Halit Çelikbudak

Halit Çelikbudak

19 Mayıs 2025 Pazartesi

    YAPAY ZEKA´YA NE KADAR HAZIRIZ?

    YAPAY ZEKA´YA NE KADAR HAZIRIZ?
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Makinelerin bir gün insan emeğinin yerini alacağı fikri yeni değil… Yüzyıllardır romanlarda, filmlerde ve sayısız ekonomi raporunda karşımıza çıkıyor… Yapay zeka, insanlık tarihinde kendisinden önceki herhangi bir devrimden daha fazla değişiklik yaratabilir. Google CEO’su Sundar Pichai, bunu ‘ateşin veya elektriğin icadından daha derin‘ olarak nitelendiriyor… Yapay zekanın karmaşık sorunların çözümünde yardımcı olacağı şüphesiz.

    * * * *

    Open AI CEO’su Sam Altman da, yapay zekanın ‚‘şaşırtıcı başarılara‘ yol açacağını söylüyor. Ancak, üretken yapay zeka ve makine öğrenmesinin hızla yayılması, küresel iş gücünün büyük bir bölümünün otomatikleştirilmesine ve hem beyaz yakalı hem de mavi yakalı işlerin ortadan kaldırılmasına yol açacak. Elbette milyonlarca yeni iş yaratılacak ama yüz milyonlarca iş daha kaybolursa ne olacağı belirsiz.

    * * * *

    Yaklaşan bu riske sanırım kimse hazırlıklı görünmüyor. “ABD’deki toplam istihdamın yüzde 47’sinin yüksek risk kategorisine girdiği, yani bu işlerin otomatikleşebileceği tahmin ediliyor. Soru sadece yapay zeka ile neler yapabileceğimiz değil… Günümüzde yapay zeka yetenekleri neredeyse herkesin beklediğinden daha hızlı gelişiyor. Birçok alanda insanları geride bırakmaya başladı bile.

    * * * *

    İronik olan şu ki, programlama ve yazılım mühendisliği meslekleri de yapay zekanın yayılmasından en çok etkilenen meslekler arasında yer alıyor.Yapay zekanın önümüzdeki yıllarda en büyük etkisinin imalat sektöründe görülmesi bekleniyor. Otomasyonun yalnızca üretim işleri için değil, aynı zamanda hizmet faaliyetleri için de yaratacağı sonuçlar küresel bir tartışmaya yol açmıştı, ve bu tartışma bugün de devam ediyor.

    * * * *

    “Karanlık fabrikalar” olarak adlandırılan sistemler halihazırda mevcut: Bunlar gece gündüz çalışıyor ve bir avuç yönetici dışında neredeyse tamamen otomatikleştirilmiş durumda. Çoğu görev, insanlardan farklı olarak çalışmak için ışığa ihtiyaç duymayan (bu nedenle adı yapay zeka tarafından kontrol edilen robotlar) tarafından gerçekleştiriliyor. Buralar ‘neredeyse hiç insan müdahalesi olmayan yerler‘ olarak tanımlıyor.

    * * * *

    Yapay zekanın öncelikli olarak tekrarlayan veya sıkıcı görevleri üstleneceği ve insanların  daha yaratıcı çalışmalara zaman ayıracağını, böylece örneğin doktorların hastalarına, öğretmenlerin öğrencilerine veya mimarların yenilikçi tasarımlara daha fazla zaman ayırabileceği düşünülüyordu. Daha önceki teknolojik değişimlerde olduğu gibi, yapay zeka kaynaklı iş kayıpların yeni işlerle telafi edileceği iddia ediliyordu.

    * * * *

    Ama yapay zekanın radikal ve farklı olan yanını dikkatten kaçırmamalıyız. İlk kez, sadece bir araç değil, kararlar alabilen, kendini geliştirebilen ve gerçekliği doğrudan şekillendirebilen otonom bir etken olan bir teknolojiyle karşı karşıyayız. Etkileri çok derin olabilir. Tekrarlıyorum belki ama asıl soru sadece yapay zekayla neler yapabileceğimiz değil, yapay zekanın bize neler yapabileceği olmalı…

    * * * *

    Yapay zeka refahı artıracak mı? Bilmiyoruz… En azından şu an kesin bir cevabı yok sanırım…Ama yapay zeka kesinlikle zaman kazandıracak. Ancak profesyonellere yaratıcı veya insan odaklı çalışmalar için daha fazla zaman kazandıracağı fikri tam da ikna edici değil galiba… Yapay zekanın istihdama etkisi de dünya genelinde aynı şekilde hissedilmeyecek sanırım. Her ülkede farklı etkileri olacak.

    * * * *

     Yapay zeka alanındaki son gelişmelerin hızı birçok hükümeti ve şirketi şaşırttı. Bazıları iş gücünü değişime hazırlamak için önceden adımlar atıyor. Son yıllarda yüzlerce yapay zeka yasası, yönetmeliği, kılavuzu ve standardı oluşturuldu, ancak bunlardan yalnızca birkaçı yasal olarak bağlayıcıdır. Bunun bir istisnası , yapay zekanın kullanımı için kapsamlı bir yasal çerçeve oluşturmayı amaçlayan AB Yapay Zeka Yasası’dır.

    * * * *

    Çin ve Güney Kore‘de ulusal yapay zeka stratejileri geliştirdi. ABD, düzenleyici engelleri azaltarak inovasyona öncelik veriyor. Diğer ülkeler, büyük ölçüde yapay zeka düzenlemesinin dışında sanırım… Ama şirketlerin rekabet güçlerini kaybetme korkusuyla yapay zekayı mümkün olduğunca hızlı ve yaygın bir şekilde kullanma baskısı altında oldukları gözleniyor. Şimdilik durum bu… Gelişmeleri izlemekte  yarar var…

    Devamını Oku

    JEOEKONOMİ ÇAĞI

    JEOEKONOMİ ÇAĞI
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Farkında mısınız? Dünya, jeoekonomi çağına açıkça girdi. ABD’nin dramatik tarife artışı, dünyanın jeoekonomi çağına girdiğinin sadece son işareti. Özellikle de Çin, diğer ülkelere göre göreceli bir avantaj elde etmek için giderek daha fazla ticaret aracı kullandığından, gerginlikler on yıldan uzun süredir zaten artıyordu. Bu gerginlik, ABD Başkanı Donald Trump’ın kapsamlı gümrük vergileriyle dramatik bir şekilde doruk noktasına ulaştı.

    * * * *

    İngiliz finans çevrelerinin sözcüsü The Financial Times gazetesi de geçtiğimiz günlerde ‘Jeoekonomi çağına hoşgeldiniz‘ diyordu. Gazetenin yayın kurulu üyesi, köşe yazarı, Cambridge’deki King’s College’da dekan Gillian Tett’in verdiği bilgiye göre, kısa bir süre önce Washington’da, Beyaz Saray’ın yakınlarında, üniversitelerden ve IMF gibi kurumlardan onlarca ekonomist ‘jeoekonomi‘ nin durumunu tartışmak üzere bir araya gelmiş.

    * * * *

    Gazete için önceleri Tokyo, Rusya ve Brüksel’de muhabirlik yapan, pek çok ödüllü bir gazeteci olan Gillian Tett’in makalesini okuyunca biraz daha geniş araştırdım. Hafızamı yokladım. ‘Jeoekonomi‘ kelimesi yakın zamana kadar pek kullanılmıyordu. Jeoekonomi ekonomi ve jeopolitik arasındaki kesişimi, uluslararası siyasi rekabetin ekonomik politikaları ve sonuçları nasıl şekillendirdiğini inceleyen bir disiplin.

    * * * *

    20. Yüzyılın serbest piyasa çerçevesinde genel olarak rasyonel ekonomik çıkarın, egemen olduğu varsayılıyordu. Politika, ekonominin türevi gibi görünüyordu -tam tersi değil. Artık olmadığı belli. Jeoekonomi hükümetlerin güç oyunları için ekonomik ve finansal politikaları nasıl kullanabileceklerini anlatıyor. Sadece Trump’ın başlattığı ticaret savaşı değil, birçok yerde de ekonominin politik oyunların gerisinde kaldığı bir dünyaya doğru gidiyoruz.

    * * * *

    Artan jeoekonomik gerginlikler, ekonomik bağımlılığın karşılıklı olarak faydalı olduğu liberal ekonomik politikaların değişmesine yol açıyor. ABD Başkanı Trump tarafından başlatılan ticaret savaşı, neoliberal ekonominin standartlarına göre çok mantıksız göründüğü için birçok yatırımcıyı şok etti. Ancak “mantıklı” olsun ya da olmasın, yaşanan bir gerçek. Şirketler “CGO” veya baş jeopolitik görevlisi” olarak yeni bir rol yaratmaya çağrılıyor.

    * * * *

    Şirketlerin bu fikri gerçekten benimseyip benimsemeyecekleri bilinmiyor. Ama şirketlere yapılan çağrılara ilaveten ABD’de John Hopkins, Stanford, Almanya’da Kiel gibi üniversiteler, IMF ve Atlantic Council gibi kuruluşlarla birlikte ‘jeoekonomi‘ programlarını genişletmeyi düşünüyorlarmış. Türkiye’deki üniversitelerde de umarım bu yönde atılımlar yapılır, varsa bu programlar genişletilir, gençler bu alanda da eğitilir.

    * * * *

    Gillian Tett, haftalık köşe yazısında önemli bir şeyi işaret ediyor. Şöyle yazıyor; ‘Bu olgu (değişim) sadece bir adamla (Trump) ilgili değil; entelektüel ruh halinde çok daha büyük bir dönüm noktasını işaret ediyor; bu zaman ruhu değişiminin önemli bir yönü, hükümetlerin artık “sadece” ülkelerinin mutlak refahına değil, aynı zamanda göreceli konumlarına da odaklanmasıdır. Bu ayrım incelikli gelebilir, ancak bu derin bir öneme haizdir‘

    * * * *

    Anlaşılıyorki ‘mutlak refah‘ zihniyeti ticaret işbirliğini destekliyor, ancak ‘rekabet kendi ülke refahını gölgede bırakırsa‘ durum değişiyor. Trump’ın Amerika’nın rakipler tarafından ‘dolandırıldığı‘ yönündeki öfkeli söylemi, başka bir deyişle, işte Gillian Tett’in işaret ettiği zihinsel değişimi yansıtıyor. Bu ABD ve Çin ile sınırlı değil tabii… ABD ve Çin jeoekonomik stratejilere başvururken, diğer ülkeler de buna yanıt olarak onları takip ediyor.

    * * * *

    Anlaşılıyorki iyi ya da kötü, jeoekonomiyi yönetmeyi öğrenmek şart. Sadece dilek tutarak bu durum yok edilemez. Ticaretin, diplomasinin, finansın ve enerjinin stratejik hedeflere ulaşmak için nasıl kullanıldığını ve nihayetinde küresel güç dinamiklerini nasıl etkilediğini iyi anlamak şart. Teknoloji, ticaret, finans ve askeri politikaların artık jeoekonomi çağında görülmemiş bir şekilde iç içe geçtiği bir çağa girdik sanırım.

    Devamını Oku

    ÇALKANTILI DÖNEM

    ÇALKANTILI DÖNEM
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Şöyle başlayalım. Dünya çalkantılı bir dönemden geçiyor. Göreve geleli henüz dört ay olmasına rağmen, ABD Başkanı Donald Trump’ın sözleri ve eylemleri siyasette, ekonomide tektonik değişimler yaratıyor. Onun düşüncelerini anlamak kolay değil. Tahmin etmek ise neredeyse imkansız gibi. Kendi açıklamasına göre, ABD’ye dünya ticaretinde haksız muamele edildiğini düşündüğü için gümrük vergileri koydu.

    * * * *

    Küresel ticaretin Trump’ın gümrük vergileriyle ağır bir darbe alacağı anlaşılıyor. Uluslararası Para Fonu 22 Nisan Salı günü ‘Politika Değişiklikleri Ortasında Kritik Bir Dönüm Noktası’ başlığıyla Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’nu yayınladı. Rapor dünya ekonomisinin gidişatı hakkında bir yol haritası niteliğinde kabul edilir. Küresel ticareti vuran istikrarsızlığın kaçınılmaz olarak küresel büyümeyi vuracağı konusunda uyarıyor. Küresel ekonominin yüzde 86’sını temsil eden 127 ülkenin büyüme tahmini düşürüldü.

    * * * *

    IMF direktörü de zaten “Dünya ekonomisi yeni ve büyük bir sınavla karşı karşıya” diyor. Rapora göre, Trump’ın agresif gümrük vergisi politikası nedeniyle küresel büyümenin yavaşlaması bekleniyor. Küresel ekonominin Ocak ayındaki tahminlerden önemli ölçüde daha yavaş bir şekilde yüzde 2,8 oranında büyümesi bekleniyor. Yani 0,5 puanlık bir düşüş söz konusu. Almanya’dan sıfır büyüme bekliyor. Almanya’nın G7 sanayi ülkeleri arasında bir kez daha geride kalacağını öngörüyor.

    * * * *

    IMF’nin raporunda Türkiye’ye yönelik 2025 ekonomik tahmini büyüme de yüzde 2,7 olarak veriliyor.  Para politikalarında son dönemde yapılan değişiklikler nedeniyle 2026 yılında yüzde 3,2’ye çıkacağının tahmin edildiğini yazıyor.  Marmara Üniversitesi’nden Prof. Burak Arzova, geçtiğimiz günlerde, ‘IMF ya da Dünya Bankası’nın raporlarındaki tahminler genellikle Türkiye için pek tutmaz‘ diyordu.

    * * * *

    Prof Arzova’ya göre, ‘Türkiye’nin iç dinamiklerini doğru analiz edemedikleri için büyüme tahminlerinde çoğunlukla yanılırlar. Fakat hızla değişen dünya ekonomik koşullarında bugünden yılsonuna nokta atış büyüme tahmini yapmak da kolay değil.‘ Bir önceki yıl yayınlanan raporda Türkiye’ye dair büyüme tahmini yüzde 2,6 idi. Bu yeni raporda thmini 0,1 artışla yüzde 2,7’ye yükseltilmiş. Tahminde hafif bir iyileştirme yapılmış.

    * * * *

    IMF de  zaten dünyanın yeni bir döneme girdiğini işaret etse de bu yeni dönemin nasıl olacağını tasvir edemiyor. Aslında şimdi ortaya çıktığı söylenen yeni bir uluslararası ekonomik düzen için ortada bir plan yok.  IMF de, bilinmeyeni anlamlandırmaya çalışıyor bence. Enflasyon, işsizlik ve durgunluk tehlikesi var mı? Bilinmiyor. Sadece bildiğimiz şu;  Önümüzdeki birkaç yıl belirsizliklerle dolu olacak. Sadece görerek hareket edebilecek.

    * * * *

    Türkiye penceresinden bakılırsa, yeni düzende risklerden yeni fırsatların doğabileceği düşünülebilir. Örneğin Orta Koridor’un yeniden canlanması ihtimali. Çin’den başlayıp, Orta Asya, Hazar Denizi, Kafkaslar ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya uzanan rota. Bu rotanın kapasitesinin Ukrayna Savaşı’nın başlamasından sonra 3 milyon tonu aştığı, şimdi hedefin 10 milyon tonu aşmak olduğu konuşuluyor. Olabilir mi?

    * * * *

    Taşların yerine oturması belki zaman alacak ama tektonik değişimin kendisi, ritmi istisnasız her ülkeyi – Türkiye’yi de – etkileyecek. Şunu da gözardı etmemek gerektiğini de unutmamalıyız. Elbette fırsatların varlığı başarıyı garanti etmiyor. Bu yüzden Türkiye’nin enflasyon girdabından ve diğer kırılganlıklarından bir an önce kurtulması gerek. Böylece nadir gerçekleşen bir küresel ticaret dönüşümün yarattığı fırsatlardan yararlanabilir.

    * * * *

    Şu anda dünyada karamsarlık hakim. Gerçeklerle devam edelim. Günümüzde küresel ekonomi, baskın bir üretim merkezi Çin ve baskın bir finans merkezi ABD etrafında şekilleniyor. Çin küresel sanayinin neredeyse üçte birini temsil ediyor ve ABD’ye baktığımız zaman da şunu görüyoruz. Küresel finans sisteminin yaklaşık yüzde 60’ını dolar oluşturuyor. ‘Bundan sonra ne olacak?‘ büyük sorusu herkesin kafasında. Akıl yürütmek için bu gerçekleri bilmek önemli.

    Devamını Oku

    ANTALYA´DAN İZLENİMLER

    ANTALYA´DAN İZLENİMLER
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Yazmıştım… Kısa bir tatil için Antalya’dayız… Şu an Lara’daki bir tesisin deniz kıyısındaki barındayız… Karşımızda masmavi Akdeniz… İnsana sonsuzluk duygusu veriyor… Kıyıları Mısır, Hitit, Fenike, Hellen, Roma, Doğu Roma, Selçuklu ve Osmanlı gibi dünya tarihine yön vermiş medeniyetlere evsahipliği yapmış… Ünlü bir yazar ‘Akdeniz’i tutkuyla sevdim‘ demiş ya bizimki de aynı…

    Birara sıkı bir rüzgar çıktı, yüksek dalgalar kıyıya vurmaya başladı… Cankurtaran genç direğe kırmızı flamayı çekti. Yüzmek tehlikeli ve yasak… Denizde kimse kalmadı. Yakındaki bara geçtik… Eşim kitap okuyor… Avusturyalı yazar Robert Seethaler‘in ‘Das Cafe ohne Namen‘ romanını… İçinde çok sayıda küçük portre ve anekdot bulunan bir roman.

    Ben de bara yaslanmış İngiliz ve Belçikalı turistlerle sohbete daldım. Kayınbirader çok uzun yıllardır Londra yaşıyor… Londra’yı konuştuk… İngilizlerin en çok Fethiye, Ölüdeniz, Göcek, Dalyan veya Marmaris’te tatil yaptıkları ama artık Antalya’ya yöneldikleri söyleniyor. Sebebini o da bilmiyor, eşiyle hep Antalya’ya geliyormuş…

    Orta yaşlı Belçikalı turist Brüksel’de bir şirkette yöneticiymiş. Eşiyle her yıl gelirmiş Antalya’ya… Biraz siyaset de konuştuk… Belçika’da Flamanlar ve Valonlar (ve Almanca konuşan Belçikalılar) yaklaşık 200 yıldır ortak bir devlette birleşmiş olmaları gerçeğini… Brüksel bölgesi anayasa gereği Flamanca ve Fransızca iki dilli.

    ‘Brüksel’de bölgesel seçimin üzerinden 10 ay geçti. Meclis’teki 14 partiden 89 vekil var. Hala koalisyon kurulamadı/tartışılıyor. Konut sorunu, uyuşturucuya bağlı suçlar, doğru dürüst çalışmayan metro gibi AB metropolünün sorunlarının nasıl çözüleceği henüz bir kez bile müzakere edilmedi. Brüksel bölgesinin borcu yedi yıl önce 5 milyar avro iken, bugün 14 milyar avroya ulaştı.‘ diyor Belçikalı… Dertli mi dertli… Bir dokun bin işit misali…

    ‘Avrupa’da pek çok insan savaştan, terörden, işsizlikten, yoksulluktan, yabancı olan her şeyden korkuyor. Bu nedenle birçok kişi AB yerine ülkenin kendi çıkarlarına daha fazla odaklanmasını istiyor. Bu durum, aşırı milliyetçi populist partilerin yükselmesine de yansıyor‘ diyorum. Dost canlısı Belçikalı onaylıyor… İngiliz de ‘İt’s so true‘ diyor…

    Neyse rüzgar dindi, deniz sakinleşti… Cankurtaran genç, kırmızıyı indirip sarı-kırmızı flamayı çekti. Gence ‘Çektin yine GS flamasını‘ diyorum şaka yollu… FB kongre üyesi olarak ‘Plajlarda siyah-beyaz, sarı-kırmızı flamalar var da niye sarı-lacivert yok‘ diye ekliyorum… Gülüyor… Deniz suyu serin ama tertemiz… Girip çıkıyoruz…

    Epey ilerimizde DSİ’ye ait bir kepçe Akdeniz’e ulaşan derenin kumla kapanan ağzını açmak için harıl harıl çalışıyor. Dün gidip kepçeciyle konuşmuştum. O her yıl bu işi yapıyormuş. Dağlar gibi kum tepeleri yığıyor. Doğanın gücü işte… O açıyor, deniz kumları getirip kapıyor, akma dercesine… Kepçe operatörü akıllı adam…

    Derenin ağzı tıkanınca denizden balıklar dereye geçip yumurta bırakamıyormuş… ‘Halit abi ben kumu çekerken doğanın ekolojik dengesini sağlıyorum aslında. Balıklar yumurtluyor, çoğalıyor‘ diyordu… Almanya’da çok akrabası varmış… Yıllar önce Almanya’da yaşayıp tatile gelen genç bir kız ile tanışmış. ‘Beni beğenmedi‘ diyor…

    Ekliyor… ‚‘Önce üzülmüştüm ama iyi ki beğenmemiş. Evlendim. İki kızım var. Eşim de çalışıyor. Kepçe operatörü oldum. Memnunum, mutluyuz. DSİ’de çalışıyorum. Almanya’ya ithal damat olup belki de mutsuz olacaktım.‘ Cevabım ‘Hayat bu işte… akıp gidiyor. Önemli olan senin ve eşinin mutluluğu‘ oldu. ‘Evlatlarını iyi yetiştir‘ dedim…

    Devamını Oku

    ANTALYA´DAN HİKAYELER…

    ANTALYA´DAN HİKAYELER…
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Eşimle kısa bir tatil için Antalya’dayız… Lara/Antalya’da bir tesisteyiz… Lara plajında her sabah ve akşam uzun yürüyüşler yapıyoruz… Bir tarafımızda masmavi Akdeniz, diğer tarafımızda mitolojileriyle, hikayeleriyle yüklü Toros Dağları’nın etekleri… Torosların arkasında da yörük yaylaları, uzayıp giden vadiler, ovalar…

    Lara güzel bir isim… Hititler’in çağdaşı bir halk Luvi’lerin dilinde ‘kum‘ demekmiş… Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre de su perisi, nazik, kibar anlamına da geliyormuş… Lara isimli kişiler sanatsal açıdan yetenekliymiş… Ama geç karar verirlermiş… Karar sizin… Hangisini kabul ederseniz…

    Frankfurt’ta alanda ‚gidişler/kalkışlar’ı gösteren levhaya baktım. Tekrar baktım. Aynı uçak şirketinden birer saat arayla beş sefer vardı Antalya’ya… Şirketin en üst düzey yetkilisi de uçaktaydı… İzin almadığım, özel bir sohbet olduğu için yazamıyorum… Ama özetle rağbet fazlaymış… Nazar değmesin…

    Konakladığımız tesiste bin sekiz yüz civarında misafir var… sekiz yüz civarında İngiliz… Bir hayli de Hollandalı ve Alman… Turizmcilerin yüzü gülüyor sanırım… Tesiste o anki yerinize göre, sanki İngiltere, Hollanda’da veya Almanya‘dasınız… Dileğimiz rağbetin hız kesmeden yıl boyunca sürmesi… Tesisin yaz kış 700 civarında çalışanı var çünkü…

    Antalya’ya gittik birkaç kez… Meşhur 07 veya 511 hat nolu belediye otobüsleriyle… Atatürk Caddesi’nde gezerken traş olayım dedim… Kapıdaki kuaföre sordum. Sadece kuru kesim dedim. 750 Lira dedi. Gözüm de pek tutmadı desem yanlış olmaz…

    Karşıya geçtik… Pasajdaki berbere girdim. Fiyat aynıdır diye sormadım bile. Geçip boş koltuğa oturdum. İki müşteri daha vardı. Müthiş bir muhabbete kulak misafiri oldum. Youtube koysan rekor kırar belki… Traş bitti. Borcumuz dedim. 300 Lira dedi… Hatta ‘çay söyleyelim. çayımızı iç‘ ısrarı falan da ekstrası… Eşim bekliyor dedim. Teşekkür edip ayrıldım.

    Eşime bir terlik baktık. Kaba görüşlü ama şimdilerde moda olan rahat deniz terliği… İlk dükkanda 1000 Lira dedi. İstediğimiz renk yoktu. Başka bir dükkanda renk vardı, numara yoktu. Yine de sorduk 600 Lira dedi… Çarşıda bir başka dükkanda istediğimiz renk ve numarayı bulduk. Alıcıyız yani. Biz sormadan 420 ama 400’e olur dedi. Aldık…

    Biraz yorulduk. Cumhuriyet Caddesi’nde soluklanmak için birer kahve içelim dedik eşimle… Üzerinde Hacı ….. yazan kafede kaldırımda bir masaya otururken garson bayan üzerinde iki sıra arkalı önlü fiyatları yazan kalınca bir karton getirdi. Ben Türkiye’de ‚Amerikano‘ denilen normal filtre kahve içeceğim. Baktım 200 Lira yazıyor.

    Eşime de ne içeceğini sordum. Garson şaşırdı. Bana ‘Aaa siz Türkçe konuşuyorsunuz. Türksünüz‘ dedi ve fiyat listesini elimden alıp seyirtip gitti. Bir başkasını getirdi. ‚Size yanlışı vermişim. Türkler için bu geçerli‘ dedi… Baktım aynı liste fiyatlar değişik. Biraz önceki kahvenin karşısında 130 Lira yazıyor.

    İki kahveye 260 Lira ödeyip kalktık. Yaşıyorsa Allah uzun ömür versin, vefat ettiyle Allah rahmet eylesin ama Hacı …. ‘Senin kafede bunları yaşadık. Olmadı. Yakışmadı‘ diyorum buradan… Kısa bir Antalya turunda böyle bir fiyat kaosu yaşadık…

    Daha yazacak şeyler var… Hepsini yaşadık, dinledik… Peyderpey yazarım belki… Yolda elektronik tertibatı bozulduğu için indiğimiz otobüs mü dersiniz, yanlış otobüse binen yolcunun hikayesi mi dersiniz yoksa Almanya’dan evlenmek için gelen kızın beğenmediği kepçe operatörünün anlattığı hikaye mi… Hayat bu akıp gidiyor…

    Devamını Oku