Adil Hacıömeroğlu

Adil Hacıömeroğlu

17 Haziran 2025 Salı

    ZALİMİN DEĞİL, MAZLUMUN YANINDAYIZ

    ZALİMİN DEĞİL, MAZLUMUN YANINDAYIZ
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Atatürk, 18 Ekim 1921 günü Ankara’da Azerbaycan Elçisi Abilof’un söylevine verdiği yanıtta şunları söylüyor: “(…) Anadolu bu vaziyetiyle bütün zulümlere, hücumlara, taarruzlara maruz bulunuyor. Anadolu yıkılmak, çiğnenmek, parçalanmak isteniliyor; fakat efendiler, bu hücumlara Anadolu’yla kısıtlı ve sınırlı değildir. Bu hücumların genel hedefi bütün Doğu’dur.

    Anadolu her türlü tasallutlara, taarruzlara karşı bütün mevcudiyetiyle nefsi müdafaa etmektedir ve bundan muvaffak olacağından emindir. Anadolu bu müdafaasıyla yalnız kendi hayatına ait vazifeyi yapmıyor, belki bütün Doğu’ya yönelik hücumlara bir set çekiyor. Efendiler, bu hücumlar elbette kırılacaktır. Bütün bu tasallutlar mutlaka nihayet bulacaktır. İşte ancak o zaman Batı’da, bütün cihanda hakiki sükûn, hakiki refah ve insaniyet hüküm sürebilecektir. (Emperyalizm ve Tam Bağımsızlık, Kaynak Yayınları, 1. Basım, Nisan 2018, s. 166)” Görüldüğü gibi Atatürk, büyük bir öngörüyle Anadolu’da emperyalizme başkaldırının bütün Doğu’yu (Asya’yı) kurtuluşa götürecek bir savaşım olduğunu vurgulamakta. Onun için baş düşman, kapitalizm ve onun bağrından çıkan emperyalizmdir ona göre.

    Atatürk, mazlum milletlerin emperyalizme, yani zalimlere karşı yaptıkları savaşların insanlığın kurtuluşu olduğunu söylüyor. Bu mazlum milletlerin dünya görüşlerine, toplumsal düzenlerine, dinsel inançlarına, etnik kökenlerine bakmıyor Büyük Önder. Onu ilgilendiren yalnızca o milletin mazlum oluşu ve zalimlerce ezilmesi.

    İsrail, İran’a saldırıyor ABD emperyalizmi adına. Atatürkçü geçinen kimileri: “İran’ın başında mollalar var.” diyerek içten içe ABD-İsrail’in zulmüne alkış tutmaktalar ne yazık ki. Yani mazluma karşı zalimin (emperyalizmin) safında yer alıyorlar. Bu, emperyalizme işbirlikçilik değil de nedir?

    Atatürk, 18 Nisan 1920’de Hâkimiyeti Milliye gazetesindeki başyazısında şunları yazıyor: “Emperyalizm aleyhine mücahede ilan etmek, vicdanı olan bütün insanlara bir vazifedir. Herkes kendi mesleğinde çalışmakla beraber, milletlerarası bir işbirliği ile bu maksadı temin eylemelidir. Lakin dünyayı istila etmek isteyen genişleme ve istila taraftarlarının azgın tehdidinden dünyayı kurtarmak ancak kapitalizmin kaldırılmasıyla mümkün olur. (Kurtuluş Savaşı’nın İdeolojisi/Hâkimiyeti Milliye Yazıları, Kaynak Yayınları, s.136)” Bu sözleriyle Atatürk, günümüzde zalimin zulmü karşısında ne yapmamız gerektiğini açıkça anlatarak bizlere yol gösteriyor.

    Emperyalizme karşı ırk, dil, din, mezhep, siyasal görüş, yaşam biçimi ayrımı yapmadan herkesin yanında olmak gerektiğini vurgulamakta Atatürk yukarıdaki sözleriyle. Asıl düşmanın da kapitalizm olduğunu vurgulamakta. Yani asıl savaşın kapitalizmin ortadan kaldırılmasıyla olacağını anlatıyor yoruma gerek kalmadan.

    Atatürk, yukarıdaki iki ayrı açıklamasıyla kapitalizm ve emperyalizme karşı durmanın bir vicdan, insanlık savaşı olduğunu belirtiyor. Yüreğindeki insanlık duygusunu yitirmemiş, vicdanı kararmamış herkesin emperyalizmin ve onun piyonu olan İsrail’in saldırısı altında olan İran halkının yanında olması, insanlık ve vicdan savaşıdır.

    Türlü gerekçelerle emperyalist saldırıları haklı göstermek; saldırgana, sömürücüye ve insanlık düşmanlarına hizmettir. Böyle bir durumda “Armudun sapı, üzümün çöpü var.” demek emperyalizme hizmetin örtülmesi değil de nedir?

    Emperyalizm ve kapitalizmin insanlığı tutsaklaştırıp yok etmek için ördüğü duvardan bir tuğla düşürenlere selam olsun. Her tuğla düştüğünde mazlum milletler daha çok soluklanıp özgürleşecek. Bundan kimler rahatsız olur ki?

    Adil Hacıömeroğlu

    Devamını Oku

    İÇİMİZDE NE DE ÇOK İSRAİL’E TAPINAN VARMIŞ?

    İÇİMİZDE NE DE ÇOK İSRAİL’E TAPINAN VARMIŞ?
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    İsrail, ABD ve Avrupalı emperyalistlerin desteğinde gemi azıya aldı. İnsan öldürmekte ve ülkeleri yakıp yıkmakta sınır tanımıyor. Filistinliler, tüm dünyanın gözü önünde dünyanın bugüne dek görmediği en acımasız soykırıma uğratılıyor Siyonistlerce. Uygar denen Batı, yalnızca izliyor. İzlemekle de kalmıyor, İsrail’e yeryüzünün en öldürücü silahlarını veriyorlar. Uygarlık, çoluk çocuk günahsız insanları öldürmekse ben uygar değilim.

    İsrail, 13 Haziran 2025 Cuma günü sabaha karşı İran’a çok sayıda uçakla saldırdı. Birçok yeri yakıp yıktı. Onlarca kişiyi öldürdü. Öncelikle şunu söylemeliyim ki ABD’nin desteği olmadan İsrail, bu saldırıları ve Filistinlere soykırımı yapamaz. Çünkü İsrail, Batı Asya’da ABD çıkarlarını korumak için var olan bir devlet. Bu kirli savaşta kullandığı silah, teçhizat ve mühimmatlar başta ABD olmak üzere diğer batılı emperyalistlerce sağlanmakta.

    İsrail saldırısında, başta genelkurmay başkanı olmak üzere İranlı bazı üst düzey devlet yöneticileri öldürüldü. Ülkemizdeki ABD kuyrukçusu bazıları ile İsrail severler koro halinde Tel Aviv yönetimine övgüler düzmeye başladılar. İçlerinde İran’a karşı kin, İsrail’e sevgi var nedense. Bu kişiler, İran’ın ne denli geri bir ülke olduğunu, İsrail’in ise ne denli usçu davrandığını söylediler televizyonlarda ve sosyal medyada. Peki, neden?

    Ülkemiz, 1945’ten başlayarak Atlantik sisteminin etkisine girdi. Ne yazık ki sağcısıyla solcusuyla birçok kişi, emperyalist aldatmacalara kapılarak ABD ve Avrupa’ya hayran oldu. ABD, bu süreçte ülkemizde kendi çıkarlarını savunacak siyasal partilere ve terör örgütlerine destek verdi. Yıllardır içimizde ABD çıkarları için Atatürk ve Cumhuriyet üzerinden ulus devletimizle kavga edenler var. ABD’ye göbeğinden bağlı FETÖ ve PKK, her fırsatta batı övgücülüğü, mazlum ulus sövgücülüğünü güçlendirmek için bazı siyasal parti tabalarını oymaktalar. Ne yazık ki medyanın önemli bir bölümüne egemen olanlar, Atlantik sürecinde ABD’nin sesi olarak görev yaptılar. Nedense bugün de içlerindeki ABD sevgisi, mazlum sövgüsü zaman zaman ortaya çıkmakta.

    “Ahirette, Cennet’e giden yol İran’ın içinden geçse ben sorarım kenarından bir yol var mı, derim.” Bu sözler, Fetullah Gülen’e ait. Şaşırdık mı bu sözlere? Asla! ABD’nin devşirerek besleyip büyüttüğü birinin bu sözleri söylemesi çok olağan. Çünkü sahibinin sesi… ABD’ye tapınanın, ondan beslenenin İran’a düşman olması kadar doğal ne var?

    “İran’da güneş doğsa şemsiyenin altına saklanın, radyasyonludur.” diyor bazı siyasetçilerin üstat(!) dediği ve sıkıştığında İngiltere’ye sığınan Kadir Mısıroğlu. Emperyalizmin değirmenine su taşımanın en kestirme yolu, mezhepçilik üzerinden komşuya düşmanlık yapmak. Ayrıca dünyada, emperyalizme karşı ilk Kurtuluş Savaşı’nı kazanan Atatürk’e de savaş açar bu meczuplar, efendileri adına.

    Ekranlarda AKP’yi savunan Selman Öğüt, sosyal medya hesabında: “İran’dan İsrail’e şöyle bir misilleme yapıldı: Kahrol düşman al sana bir bomba!” diyerek kendince İran’la dalga geçip İsrail’i övmekte.

    Ekran ekran dolaşıp AKP propagandası yapan ve her fırsatta İran’ı eleştiren Gazeteci Taha Hüseyin Karagöz, sosyal medya hesabından İran’ı küçümseyerek İsrail’e güç atfetmekte, neden? Gerçi İran’ın İsrail’e yaptığı saldırılar karşısında sözünden dönse de hızla ve dairesel döndüğünden yeniden aynı yere, yani İran karşıtı ve İsrail yandaşı konumuna geldi.

    “Yine İsrail ve İran danışıklı dövüş yapıyor. Fotoğraflardan çok açık bir şekilde belli oluyor bombalar nokta atışı belirli hedeflere atılıyor. İran muhalifleri Siyonistlere temizletiyor sanırım. Siyon ACEM OYUNU… Allah samimi Müslümanları korusun. (Yazım ve noktalama yanlışlarını düzelttim.)” Paylaşıma bakın, nasıl da İran düşmanlığı içeriyor. İran’a düşmanlık, emperyalizme dostluk değil de nedir? Bu paylaşım, Mehmet Ardıç adlı sosyal medya kullanıcısından. Esin kaynağı, İngiliz dostu ve Atatürk düşmanı Kadir Mısıroğlu. Yani kılavuzu karga…

    Sosyal medyada Sağcı Gazete diye bir hesap: “İran, İsrail’e animasyonlar ile karşılık vermeye başladı.” diyerek kendince İran’la dalga geçiyor. Dalga geçerken de İsrail’in gücüne tapınarak Siyonizm yandaşı olduğunu açık ediyor. Sağcı Gazete’nin de kılavuzu, İngiliz sever Mısıroğlu.

    “İsrail’den Azerbaycan’a dost ateşi!

    İsrail, İran’ın kuzeybatısında yer alan Tebriz kentinde, dost ülke olarak tanıdığı Azerbaycan vatandaşlarının yaşadığı Doğu Azerbaycan Eyaleti’nde 10 farklı noktayı hedef aldı.” Bu tümce de Sağcı Gazete’den. Tebriz’de yaşayanlar Azerbaycan yurttaşı mı, yoksa Azeri kökenli İranlılar mı? Ne yazık ki ABD ve İsrail’in İran’ı bölme amacına hizmet etmekte sözde AKP yandaşı bu sosyal medya hesabı. İsrail’in 13 Haziran’da başlayan saldırısından sonra Netanyahu’nun ilk açıklaması, İran’ın bölünmesi yolundaki açıklaması değil miydi?

    “İsrail’in İran’a ve Güney Azerbaycan’a yönelik saldırılarına herhangi karşı hareket göstermeyen İran, yeni bir animasyon videosu yayımladı.” Bu paylaşım da kendince Türkçü bir görüşü savunduğunu sanan TÜRK’ÜN SESİ adlı sosyal medya kullanıcısından. Güney Azerbaycan bir devlet mi? ABD’nin İran’ı bölme kervanının gönüllü NATOTürkçüsü.

    “İran İslam ve Animasyon Cumhuriyeti yeni bir animasyon filmi yayınlayarak (yayımlayarak olmalı) dosta korku, düşmana huzur ve güven verdi.” Bu da kendini milliyetçi olan gören Volkan Giritli adlı İran düşmanı, ABD-İsrail dostu bir sosyal medya kullanıcısından. Bu doğrultuda onlarca ileti paylaşmış.

    “İran’ın İsrail’e ciddi bir yanıt verme imkânı bulunmuyor.

    Gelen görüntü ve bilgilerden anladığımız İsrail’in İran’da neredeyse vurmadığı askeri stratejik nokta kalmamış. İsrail’in hedef aldığı bütün noktalar İran’ı avucunun içi gibi öğrendiğini gösteriyor. (…)” Nevşin Mengü’nün bu paylaşımına hiç şaşırmadım. Çünkü o, emperyalist çizgide yayın yapmasa şaşırırdım.

    Neyse uzatmayalım. 13 Haziran günü İsrail’i yüceltip ona tapınan, İran’a söven binlerce sosyal medya paylaşımı var. Üstüne üstlük bir de yandaş ve candaş televizyon kanallarında boy gösteren İsrail sevicileri gördük. Sağdan soldan bu kişileri birleştiren ortak payda İran düşmanlığı, İsrail dostluğu.

    Kimi Yeşil Kuşak İslamcılarını, sözde milliyetçileri, bölücüleri, batıcılığı Atatürkçülük sanan aymazları birleştiriyor İran düşmanlığı. Aklını etnik köken milliyetçiliğiyle, mezhepçilikle, laikçilikle bozmuş cümle ABD muhipleri, batı emperyalizminin gönüllü askerleri; ABD ve İsrail’in yanında saf tutuyorlar İran’a karşı. Rastlantı mı bu? Hayır, dünde Atatürk’e karşı İngilizlerin yanında kol kolaydılar. Anlaşılacağı üzere durum da onların mevzileri de pek değişmedi.

    Adil Hacıömeroğlu

    Devamını Oku

    NAZIM HİKMET’LE İLGİLİ BİR ANI

    NAZIM HİKMET’LE İLGİLİ BİR ANI
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Devrimci düşünceyle çok küçük yaşta tanıştım. Babam köy enstitülü bir öğretmen olarak okuma alışkanlığı olan biriydi. Her gün evimize birden çok gazete girerdi. Ayrıca aylık dergilerden bazılarının da sürdürümcüsüydük. Bunların yanı sıra kısıtlı bütçemizin bir kısmı da kitap alımı için ayrılırdı. Bundan da anlaşılacağı üzere kitap, dergi ve gazetelerin olduğu bir evde doğup büyüdüm. Böyle olunca da ülkemizin ve dünyanın birçok yazarıyla erkenden tanışma fırsatı buldum.

    Ortaokulda devrimci düşüncelerle az da olsa bir tanışıklığım oldu. 1973-74 Öğretim Yılında Of Şehit Ahmet Türkkan (Kore savaşında şehit olan komşu köyümüzden bir subay) Lisesi’ne kaydoldum. Liseye başladığımda bu tanışıklığım, serpilip gelişti. Dünya görüşüm biçimlenmeye başladı bu yıllarda. Zaten 1968’de başlayan devrimci rüzgâr, büyüyerek sürüyordu. Özellikle de gençliği etkiliyordu. Dünyada da devrimci eğilim, o dönemde güçlüydü. Dünya, emperyalizme karşı savaşımın yükseldiği ve ezilen ulusların sömürüden, baskıdan kurtulma yoluna girmişti. Devrimci yükselişler, kültür, sanat alanında da etkili olur. Bu etkiyle toplumcu-gerçekçi bir sanatın, kültürün gelişmesi de olağan.

    Liseye başladığımda okuduğum kitapların içerikleri değişmeye başladı. Ayrıca Anadolu gerçeklerini anlatan öykü ve romanlar da başköşedeydi. Yanı sıra bilimsel, düşünsel içerikli kitapları da okuyorduk. Bu yıllarda dünya edebiyatıyla da tanıştık. Okuduğumuz kitapları, arkadaşlarımızla tartışırdık. Okuduklarımızı, arkadaşlarımıza verirdik onlar okusun diye. Halkevinde seminerler düzenlerdik. Bu seminerler, düşünsel eğitim kazandırdığı gibi demokratik olgunluk da oluşturuyordu bizlerde. Ayrıca bu toplantılar, aktöresel bir gelişimi de sağlıyordu.

    Nazım Hikmet’in şiirleri elimizden de dilimizden de düşmezdi lise yıllarımızda. Onun şiirleri, yaşadığımız Doğu Karadeniz Bölgesi’nin dereleri gibiydi. Dört mevsim suyu kesilmez gürül gürül akardı belleğimizde. Derelerimizin temiz sularının kayalara çarparak gelen çağlayanları gibi çağlardı yüreğimizde. Onun “Kuvayı Milliye” ve “Memleketimden İnsan Manzaraları” kitapları elimizden düşmezdi. Hem kendimiz okur hem de arkadaşlarımıza okurduk. Anlaşılacağı üzere Okur, okur, okurduk.

    Lise birinci sınıfta Hilmi Saral’la aynı sınıftaydık. Nerdeyse okulun ilk gününde arkadaş olduk. Okul içinde dışında neredeyse her gün buluşur söyleşirdik saatlerce onunla. Başka arkadaşlarımız da zaman zaman katılırdı bize. Lise 2’ye geçmiştik. Biraz daha bilinçlenmiştik. İkimiz de ulusal bayramlarda şiir okurduk. Şiirlerimizi, okulumuzun edebiyat öğretmeni seçerdi. Lise birinci sınıfın yarısında okul müdürümüz değişti. Yeni müdürümüz Metin Doğu, milliyetçi-muhafazakâr bir çizgideydi. Doğaldır ki Soğuk Savaş döneminin biçimlendirdiği düşünsel ortamda o zamanın milliyetçileri, Nazım Hikmet’e şiddetle karşıydılar. 29 Ekim 1974 günü kutlanacak Cumhuriyet Bayramı hazırlıkları başlamıştı okulumuzda. Müdürümüz, edebiyat öğretmenimizin seçtiği şiirleri denetliyordu kendince. İstemediklerinin okunmasına izin vermiyordu. Hilmi, elinde bir gazete ya da dergi kesiğinde yer alan bir şiir getirdi. Bunu okumak istediğini söyledi. Müdürümüz ve Edebiyat Öğretmenimiz Raif Özben’in karşısında şiiri okudu. Müdürümüz, çok beğendi şiiri. Şiiri nereden bulduğunu, kime ait olduğunu sordu. Hilmi: “Yazarını bilmiyorum, yırtık bir gazetede gördüm, hoşuma gitti.” dedi. Hilmi, şiiri çok güzel okumuştu. Onun bu şiiri okuması için izin çıktı.

    Hilmi’nin okuduğu şiir: “Ayın altında kağnılar gidiyordu” dizesiyle başlıyordu. Okuyacağı şiirden önceden haberim vardı. Okumaya başladığında Raif Bey’in cam şişenin dibine benzeyen kalın camlı gözlüklerinin arkasından gözleri parladı ve müdürümüze baktı yan gözle. Metin Bey, kendini şiiri kaptırmıştı. Dinledikçe hoşlandığı belliydi. “Sarışın bir kurda benziyordu” dizesi okunduğunda müdürümüzün yüzündeki mutluluk arttı. Ne de olsa düşüncelerinin simgesi kurt vardı şiirde.

    Şiirin Nazım’a ait olduğunu bilen birkaç kişiyiz. İçten içe seviniyoruz. “Dörtnala gelip uzak Asya’dan/ Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan/ Bu memleket bizim” dizeleriyle sona doğru yaklaşırken şiir, müdürümüz iyice keyiflenmişti. Atalarımızın kopup geldiği toprakları vurgulayan dizeler onu milliyetçi, tarihsel düşlere daldırmıştı. Şiirin okunması bitti. Müdür Bey, onayını verdi.

    29 Ekim günü geldi kaşla göz arasında. Of Meydanı’nda bayram kutlaması başladı. Konuşmalar yapıldı, Sıra şiirlere geldi. Sırayla okuyoruz şiirlerimizi. Derken sıra Hilmi’ye geldi. Başladı okumaya. Okulumuzun ve diğer okulların öğretmenleriyle adli, idari ve mülkü erkân can kulağıyla dinliyor onu. Şiir okundukça gülümsemeler başladı içten içe. Yüzlerde memleketimizin bin bir renkli kır çiçekleri açmaya başladı. Az sonra kulaktan kulağa fısıldaşmalar… Şiir bitti. Bayramımızı dünyaca ünlü ozanımız Nazım Hikmet’le kutladık böylece.

    Törenden sonra Metin Bey de öğrendi şiirin ozanını. Ancak iş işten geçmişti. Çünkü şiirin okunmasına onay veren kendisiydi. Suç varsa o da kendisinindi. Eğer soruşturma açsaydı kendi bilgisizliği ortaya çıkacaktı. Bir şiirini bile okumadığı dünyaca ünlü bir ozanı, yaftalayarak ona düşman olmanın bilgisizliği.

    Ne yazık ki toplumuzda yıllarca benzer durum ve olayları yaşadık. Soğuk Savaş dönemi milliyetçileri ve İslamcıları, ABD’nin yönlendirmesiyle yurt içinde dost ve düşmanlarını seçiyorlardı. Bir kez ABD, Nazım’a “komünist” demişti. Ülkemizi yönetenler de NATO’ya bağlılıkları nedeniyle ABD’nin verdiği yargıya uyarak çocuk ve gençlerimizi, hatta büyüklerimizi Nazım Hikmet’ten korumak için seferber olmuşlardı. İçlerinden biri de çıkıp: “Bu Nazım ne yazmış?” diye merak etmemişti. Bu nedenle okumadıkları şiirlere, tanımadıkları Nazım’a düşman olmuşlardı ne adına, kimler adına?

    Adil Hacıömeroğlu

    Devamını Oku

    EŞLER ARASINDA SAYGI VE SEVGİ

    EŞLER ARASINDA SAYGI VE SEVGİ
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Kadın ve erkeği eş yapan ev kurmalarını sağlayan şey, birbirlerine karşı duydukları içten saygı ve sevgidir. Sevgi ve saygının olmadığı bir yerde kadınla erkek eş olamaz. “Eş” demek, “eşit” demek. Eşit olmak için de sevgi ve saygı, bir evliliğin iki temel direği olmalı. Bu direklerin üstünü örten çatı da güven…

    Kimi zaman kadınla erkek evlenir, ancak eş olamazlar. Bazen biri bazen de ikisi birden üstünlük yarışına girer. Eşlerden birinin diğerine karşı üstünlük kurma, onu değiştirme ya da küçümseme, adım başı karşısındakine kusur bulma tavrı evlilikleri çatırdatır. Ne yazık ki böyle bir tutum, çocuklara kötü örnek oluyor. Onların tinsel gelişimlerini olumsuz yönde etkiliyor.

    Eşler, zaman zaman çocuklarının gözü önünde birbirlerini içtenlikle övmeli. Bir eş, diğerine ne kadar değerli ve güzel özelliklere sahip olduğunu, onunla evlendiği için ne denli şanslı olduğunu söylemeli. Bu; çocuk için mutluluk, güven, erinç ve geleceğe uzanan sevgi, saygı, güven ve umut yolu olur. Bu yolu açan da kapatan da anne ve babadan başkası değil. Eşe söylenecek bir çift güzel sözün çocuklarını nasıl güvenli bir geleceğe yönlendirdiğinin ayırdına varmalılar öncelikle.

    Kişi, eşiyle övünmeli. Övgüleri, çocuğunun yanında dile getirmeli. Bu övgüyü eşe, tüm içtenliğiyle söylemeli; yapmacık olmamalı. Çünkü çocuklar, içten olamayan yapmacık davranışları çok kolay fark eder. Unutmamalı ki çocuk söylenene değil, yapılana bakar. Onun için sözden çok, davranış etkili. Bu nedenle davranışlar ölçülü, içten, etkileyici ve örnek olmalı. Övgüyü dile getiren eşin duruşu, bakışı, ses tonu, beden dili, el ve kol devinimleriyle yüzünün biçimi çok önemli. Bütün bunlar doğallık ve içtenlikle birleştiğinde çocuk etkilenir bundan. Böylece çocuk, yaşadığı doğru, içten, mutlu anne ve baba ilişkisine bakarak gelecekteki kendi ilişki örneğini şimdiden oluşturur belleğinde.

    Ne yazık ki bazı anne ve babaların birbirlerini, çocuklarının yanında kötülemeleri geri dönüşü çok zor olan tinsel kopmalara neden olur. Eşlerden biri bunu yaparken asıl zararı, biricik yavrusuna verdiğini bilmeli.

    Çocuk, anne ve babasının ilişkisine bakarak erince, tinsel dinginliğe kavuşur. İçinden “Benim annem/babam iyi biri. İyi ki onların çocukları olmuşum.” der. Bu da onun gelecekte kuracağı evin temelini oluşturur.

    Anne, çocuğa: “Bugün baban, seni gezdirmek için işini gücünü bıraktı. Zamanını, senin gezip eğlenmen için kullanacak. O, olmasaydı bir kanadımız kırık kuş gibi olur, uçamazdık.” dediğinde o küçük yürekte filizlendirdiği mutluluk fidanının köklerinin ne denli derinlere gideceğini bilmeli, dallarının da geleceğe uzandığını.

    Baba, çocuğuna: “Annen, senin için olağanüstü güzel giysiler seçti. Bunu kutlamak için de senin sevdiğin yemekleri pişirdi. Annen, her saatini bizler mutlu olalım diye harcıyor. O olmasa bir yanımız eksik kalır.” dediğinde, yaşamındaki en önemli varlığının içinde nasıl bir sevgi, güven duygusu oluşturduğunun ayırdına varmalı.

    Çocuk, emeğe saygıyı evinde öğrenir. Anne ve babanın birbirlerinin yaptıkları işleri övmesi, çocuk için değerli, vazgeçilmez, iyi bir örnek. Pişirilen bir yemeği, düzenlenen bir sofrayı, hazırlanan bir izlenceyi, gidilecek bir geziyi övgüye değer bulmak; çocuk için çok önemli. Bir iş için harcanan emeği, akıtılan alınterinin değerini bilip karşısındaki eşe “Sağol” demek, çocuğun emeğin değerini bilmesini sağlar. Bu da onda duygudaşlığı geliştirir.

    Bir evde saygı, sevgi kadar önemli. Eşler arası ilişkide saygılı bir dil kullanılması, çocuğun tinsel sağlığı için çok gerekli. Eşler arasında saygının vazgeçilmezliğini yaşayarak öğrenen çocuk, gelecekte kuracağı yuvanın temelini saygıyla atar. Saygı gösteren, saygı görür; düşüncesi doğrultusunda önemli bir yaşam ilkesini benimser bu yolla.

    Eşe, çocuğunun yanında söylenecek bir “Sağol” sözcüğünün onun tinsel sağlığı üzerindeki büyük etkisi açıkça görülebilir. Bu nedenle günlük yaşamada eşinden bir “Sağol” demeyi esirgemenin ev yaşamının büyük eksikliği değil mi?

    Çocukların rol modellerle büyüyüp kişilik kazandıkları gerçeğini, usumuzdan çıkarmamalı.  Bu, anne ve babaların vazgeçilmez gerçeği. Eşlerin birbirinden esirgediği övgüler; aslında çocuklarının içinde yeşerecek olan ve onun yaşamının tümünü etkileyecek sevgi, saygı, güven, umut, dayanışma fidanlarını soldurur. Bu da eşlerin çocuklarına yaptıkları en büyük kötülük…

    Eşe yapılan övgüler, çocuğa ve ailenizin geleceğine yaptığınız büyük bir yatırım. Anne ve babanın çocuklarının yaşamına küçük bir dokunuşla nasıl büyük, sağlam, önemli bir işi başarabileceklerinin örneğidir bu. Bu nedenle eşler, hem birbirlerine karşı özverili olmalı hem de çocukları için.

    Unutulmasın ki bugünün kötü insanları, cana kıyanları, toplumun erincini kaçıranları, mutsuz bir yaşam sürdürenleri, sağlıksız bireyleri, psikiyatristlere koşanları, çevresine yaşamı zehir edenleri, yaşamı boyunca sevgiyi tatmayanları, yaşamın her alanındaki saygısızları, başarısızlıktan başarısızlığa koşanları, kendisiyle barışık olmayanları, (dilim varmıyor ama) suç makinesi olanları dün birer masum bebektiler. Hepsini, bu duruma getiren temelin anne-baba ilişkileriyle atıldığını üzülerek söylemeliyim.

    Adil Hacıömeroğlu

    Devamını Oku

    ADAM OLACAK ÇOCUK

    ADAM OLACAK ÇOCUK
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Atalarımız, adam olacak çocuğun b.kundan belli olacağını söylemişler yüz yıllar önce. Bu sözdeki değişmece anlam düşünülmediğinde söylenmek istenen anlaşılmaz nedense.

    “Adam olacak çocuk b.kundan belli olur.” atasözü, “Bir kişinin başladığı işte başarılı olup olmayacağı işe nasıl başladığından anlaşılır.” anlamında. Demek ki bir işe iyi başlayıp iyi bitirmeli.

    Evet, bir çocuk; ilk adımlarını attığında, okula gittiğinde, evde yaptığı işlerde, ders çalışmaya başladığında, yaşamı algılama biçiminden gelecekte neler yapabileceği anlaşılır. Burada çocuğun ilk çocukluk döneminde, anne ve babanın ona kazandıracağı bazı alışkanların, disiplinin, düzenin, planlı davranmanın, izlence oluşturmanın büyük önemi var.

    Anne ve baba, çocuklarına değerli olduğu duygusunu kazandırmalı. Çocuk da bunu içselleştirmeli. Kendini değerli olarak düşünüp duyumsayan çocuk, buna koşut olarak özgüvenini geliştirir kolayca. Zaten başarının yolunu açan da özgüven değil mi?

    Bir çocuğun kendini değerli olarak görmesi, kendisiyle barışık olması demektir. Kendisiyle barışık birinin çevresindeki kişilerle özellikle de arkadaşları ve öğretmenleriyle barış içinde olmasını sağlar. Böylece sağlam bir uzlaşma kültürünü de benimsemiş olur. Uzlaşmacı kişi; tartışmayı, karşısındakiyle düşünce alışverişi yapmayı iyi bilir. Bu yol, onun öğrenmesini hızlandırır. Ayrıca bir yaşam disiplini kazanmasını da sağlar.

    Bir çocuğun değerli olduğunu düşünüp duyumsaması, kendini olduğu gibi kabul etmesi demek. Günlük yaşamında yaptığı doğruları da yanlışları sahiplenmektir kendini değerli olarak görmek. Bu; doğruları çoğaltmayı, yanlışlardan ders çıkarmayı sağlar. Yanlışlardan ders çıkarmadan yaşam yolunda amaca yürünmez. Yeryüzünde, her insan yanlış yapar. Kişi, yanlışlarını öğrenmenin bir aracı olarak görmeli. Bazı anne ve babalar, çocukları yanlış yaptığında sanki büyük bir felaket olmuş gibi üzülür, söylenir, yakınır, içgüçleri (moralleri) bozulur, karamsarlıkla bir çıkmaz sokakta debelenirler. Oysa yanlışı, çocuk yapmışsa onu doğruya çevirecek olan da odur.

    Kimi anne ve babalar, çocuklarını değersizleştirmek için çabalarlar bilerek ya da bilmeyerek. Bu, çocukların özgüvenini yıkar. Çocuğun başarıya ulaşma amacına giden yoluna birçok engel koyar. Ne yazık ki birçok anne ve baba bu kötülüğü yapar çocuğuna bilinçsizce.

    Çocuk, istekli olmalı; çalışmak, başarmak, üretmek, yaşamı güzelleştirmek, yararlı işler yapmak için. İsteksiz bir kişinin başarması, yapması, üretmesi, kendisiyle barışık olması, öğrenmesi, kendini aşması olanaksız. Bu nedenle küçük dokunuşlarla onları isteklendirmeli. Kişi, istediğinde başarır. Çocukların içindeki isteği genellikle yok eden anneler, babalar, bazı öğretmenler, biraz da çokbilmiş bazı aile büyükleriyle konu komşu. Çocukları olumsuz etkilerden uzak tutmak her anne ve babanın başlıca görevi. Bu arada önce kendilerinin de olumsuz etki yapmaması gerekir.

    Çocuğun ulaşacağı bir amacı olmalı. Amaç olmadan, başarı olmaz. “Gideceği liman belli olmayan gemiye, hiçbir rüzgâr yardım etmez.” sözünü çocukların usundan çıkarmaması gerekir. Liman, kişinin amacı, hedefi. Bu nedenle her çocuğun varmak istediği bir liman olmalı. Amaçsız olmak, boşuna kürek çekmektir. Hedefler belirlenirken kişi; kendi yeteneğini, becerilerini, birikimlerini göz önüne almalı. Belirlenen gerçekçi hedeflere kısa zamanda, kolayca ulaşılır. Çocuk, kimi zaman düş sayılabilecek hedefler de seçebilir. Böyle hedefleri seçti diye onun içgücünü bozmamak gerek. Bu hedefler, uzun erimli… Kişi, şunu bilmeli ki düş olmadan gerçek olmaz Birçok buluş, önce düşlenmiş, sonrasında yaşama geçirilmiştir.

    Çocuk, bir işe başladığında kararlı olmalı. Kararlı olmak, işte sürekliliği getirir. Kararsızlık; başarıyı, hedefe varmayı engeller. Bu nedenle çocuklarımızda kararsızlığa neden olacak onların içgücünü bozucu söz ve tavırlardan kaçınmalı. Kararlı olmak, hedefe giderken yolumuza çıkacak engelleri aşmada bize kolaylık sağlar. Kısacası kararlılık, zoru kolay kılar.

    Çocukların en çok gereksinim duydukları şey, sabır… Çocuklar, hemen hedefe varıp başarmak ister. Oysa bir işi başarmanın, hedefe varmanın bir süreci var. Bunun için de emek harcamak ve alınteri dökmek gerek. Sabretmeden yapılan çalışma, başarı meyvesini vermez. Atalarımızın “Sabırla koruk helva olur, dut yaprağı atlas.” sözünü, akıldan çıkarmamalı. Sabretmek, kimi zaman kişiye zor gelebilir. Ancak sabrın sonunda ulaşacağımız başarının verdiği mutluluk; bu yolda çektiğimiz sıkıntıları, acıları, zorlukları birden unutturur bize.

    Çocuk; değerli, sabırlı, hedefli, kararlı ve istekli olmayı içsese dönüştürmeli. Bu içsesi, zaman zaman dinlemeli, ona kulak vermeli. Bu konuda anne ve babalara büyük iş düşüyor, öğretmenlere de. Çocukların duygu ve düşüncelerine bu içsesleri işlemek anne, baba ve öğretmenlerin birincil görevi. Bunu savsaklamak, toplumumuzun geleceği olan çocukları başarısızlığa tutsak etmek değil de nedir?

    Adil Hacıömeroğlu

    Devamını Oku