CAN SİMİDİ Mİ?

CAN SİMİDİ Mİ?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Özetleyelim. Her şey son derece hızlı gerçekleşti. ABD‘de Cumhuriyetçilerin aylarca süren ablukasının ardından Ukrayna‘ya 61 milyar dolarlık askeri yardım paketine onay çıktı. Bu savaşın gidişatını değiştirebilir mi? İlk top mermileri ve silahlar birkaç gün içinde belki savaş alanına ulaşacak. Financial Times gazetesine göre, Batılı bir yetkili silahların önemli bir kısmının Ukrayna sınırının hemen karşısında, Polonya’nın Rzeszów kentinde çoktan depolandığını, kısa sürede Kiev’e gönderilebileceğini söyledi. Bu Ukrayna için umut yaratabilir.

* * * *

Ukraynalı yetkililere, askerlere ve askeri analistlere göre, ABD yardımının Kiev’in cephe hattındaki durumunu önemli ölçüde değiştirmesi pek olası değil. Alman Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesi de ‘Yardım ile savaşın bir dönemece gireceğini hayal etmemek gerekiyor. Yaklaşık altmış milyar doların yalnızca dörtte biri Ukrayna’ya doğrudan silah sevkiyatına gidiyor. Bu muhtemelen yeterli olmayacak; özellikle de Ukrayna’nın aynı zamanda asker sıkıntısı da yaşadığı göz önüne alındığında. Bu nedenle şimdi en önemli soru, Ukrayna’nın Amerika’nın desteğine ne kadar güvenmeye devam edebileceğidir‘ diyor.

* * * *

Gözardı etmemek gerek. Kiev için yaklaşık 61 milyar ABD dolar (57 milyar Euro) içeren yardım paketi aynı zamanda ABD silah endüstrisine de büyük bir destek sağlıyor. ABD askeri envanterinin artırılmasına yönelik fon da sağlıyor. Bunun da ABD silah sektöründe ekonomik toparlanmaya eşdeğer olduğu söyleniyor. Dolayısıyla para dolaylı olarak Ukrayna’ya gidiyor gibi görünüyor, çünkü ABD kendi stoklarından ekipman sağlıyor.

* * * *

Ukrayna’ya yardım paketinin kalem kalem dökümü de şöyle; Ukrayna’nın silah satın alması için 13,8 milyar dolar kullanılacak; Amerikan ordusunun stoklarını yenilemek için 13,4 milyar; Bölgedeki Amerikan müttefiklerini desteklemek için 11 milyar; Ukrayna’ya Amerikan savunma sistemleri satın almak için 13,8 milyar; Ukrayna’ya gerekirse affedilebilir kredi şeklinde ekonomik yardım olarak 9 milyar dolar tahsis edilecek. Bu da şunu yapıyor: 13,8 + 13,4 + 11 + 13,8 + 9 = 61 milyar dolar;

* * * *

Washington Post gazetesine bakıyorum. 2007-2009 arası Başkan George W. Bush’un, 2001-2006 arası Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in konuşma metinleri yazarı Mark Thiessen, geçen hafta Perşembe  Washington Post’taki köşesinde ilginç bir bilgiye yer verdi. Perşembe günü Ukrayna için silah üreten tüm kongre bölgelerinin haritasını çıkardığı bir makale yayınladı. Bu bölgelerin birçoğu, Ukrayna’ya yapılan yardımın en şiddetli muhalifleri arasında yer alan temsilcilerin seçildiği bölgeler. İlginç bir tesadüf denilebilir mi acaba.

* * * *

Askeri malzemelerdeki artışın, Ukrayna’ya insan gücü gibi diğer sorunlarda yardımcı olamayacağı açık. Ukrayna, Rusya’nın savaş alanındaki ilerlemelerini durdurma mücadelesinde zorlu haftalarla karşı karşıya. The Financial Times gazetesine konuşan üst düzey bir Ukraynalı yetkili, silah akışının, özellikle de çok ihtiyaç duyulan top mermilerinin ve hava savunma sistemleri için mühimmatın ‘Rusya‘nın ilerlemesini yavaşlatmaya yardımcı olacağını, ancak durdurmayacağını‘ söylemiş.

* * * *

İsmi açıklanmayan Ukraynalı yetkili demecinde “Bu kadar büyük bir yardım paketi bu yılın sonuncusu olabilir. ABD’nin sağladığı bu yardım bize ve AB‘ye yaklaşık bir yıl zaman kazandırıyor” demiş. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da 18 Mart’ta verdiği mülakatta, Ukrayna’da barış/müzakere için ‘2024 içinde bu konuyla ilgili bir gelişme bekleyecek bir zemin yok. 2025’te, 2024 için bence ertelenmiş bir şey‘ demişti. Sanırım dikkat çekici olan şey her iki demecin işaret ettiği zamanlamadaki benzerlik.

* * * *

Durum karmaşık ve dinamik. Görülüyorki yeni yardımın Kiev’in durumu önemli ölçüde kendi lehine çevirmesi pek olası değil. ABD, bu yardım ile Ukrayna’ya şimdilik bir ‘can simidi‘ atmış. Aynen denizde veya havuzda boğulmak üzere olanları kurtarmak, hayata tutunmasını sağlamak için atılan ’can simidi’ gibi. Nasıl ‘can simidi’ boğulma tehlikesi geçirene bir süre hayata tutunmayı sağlıyorsa, yeni yardım Ukrayna’yı sadece bir yıl kadar savaşta tutacak. Gelişmeleri hep beraber takip edip göreceğiz.

Devamını Oku

BAYRAM NOSTALJİSİ

BAYRAM NOSTALJİSİ
3

BEĞENDİM

ABONE OL

Din, inanç, ibadet ve ahlak üçlüsünün bileşeni olarak kabul edilebilir. Farklı dallardan bilim adamları dini pek çok şekilde tanımlayabiliyor. Bu tanımlardaki din, genelde teolojik, felsefi, sosyolojik, ahlaki açılardan ele alınıyor. Din deyince İbrahimi dinleri anlıyoruz. Bunlar da kronolojik sırayla Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet’tir. Müslümanların iki büyük bayramından biri Ramazan Bayramı‘dır. Ramazan ayında tutulan orucun bitiminde ilk üç gün Müslümanların bayram günleridir.
* * * *
Daha önce de çeşitli vesilelerle yazdım. Tekrarda beis görmüyorum. 3 Şubat 1965 Çarşamba gününü hatırlatmak istiyorum. Yani 59 yıl önce yaşanan olayı. Almanya’dan Türkiye’ye işgücü göçünün ilk yılları. Ramazan Bayramı yaklaşmakta ama topluca bayram namazı kılınacak bir yer yoktur. Köln ve civarında yaşayan Türklerin bazen önünden geçtikleri Köln Katedrali akla gelir. Cami de, kilise de dinlerin kutsal yerleri değil mi diye düşünürler. Neden olmasın diye düşünülür.
* * * *
1962’de Almanya’ya gelen ve 80 yaşında 2020 yılında Hamburg’da vefat eden Sümer Akat’ın ısrarlı çabası sonucu Köln Katedrali Başpiskoposu Josef Frings Ramazan Bayramı namazının Katedral’de kılınması için izin verir. Sümer Akat, Sonnenreisen (turistik) ve UFO (charter) şirketleri ile bir dönem içhatlarda da uçuş izni verilen İstanbul Havayolları’nın kurucuları arasındaydı. Henüz yeni mezun bir teknisyen olarak önce Köln’e gelmiş. Yaşamını 2011’de yazdığı ‘Avrupa’da Anadolu Fırtınası ‘adlı kitapta etraflıca anlatmıştı. Rahmetli Sümer Akat, bunu da orada etraflıca anlatıyor.
* * * *
Tertip Komitesi kurulur. Tükenmez kalemle üzerinde aynen ‘Aziz Muhterem gurbetçi kardeşlerimin nazarı dikkatine. 3 Şubat 1965 mübarek Ramazan Bayram namazı Dom kilisesinde kılınacaktır. Mümkün mertebe herkes gazete, namazlık ve battaniyelerinizle tedarikli, gelmeniz rica olunur. Taşkınlığa meal vermeden, izdiham yaratmadan yüce dinimiz ve milletimize yakışır şekilde görevimizi iğfa etmeliyiz. Çevrenize de duyurulması rica olunur. En derin sevgi ve saygılarımla ‘yazan duyurular ö dönemki işçi hamlarına (yurtlarına) asılır.
* * * *
Tertip komitesinden Hikmet Uygun, Yusuf Topçu ve İbrahim Toparslan bayrama üç gün kala verilen izin üzerine hazırlanan bu duyuruları bisikletle dolaşıp Türklerin yaşadığı yerlere dağıtırlar. O dönemler Köln ve civarındaki Türk sayısının 60 bin civarında olduğundan hareket ediliyor. Tabii ki izin işinin o kadar da kolay olmadığı kolaylıkla tahmin edilebilir. 1942’den 1969’a kadar Köln Başpiskoposluğu görevini üstlenen Josef Frings‘in izni şahsen verdiği, ancak katedral yönetiminin karara da sahip çıktığı biliniyor. Türkler arasında önce bir tedirginlik yaşandığı, ancak daha sonra kabul edildiği söyleniyor.
* * * *
İnşaatına 13’üncü yüzyılda başlanan ve 19’uncu yüzyılda tamamlanan Gotik tarzdaki Katedral, Katolik dünyasının önemli merkezlerinden biri olarak kabul ediliyor. Namaz izin alındıktan sonra durum herkese duyurulur. Bayram sabahı seccadesini alan 700 civarındaki Türk, Katedrale gelir ve Katedralin kuzey kısmında namazını kılar. Namazı da Köln Ford fabrikasında çalışan, daha önce Bursa Ulucami’de müezzinlik yapan Mehmet Ali Karaman Hoca kıldırır. Bu olay hemen tüm Alman gazetelerinde büyük yankı uyandırır.
* * * *
Örneğin, haftalık Die Zeit gazetesi 12 Şubat 1965 günü „Müslümanlar Köln Dom’da (Katedral) namaz kılıyor. Ama Köln’deki lokallerde Türkler istenmiyor “başlığıyla duyuruyor. ‘1147 yılında İkinci Haçlı Seferi’ne çıkılırken dua edilen katedralde Müslümanlar Allah-u Ekber sesleriyle namazlarını kıldılar, giderken de katedralin bakımı için yardım kutusuna para attılar’ diye söz eder.
* * * *
Gazetenin haberine göre, aynı günlerde Köln’deki lokallerin kapısında ‘Yabancı müşterilerimizle çıkan sorunlardan dolayı Türkler giremez ‘yazıyormuş. Gazete, ‘Kilise yüzyıllık duvarları yıkarken, insanlar bir taraftan da bu duvarları örüyor’ diye bitiriyor haberini. Kölnische Rundschau gazetesi ise ‘3 Şubat 1965 dinler tarihine geçen bir gündü’ diyor haberin başlığında.
* * * *
Hıristiyan aleminin en kutsal yapılarından biri kabul edilen Köln Katedrali’nde 59 yıl önce karlı bir kış günü bayram namazının kılınmasına izin verilmesi, namaz kılınması, farklı dine mensupların birbirlerine karşı önyargısız, hoşgörüyle bakması gibi açılardan günümüz gözüyle daha da büyük bir önem kazanıyor bana göre. Bu tarihi olay göç tarihinde bir nostalji ama bir de bu açıdan bakmak gerekir diye düşünüyorum. Herkesin Ramazan Bayramı‘nı kutlar, sevdikleriyle birlikte huzurlu bir bayram geçirmelerini dilerim.

Devamını Oku

TEZATLAR İÇİNDE BİR TATİL

TEZATLAR İÇİNDE BİR TATİL
3

BEĞENDİM

ABONE OL

Antalya’dayız… Seçimden birkaç gün önce geldik. Lara‘daki otellerden birindeyiz… Balkonda oturmuş bu yazıyı yazıyorum. Karşımda masmavi Akdeniz. Bakınca insana sonsuzluk, özgürlük duygusu veriyor. Tam 22 ülkenin kıyısı var bu denize… Düşünüyorum da bu 22 ülkede binlerce yıldır ortak bir “Akdenizlilik” kimliği oluşabilmiş mi acaba? veya oluşamamışsa niye? Karalardan denizlere akan ırmaklar gibi binlerce yıl harman olan bir kültür var mı? Ne dersiniz? Sizler ne düşünüyorsunuz?

* * * *

Türkiye, İtalya, Yunanistan ve İspanya gibi Akdeniz ülkelerinde yaşayanlarda rastlanan kültüre biz Akdeniz kültürü diyoruz. Duygularla ile hareket etmek, sabırsızlık göze çarpıyor genelde… Mutfakta da balık, bol yeşillik ve zeytinyağı… Bu deniz etrafındaki kıyılarda Mısır, Hitit, Fenike, Hellen, Roma, Doğu Roma, Selçuklu ve Osmanlı gibi dünya tarihinin akışına yön veren medeniyetlere evsahipliği yapmış…

* * * *

Akdeniz milletlerinin ortak tarihini araştırmak için ODTÜ’deki fizik hocam Prof. Dr. Erdal İnönü ile tarihçi Prof. Dr. Halil İnancık çok çaba gösterdiler… İnönü, UNESCO genel kurulunda Türkiye’yi temsil ediyordu. Fikir onundu. Ama Prof. İnancık da tarihçi olarak çok destekledi. UNESCO da kabul edilmesiyle tüm Akdeniz ülkelerinde, Akdeniz Uygarlıkları Enstitüleri kuruldu. Türkiye’de de Akdeniz Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteriyor. İki değerli hocanın ruhu şad olsun…

* * * *

Altı ay önce de bir turizm toplantısı dolayısıyla buradaydım. Yılın ilk üç ayında Antalya’ya gelen turist sayısı geçen yıla göre artmış. Almanların bu yıl birinciliği Ruslardan devralacağı söyleniyor. Rezervasyonlar böyle gösteriyormuş. Eşimle sabahları erken kalkıp yalınayak kumda epey yürüyoruz. Herkes bilir, kumsalda yürümek, düz yolda yürümeye benzemiyor, daha çok çaba, daha çok efor gerektiriyor… Varsın gerektirsin… Kum tanelerinin adeta masaj etkisi de çabası… Stres, huzursuzluk veya yorgunluk duygusu, ayaklarımız yumuşacık kumlarla buluşunca uçup gidiyor sanki…

* * * *

Bilenler biliyor… Lara plajı, doğu batı doğrultusunda kilometrelerce uzanan sahil şeridi… Kuzey- güney yönlü sahil genişliği 40-45 metreyi buluyor… Bu genişlik yer yer 100-150 metreye kadar çıkıyor… Bunun ardında hemen Lara kumulları/ormanları başlıyor. Batı kısmında ilk birkaç kilometre oteller yok. Daha sonra istisnasız beş yıldız kategorisine giren oteller sıralanıyor. Arkadaki sokakları karış karış gezmesem de sordum. Keyifli sokakları yok. Biraz ruhsuz bir Antalya banliyösü desem ağır olur mu acaba?

* * * *

Lara Plajı Konyaaltı Plajı ile birlikte Antalya ‘nın ünlü iki plajından biri… Şehir merkezine yaklaşık 15 km. mesafede, doğuda… Lara ismine baktım. Hitit dilinde ‘Kum’ manasına geldiği, kumsal kelimesinin de dilimize Hititçe ’den yerleştiği söyleniyor. Bir kez Antalya’ya gittim, gazeteci dostlarla buluşmak üzere… LC07 nolu belediye otobüsüne bindim. Kundu’dan gelip Güllük’e gidiyormuş. Şoföre sordum bu hatta tam 67 durak varmış baştan başa… Bilet ücreti 18 Lira.

* * * *

Bunlar bir çırpıda aklıma gelenler… Tabii ki her şey tozpembe de değil. Tezat çok… Biraz otelin dışına çıkıp dolaşınca sözde alışveriş merkezi adı altında kırık dökük dükkanlar sıralanıyor yol boyunca. Dünyaca ünlü markaların kopyaları satılıyor. Bir terliğe eğilip baktım. Dünyanın bildiği bir marka. Adı bir yana bir de pervasızca ‘Made in Germany‘ yazıyor irice. Satıcıya naifçe bu gerçekten Alman malı mı dedim. Satıcı ‘Alman malı değil ama orijinalinden daha sağlam‘ demez mi? Gülümseyip yoluma devam ettim.

* * * *

Aldığım bilgiye göre, oteller doluya yakınmış. Sezon hazırlıkları da bir yandan sürüyordu. Tuhaf bir duygu. Beş yıldız oteller. İçerde her şey düşünülmüş. Dışarı çıkıyorsun, toz toprak, çöpler. Kırık dökük kaldırımlar… Bir bozkırdaymış gibi. Hani Ahmet Hamdi Tanpınar, romanlarında Konya için ’Bozkırın şehri‘ der ya… Otelin dışı da ona benziyor. Biraz ilerde suyu nedense koyu yeşil olmuş bir dereden o masmavi Akdeniz’e akıyor. Maalesef bu tezatlar bütünün bir parçası gibi… Buralardan sorumlu belediye başkanı buralardan geçerken gözlerini mendiliyle mi kapatıyor merak ediyorum…

Halit Çelikbudak

Devamını Oku

“KAYBET-KAYYBET”

3

BEĞENDİM

ABONE OL

Uzaktan bakınca görünen manzara şöyle; Ukrayna ve Gazze’de savaş. Ukrayna savaşı iki yıldır sürüyor. Askeri analizlere bakılırsa Ukrayna açısından durum uzun zamandır olduğundan daha ciddi. Kızıldeniz’de yük gemilerine yönelik roketler, Tayvan açıklarında deniz konuşlandırmaları, Afrika Sahel’de hareketlilik. Liste daha da uzatılabilir. Dünyanın her yerinde yangınlar var, sadece noktaları birleştirmek yeterli. Üçüncü Dünya Savaşıyla mı karşı karşıyayız? Yoksa aslında çoktan başladı da haberimiz mi yok veya bunu ancak geriye dönüp baktığımızda mı fark edeceğiz? Bilmiyoruz.
* * * *
Dönüp Avrupa’ya bakarsak şu anda güvenlik bir numaralı konu. Avrupa’yı sadece devam eden savaş değil, savaş sonrası korkusu sardı. Bu yüzden şu anda Avrupa’da silahlanma konusunda bir aciliyet duygusu var. Putin’in varlığı iddia edilen listesinde bir sonraki sırada olmadıklarından emin olmak için silahlı caydırıcı yetenek yeniden yaratılmak isteniyor. Almanya silahlı kuvvetleri ‘Bundeswehr‘ için 100 milyar Euroluk özel bir yatırım fonu oluşturdu. Bu fon, uzun yıllardır bekletilen büyük silah alımları yapmasına izin verdi. Peki bu büyük finansman paketi Almanya’nın ordusunu güncellemek için yeterli mi? Tartışılıyor.
* * * *
Kilit koru; Yatırım fonu, 100 milyar Euro. Sorun şu ki, Almanya bunu NATO’nun 2014’te öngördüğü yüzde 2 hedefine ulaşmak için kullanıyor. Şimdi, bu fon, tüm bu muazzam satın alma programlarının hesaba katıldığı 2027 yılına kadar kullanılacak. Ve o zaman asıl soru şu: Fon bittikten sonra ne olacak? Dolayısıyla Almanya’nın savunma harcamaları konusunda uzun vadeli bir netlik eksikliği var. Bu da savunma konularında büyük bir endişeye neden oluyor. Alman Şansölye “Güvenlik olmadan geri kalan her şey hiçbir şeydir. Barışçıl zamanlarda yaşamıyoruz. Eğer barış istiyorsanız, başarılı bir caydırıcı olmalısınız” diyor ama başka da bir şey söylemiyor.
* * * *
Güvenlik ile başladık, devam edelim. Takip edenler bilir. Geçen hafta küresel güvenlik politikaları zirvesi 60. Münih Güvenlik Konferansı yapıldı. Ağırlıklı olarak Ukrayna ve Ortadoğu’da devam eden iki savaş konuşuldu. 900’den fazla katılımcı, 50’ye yakın devlet ve hükümet başkanı, 100’den fazla bakan ve düşünce kuruluşu, sivil toplum kuruluşu ve şirket temsilcisinin yer aldığı bir konferans. Siyasi analistler konferansta tartışmaları şekillendiren görünmez konuğun aslında Donald Trump olduğunu işaret ediyorlardı. Bu yıl yeni bir odak noktası “Küresel Güney” eklendi. Daha önce “Üçüncü Dünya” denilen bu ülkelerin hangi tarafta, Batı’da mı, yoksa Rusya ve Çin tarafında mı oldukları da epey konuşuldu.
* * * *
Her yıl zirve kapsamında yayınlanan ‘2024 Münih Güvenlik Raporu’‘na ‘kaybet-kaybet?’ (lose-lose?) başlığı atıldı. Oysa 2000’li yılların başlarında her konu için ‘kazan-kazan’ (win-win) vazgeçilmez slogandı. Yaşanan moral bozukluğunu iyice anlamak lazım ama zaten raporun girişine şöyle yazılmış, ‘Jeopolitik gerilimler ve ekonomik belirsizlik arttıkça, dünyanın dört bir yanındaki birçok hükümet artık uluslararası işbirliğinin mutlak faydalarına değer vermiyor. İşbirliğinden diğerlerinden daha az yararlanacağına dair korkuyor‘ Yani artık ‘Herkes kendi yoluna‘ veya ‘gemisini kurtaran kaptan‘ durumu.
* * * *
Merak edenler uzun raporu mutlaka okuyacaktır. Şöyle diyor; Soğuk Savaş sona erdiğinde dünya küresel bir işbirliği çağını başlatıyor gibi görünüyordu. Hem yerleşik oyuncular hem de yeni girenler için bir kazan-kazan durumuydu. Küresel refah “pastası” önemli ölçüde büyüyordu. Ancak Soğuk Savaş sonrası ilk dönemin iyimserliği çoktan ortadan kaybolmuş durumda. Bugün, uluslararası toplum, “muazzam bir küresel işlevsizlikle çıkmaza girmiş durumda” ve “çağımızın büyük dramatik zorluklarıyla mücadele etmeye hazır veya istekli değil.‘
* * * *
Rapor, küresel sorunlara kalıcı çözüm üretecek bir ortam için mevcut ‘kısır döngü’den çıkılması gerektiğini de önermekte. Ama bunun kolay olmadığı görülüyor. Çünkü Memnuniyetsizlik var. Raporda ‘Batı’daki kilit aktörler ve Küresel Güney olarak adlandırılan ülkelerin tümü statükodan ve dillere destan pastadan kendilerine düşen paydan memnun değiller. Pek çok vatandaşın bakış açısına göre küresel pasta büyürken, payları da giderek küçülüyor. Eşitsizliğin arttığı bir ortamda, pek çok insan “oldukça haklı gerekçelerle sistemin hileli olduğuna inanmaya başladı ‘ diyor.
* * * *
Geriye dönüp bakarsak, 2020’deki etkinliğin sloganı “Batısızlık” dı. Batı, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonraki ilk on yıllarda “neredeyse tartışmasız askeri hareket özgürlüğüne” sahipti. Ama 2020’den itibaren Batı egemenliğinin olmadığı bir dünya artık mümkün görünmeye başladı. Münih Güvenlik Raporu 2020’de de Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un şu sözleri yazıyordu. “18. yüzyıldan beri Batı hegemonyasına dayalı bir uluslararası düzene alışmıştık. Ama artık işler değişiyor‘. Evet dört yıl içinde işlerin hzla değiştiğini görüyoruz. 2024 raporu da zaten bunu teyid ediyor.

Devamını Oku

HOLLANDA´DA NE OLUYOR?

3

BEĞENDİM

ABONE OL

Şöyle başlayalım. Hollanda’da halen Mark Rutte başkanlığında görevdeki hükümetin kurulması 2021/22’de 299 gün sürdü. Dokuz ay, bir rekordu. O dönemler herkes bunun bir daha yaşanmaması gerektiğini söylüyordu. 22 Kasım 2023 seçiminden neredeyse üç ay sonra, bu rekor tekrar konuşulmaya başlandı. Hollanda siyasetinin liderleri yeni hükümet arayışlarını sürdürüyor. Aslında Hollanda yeni bir hükümete sahip olmaktan çok uzak görünüyor. Sorun: Seçim sonucunu hayata geçirecek koalisyon imkansız gibi gözüküyor.
* * * *
Sorunun bir adı var, Geert Wilders. İslam’ı ve AB’yi eleştiren özgürlük partisinin (PVV) lideri. Seçimde meclisteki 150 milletvekilinden 37’sini kazanarak seçimin galibi olmuştu. Wilders sıradan bir politikacı değil. 60 yaşındaki Wilders, 1998’den bu yana milletvekili. Peroksitli sarı saçlarıyla tanınan Wilders ülkenin en tanınmış milletvekillerinden. ‘Hollandalı Donald Trump‘ lakaplı bu siyasetçi 2004’te Başbakan Mark Rutte başkanlığındaki partiden ayrıldı. İki yıl sonra Özgürlük Partisi’ni kurdu. Tehditler nedeniyle izole edilmiş özel hayatı hakkında pek bir şey bilinmiyor. Çok sıkı güvenlik önlemleri altında yaşıyor.

* * * *
Bilmeyenler için yazalım. Hollanda siyasetinde koalisyon görüşmelerini bir arabulucu yürütür. Tayin edilen arabulucu eski bakan Ronald Plasterk’in kurduğu masa üç ay sonra dağıldı. Merkez sağ Yeni Sosyal Sözleşme (NSC) partisinden eski Hıristiyan Demokrat Pieter Omtzigt ve Çiftçi Yurttaş Hareketi’nden (BBB) Caroline van der Plas masadaydı. Sağcı liberal Özgürlük ve Demokrasi İçin Halk Partisi’nin (VVD) olası bir sağ ittifaka dahil olmak istemeyen ama buna hoşgörüyle yaklaşan lideri Dilan Yeşilgöz de masadaydı. Wilders yönetiminde bir hükümet konuşuluyordu.
* * * *
Yeni Sosyal Sözleşme (NSC) partisinin lideri Omtzigt, kalkarak masayı dağıtmış oldu. Omtzigt, başlangıçta ülkenin kötü mali durumu ve bütçeye yönelik riskler konusunda yeterince bilgi verilmediğini öne sürdü. Arabulucuyu suçladı. Ama daha sonra Wilders’e güveni olmadığının da bilinmesini istedi. Seçim kampanyasında camilerin kapatılması ya da Kur’an’ın yasaklanması gibi tartışmalı projeleri konuşan Wilders, bunları gündeme getirmeyeceğini söylese de inandıramadı.
* * * *
Prensipte neredeyse üç ay önceki parlamento seçimlerinden sonra aynı seviyeye geri dönülmüş oldu. Arabulucu raporunu hazırlayıp meclise sundu. Tartışmalara bakılırsa Wilders liderliğindeki sağcı çoğunluk kabinesinin şimdilik ihtimal dışı olduğu görülüyor. Yeni Sosyal Sözleşme (NSC) partisinin lideri Omtzig, ‘azınlık hükümeti‘ veya tamamen ‘teknokrat‘ veya ‘parlamento dışı‘ hükümet olabileceğini söylüyor. Yeşilgöz de ‘parlamento dışı‘ bir kabineden yana konuşuyor.
* * * *
Yeni arabulucu bağımsız Sosyal ve Ekonomik Konseyin başkanı 50 yaşındaki Kim Putters oldu. Putters, Sosyal ve Ekonomik Konsey’in (SER) başkanı ama çoğu kişi onu 2013’ten 2022’ye kadar Sosyal ve Kültürel Planlama Ofisi’nin (SCP) yüzü olan adam olarak tanır. SCP, Hollanda’nın sosyal ve kültürel alanlardaki mevcut durumunu araştırıp kabine, Senato ve Temsilciler Meclisi, bakanlıklar ve diğer kurumlara tavsiyelerde bulunur. Dolayısıyla Putters için etkili ve deneyimli bir arabulucu denilebilir.
* * * *
Yeni arabulucu Kim Putters, şimdi parti liderlerinden hemen bir masa kurmak yerine önce parlamento dışı bir kabinenin tam olarak neleri gerektirdiğini araştıracak. Net bir resim elde etmek için önümüzdeki haftalarda anayasa hukuk uzmanları ve tüm parti liderleriyle görüşecek. Hollanda’nın parlamento dışı kabine konusunda hiçbir deneyimi olmadığı için önce bu konuyu açıklığa kavuşturacak. Raporunu 11 Mart haftasına kadar hazırlaması bekleniyor.
* * * *
İster azınlık, ister parlamento dışı bir kabine ihtimali araştırılsın, bence araştırılması gereken bir diğer konu da ‘Neden giderek daha fazla Hollandalı seçmen Geert Wilders, gibi aşırı sağcı, populist politikacıya oy veriyor? sorusudur. Sosyoekonomik faktörler açıklamanın yalnızca bir kısmıdır. Özellikle daha yoksul, daha az eğitimli sınıfların popülist partilere oy verdiği sıklıkla söyleniyor. Bu doğru. Ama Hollanda’da daha iyi durumda olanların da oy verdiği anlaşılıyor. Yerleşik bir iktidar yapısına karşı protesto olabilir mi acaba?

Devamını Oku