domuz eti yemez.
Hans sarıdır, tüysüzdür.                                              -Hasan kara başlıdır, esmerdir, kıllıdır.
Hans sporcudur, dağ-bayır yürüyüşü  sever               -Hasan futbol meraklısıdır  ama sporcu değildir,                                                                                                                                                            kahvede oturmayı sever.
Hans disiplinlidir, çalışkandır, metodludur                   -Hasan başıbozuktur, metodsuzdur
 Hans taş çatlasa tatilini aksatmaz                             – Hasan’ın tatili de  işi de belli değıldir
Hans kitap okur                                                           -Hasan kitap okumaz, okusa okusa gazete okur                                                                     
Hans iri kıyımlıdır ama kalıbının adamı değildir          -Hasan orta boyludur, güçlü ve dayanıklıdır.
Hans içince  sızar.                                                        -Hasan içince diklenir, maraza arar, ileri gitsen kan çıkar.
Hans patates, karalahana sever.                                   -Hasan baharatlı, ekşili, keskin                                                                                                                                                                                   kokulu  yemekleri sever                              Hans zeki değildir. Bir kere anlat-anlamaz                    – Hasan zekidir, leb desen leblebiyi anlar             
Hans çoğu kez bir, taş çatlasa iki çocuk yapar-             -Hasan çok çocuk yapmayı sever, çünkü ona göre doğanın                                                                                                                                        nasibini Allah verir…
           
 
Hans ve Hasan kafalarında var olan bu dar açılı ırkçı gözlüklerini çıkarıp birbirlerine evrensel gözlüklerden baktıkları zaman çok sayıda ortak yönlerinin bulunduğunun ve çok kültürlülüğün zenginlik olduğunun ayırdına varacaklardır

Devamını Oku

2019'A GİRERKEN 

0

BEĞENDİM

ABONE OL

2018 yılı terörün değişik boyutlara bürünüp, halkın arasına girerek yüzlerce insanın hayatını kaybettiği bir yıl olarak hafızalarımızda kalacak ve de kolay-kolay unutulmayacak yaşanan bunca acılar…

Koca bir yılı adeta göz açıp-kapayıncaya kadar geçip, gidiverdi…
2018 yılı Tarihin sayfalarına maalesef terörün değişik bir biçimde hortladığı, insanların bedenlerini canlı bomba olarak kullanıp, cana kıyıldığı ve de gezegenimizde acıların, korkulu günlerin yaşandığı bir yılı daha geride bırakıyoruz.  Her şeye rağmen yaşam devam ediyor; günden-güne, haftadan-haftaya, aydan-aya, mevsimden-mevsime ve de yıldan-yıla büyük-küçük hepimiz yaşam mücadelesi veriyor, koşuşturup duruyoruz.
Henüz daha kapıda bekleyen 2019 yılının insanlığa barış, sevgi ve huzur getirmesini umuyoruz.  Bir kez daha gelen gideni arattırdı, demeyelim istiyoruz.
Her yeni başlangıç gibi, yeni yılda da yeni umutlar filizlenir. Birçok insan yeni yılın başlangıcını çeşitli vesileler için de başlangıç olarak kabul eder.

2018 sevindiğimiz günler oldu, hüzünlü anlar yaşadık. Kimileri yeni bir iş buldu, kimileri işini kaybetti. Bazıları evlendi, kimileri boşandı. Bazılarının rüyası gerçekleşti, kimileri hayal kırıklığı yaşadı. Kimileri de 2 metre kefen bezine sarılıp, aramızdan ayrıldı.
Hayatta kalan bizler yaşamdan beklentilerimizi ve umutlarımızı yeni yıla, 2019’ye taşımağa hazırlanıyoruz, çünkü umut olmasa hayatta olmaz!..
Ne var ki, yaşam gittikçe zorlaşır oldu. Ülkemiz Türkiye de hayat çok pahalandı, paramız Euro ve Dolar karşısında çok değer kaybetti!
Para olmayınca umut da olmuyor.
Dünyanın en zengin ülkesinden biri olan Almanya’da bile bugün karın tokluğuna yaşayan binlerce emekli ve işsiz insan var. Yaşlı insanlar çöplerde şişe toplar oldular.

Öte yandan terör belası bahane edilerek, bu ülkede yaşayan, çalışan ve vergisini ödeyen, kanunlara uyan, Alman halkının gelenek ve göreneklerine saygı duyan biz yabancı kökenli göçmen yurttaşlar olarak zorlu mücadeleler sonucu kazandığımız haklar, politika sahnesine yeni çıkan aşırı sağcı parti ve politikacılar tarafından elimizden alınmak isteniyor.

Her ne olursa olsun, yine de yeni bir yıla insan yeni umutla girmeli ve’’sabah ola, hayır ola’’ demeli…
Hayat bazen çekilmez olsa da yaşamaya değer.
Neden mi? Bu soruya bence en güzel cevabı Kızılderili yaşlı bilge vermiş.
Kansere yakalanan babasını yitiren, bu nedenle son derece üzgün olan genç adam Kızılderili dedesine şu soruyu yöneltir:’’Dede, yaşam neden bazen çekilmez oluyor?’’
Yaşlı bilgenin bu soruya cevabı şöyledir:’’Yaşamda üzüntü gibi sevinç, kaybetmek gibi kazanmak, açlık gibi bolluk ve iyi gibi kötü de var.
Yaşam bazen aydınlıkta kimi zamanda karanlıkta sürdürülen bir yolculuktur.
Dünyaya gelmen senin iraden dışında oldu ama şimdi buradasın. Güçlü ve zayıf olduğun yanların var. Her ikisine de sahipsin. Çünkü yaşam her ikisini de içeriyor. İçinde kazanma gibi kaybetmeye katlanma hırsını da barındırıyorsun. Bedeninde hisseden bir de kalp taşıyorsun.
Yaşamı değer kılan şeylerden en önemlisi zorluklara karşı koyma gücüdür Güçlü olmak demek; ne kadar bitkin olsan da hedefe doğru bir adım daha atmak demektir.
Güçlü olmak demek; bedenini endişe karanlığı sarsa bile bir çözüm yolu aramak demektir.
Güçlü olmak demek; her kalp atışında ve güneşin her yeni doğuşunda umuda sım-sıkı sarılmak demektir.

Her kalp atışında insanın içinde taşıdığı umut, güneşin yeniden doğuşunun ve yeni bir güne kavuşmanın müjdecisidir.

Hepimizin yeni yılı; hedefe, umuda ve güneşin yeniden doğuşuna karşı atılan adımlarla dolu olsun.

Rıza Almalı

Devamını Oku

HAYATA BOŞ VERMEK

0

BEĞENDİM

ABONE OL

HAYATA BOŞ VERMEK

Boş Vereceksin Bazen Hayata…

Ünlü bir Hollanda Atasözü der ki;’’Yatarken sorunlarınızı pantolonun cebinde bırakın.’’ Doğrusu güzel bir söz…
Ancak, insanın modern ve baş döndürücü bir hızla globalleşen ve bizlere yabancılaşan vahşi kapitalist dünyada insanın kimi zaman öyle sorunları olur ki, bu sorunlar yakanıza bir kez yapışmaya görsün, onları oradan çıkartmak ya da yatarken onları pantolonun cebine koymak hiçte kolay olmuyor!
 
Yine de şu fani dünyada insan hayata kimi zaman başka bir gözlükten de bakabilir, bir Hint fakirinin yaptığı gibi…
Nasıl mı?
Başta tüketim hırsından vaz geçerek,
haftada bir saatte olsa ruhunuza ve kalbinize giden antenleri açarak,
etrafınıza tebessüm saçarak,
stresten kaçarak,
bulutların üstünde uçarak,
kendinizi doğanın kucağına atarak,
bir kadeh içip, kendinizden geçerek,
okunacak bir kitap seçerek…
Bir günlüğüne de olsa insan Hint fakiri gibi olabilmeli ve yaşayabilmeli…
Hayatın odak noktasına tıpkı Hint fakiri gibi; tüketim yerine meditasyonu, boş verme ve ruh disiplinini koyarak, yaşamın dayanılmaz hafifliğini bir an, bir saat, bir gün de olsa yaşayabilmeli insan…
İnsan uyurken;’’yarın uyanacak mıyım?’’ kaygısı duymadan; kendini uykunun kollarına atmalı.
Bir dilim ekmek ve bir tas çorbayla Hint fakiri gibi dünyanın meteliksiz milyoneri, zengini olmanın mutluluğunu tatmalı. 
İnsan nefes alırken; ciğerlerini yırtarcasına almalı ki, yaşadığının farkına varmalı…
Boş vereceksin bazen…
İnsanın yüreği kan ağlasa da kocaman bir gülümseme gelmeli ki yüzüne, mutluluğu utandırmalı…
Âdem oğlu bir gün de olsa işini, evini, telefonunu bilgisayarını, randevu defterini bir köşeye atıp, kaldırımlarda, şehrin sokaklarında ve parklarda kısacası doğada avare-avare dolaşmalı. Sonra eve dönüp, usulca sıcak yatağa gömülüp, derin bir uyku çekmeli ve de yeni bir güne gözlerinizi açıp, Tanrı’ya şükretmeli …
Boş vereceksin bazen hayata çünkü güneşin doğuşundan batışına kadar acele edenler uzun yaşamazlar…

Rıza Almalı

Devamını Oku