ŞEHİT KAYMAKAM KEMAL BEY

ŞEHİT KAYMAKAM KEMAL BEY
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey, babasının memuriyeti nedeniyle 1 Mart 1884’te Beyrut’ta doğdu. Balkan kökenli bir ailenin çocuğudur. 24 Temmuz 1908’de Mülkiye Mektebi’ni bitirdikten sonra devlet hizmetine girdi. Yurdun farklı yerlerinde görevler yaptı.

Yozgat mutasarrıflığı ve Boğazlıyan kaymakamlığı görevinde bulunduğu sırada, Osmanlı hükümeti Ermenilere tehcir kararı aldı. Bu sırada görevde olan Kemal Bey, devletin yasal çerçevesinde Ermeni tehcirinde görevini yaptı.

Birinci Dünya Savaşı sırasında bin yıldır aynı topraklarda yaşadığımız, komşuluk yaptığımız ve Osmanlının “Kavmi Sadıka” dediği Ermeniler; düşmanla işbirliği yaptı. Özellikle ülkemizin doğu bölgelerinde Rusların işgalleri sırasında silahlı Ermeni çeteleri büyük kıyımlara girişti. Savunmasız insanları, gözlerini kırpmadan öldürdüler. Bazı köylerde, neredeyse canlı insan bırakmadılar.

Yerleşim yerlerinde neredeyse genç erkek yoktu. Çünkü onlar, farklı cephelerde çarpışan ordumuzun askeri olmuşlardı. Düşmanla işbirliği yaparak savunmasız yerlere saldıran Ermeni çetelerinin bu ihanetini durdurmak gerekiyordu. Bu nedenle Anadolu’nun birçok yerleşim yerinde yaşayan Emeniler, o dönemde Osmanlı toprağı olan Suriye’ye yerleştirildiler. O günkü koşullar düşünüldüğünde bu göç olayı kolay olmadı. Ulaşım olanaklar yeterli değildi. Göçen Ermenileri kolluk güçleri korumaktaydı. Buna karşın bazı öldürme ve soygun olaylarına engel olunamadı. Ermenilerin büyük çoğunluğu yerlerine sağ salim ulaştı.

Mondros Mütarekesi’nden sonra İstanbul işgal edildi itilaf devletlerince. İşgalle birlikte padişahın ve İstanbul hükümetinin işgalcilere teslimiyeti söz konusuydu. Bu nedenle ulusal varlığın korunması için görev yapan devlet yöneticilerinin yargılanmasını istedi İngilizler. Bu isteğe uydu İstanbul hükümeti. Yurtsever devlet yöneticileri, işgalcilerin isteği doğrultusunda ulusal kimliğini yitirmiş mahkemenin karşısına çıkarıldı. Mahkemenin başkanı Nemrut Mustafa Paşa’ydı.

Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, Damat Ferit Paşa hükümetinin kararıyla 7 Ocak 1919’da gözaltına alındı. 30 Ocak 1919’da İstanbul’a getirildi. Nemrut Mustafa Paşa’nın başkanlık ettiği Harp Divanı’na çıkarıldı. Suçlu bulunarak idam cezasına çarptırıldı. Bu karar; Padişah Vahdettin, Sadrazam Damat Ferit Paşa ve Şeyhülislam Mustafa Sabri tarafından imzalanarak onaylandı. Kemal Bey, 10 Nisan 1919’da Beyazıt Meydanı’nda asıldı.

Kaymakam Kemal Bey, Beyazıt’ta idam sehpasına çıkarıldığında son sözleri şunlardır: “Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki ben masumum. Son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun böyle adalet! Benim sevgili kardeşlerim, asil Türk milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır. Vatan uğruna cephede ölen bir insan gibi şehit gidiyorum. Allah vatana, millete zeval vermesin! Amin… Borcum var, servetim yok. Üç çocuğumu, millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın millet!” Ermeni çetelerine karşı ülkesini korumaya çalışan bir devlet görevlisi hiç yoktan idam edildi. Hiçbir somut kanıt olmadan Kemal Bey asıldı işgalcileri mutlandırmak için. Bu, Türk ulusunu derinden yaraladı.

Kemal Bey, çocuklarını Türk milletine emanet etmişti. Millet, egemenliğini eline alınca bu emanete sahip çıktı. Kurtuluş’tan sonra Atatürk’ün isteği ve Kayseri Milletvekili Ahmet Hilmi Bey’in önerisiyle TBMM, 14 Ekim 1922’de şehit unvanını verdi. Böylece eşi ve çocukları aylığa bağlandı. Milletinin kurduğu Meclis, çocuklarına sahip çıktı böylece.

Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, Kadıköy’de Kuşdili mezarlığında yatmakta. Neredeyse ayda bir başucuna gider anarım onu. Çoğu zaman yanımda Atacan (13) da olur. Her gün binlerce insan geçer önünden farkında olmadan. Şehitlerimizi unutursak toprağımızı, yurdumuzu da unuturuz. Bu nedenle canını millet uğruna veren şehitlerimizi anmak, boynumuzun borcu olmalı.

Adil Hacıömeroğlu

Devamını Oku

23 NİSAN 1920 CUMA

23 NİSAN 1920 CUMA
2

BEĞENDİM

ABONE OL

23 Nisan 1920’de Ankara’da BMM açıldı. Meclis’in açılması kolay olmadı. Atatürk, 27 Aralık 1919’da Ankara’ya geldiği günden başlayarak bu kentte Meclis’in toplanması için çalışmalara yaptı. Üstelik bu konuda ona karşı çıkan arkadaşları olmasına karşın.

16 Mart 1920’de İstanbul’un İtilaf devletlerince resmen işgal edilip Osmanlı Meclis-i Mebusanının dağıtılmasıyla Meclis’in Ankara’da toplanması zorunlu oldu.

BMM’nin toplanması için Ulus’ta bulunan İttihat Terakki yapısı seçildi. Yapı onarıldı. Çatının kiremitleri Ankaralılardan toplandı. Marangozlar, kürsü ve başkanlık divanının oturacağı yerleri bir kuruş almadan yaptılar. Milletvekillerinin oturacağı sıralar okullardan getirildi.

1920 Ankara’sında konukevi yoktu. İki tane han vardı. Milletvekillerinin bir bölümü buralarda konakladı. Muallimler Mektebi’nin sınıflarına yer yatakları serilerek koğuşlar oluşturuldu. Kütahya Milletvekili Cevdet Izrap bir arkadaşıyla tabldot yemek işini üstlendi. Üç kap yemek yetmiş kuruşa verildi milletvekillerine. O zamanlar milletvekili aylığı seksen liraydı. Daha sonra yüz liraya çıkarıldı. Ancak bu paralar aylarca alınamadı.

İlk Meclis’te 338 kişi bulunması gerekirken türlü nedenlerle 115 mebus katılıyor ilk günkü toplantıya. Bu mebuslardan 50’si kalpaklı, 41’i fesli ve 21’i ise sarıklıydı.

BMM açıldıktan kısa bir süre sonra milletvekilliğinden ayrılanlar oldu. Toplantılara katılamayıp müstafi sayılanlar vardı. Bazıları ise milletvekilliğinin yerine devlet memurluğunu yeğledi. Kimilerinin milletvekilliği düşürüldü. Aralarında ölenler oldu. (Yararlanılan kaynak: Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, II. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınevi)

Atatürk, 21 Nisan 1920 günü Heyeti Temsiliye adına Vilayetlere, Bağımsız Livalara ve Kolordu Kumandanlıklarına şu genelgeyi gönderdi: “Bu ayın yirmi üçüncü Cuma günü Ankara’da açılacak Büyük Millet Meclisi’nin sahip olduğu büyük milli ve İslami ehemmiyetin arz ve izahı lüzumsuz bulunduğundan, oralarda yayımlanan gazetelerin birer özel nüsha ile bu fevkalade hadiseyi kutlamaları pek münasip olacağının arzı ile icabının icrasına gayretlerini arz ederiz. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, Cilt: 7, s. 351)” Görüldüğü gibi Meclis’in açılacağı yurdun dört yanına haber veriliyor.

23 Nisan öğlene doğru mebuslar, cuma namazını kılmak için Hacı Bayram Camisi’ne gittiler. Namazdan sonra dualar ediliyor. Hep birlikte tekbir getirip dua ederek Meclis’in açılacağı yere geliniyor yürüyerek. Burada kurbanlar kesilip dualar ediliyor. Ardından Meclis, Mustafa Kemal Paşa tarafından açılıyor.

BMM’yi en yaşlı üye sıfatıyla Sinop Mebusu Şerif Bey açtı. Kısa bir konuşma yaptı Meclis’in açılma nedeniyle ilgili. Atatürk BMM başkanı seçildi. İlk konuşmasını 24 Nisan’da yaptı.

Ulus egemenliğinin işgale karşı sesi oldu TBMM. Kurtuluş Savaşı’nı yönetti. İşgal güçleriyle savaşırken bir yandan da iç ayaklanmalarla uğraştı. En sonunda ulus, bütün düşmanları yendi. Ulus egemenliği Ankara’da kuruldu. Ardından İngilizlerin desteklediği saltanat ve hilafet kaldırıldı. Böylece ulus, egemenliği tamamen eline aldı.

Ulus egemenliğimizin ve Türk devletinin temellerinin atıldığı bu mutlu günümüzün 104. yılı ulusumuza kutlu olsun.

Adil Hacıömeroğlu

Devamını Oku

ARABADAN İNMEYEN SİYASETÇİ VE BÜROKRAT

ARABADAN İNMEYEN SİYASETÇİ VE BÜROKRAT
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Herkesin bildiği gibi ülkemizde bir araba saltanatı var. Hem siyasetçiler hem de bürokratlar arabadan inmiyor, halkın arasında yürümüyorlar. Halkın içine girmeyen siyasetçi ve bürokrat, giderek ondan kopuyor. Halktan kopan birinin, yurttaşın sorunlarını bilmesi olanaksız. Bir yetkilinin bilmediği sorunları, çözmesini beklemek ise saflık olur.

Devletin en küçük birim müdürünün altında resmi araba var. Doğaldır ki bu arabanın bir de sürücüsü… Araba, sabahleyin müdürü evinden alıp akşamleyin geri götürür evine. Gün içinde müdür, eşinin ya da çocuklarının hizmetindedir bu taşıt. Çocuklar okula götürülüp getirilir. Eşler, çarşı pazar alışverişi için arabayı kullanır. Hısım akraba, konu komşu, eş dost ziyaretlerini resmi taşıtlarla yapanlar da var. Nasıl olsa yakıt devletten…

Siyasetçiler de bürokratlar gibi… Onlar da ayaklarını yere basmıyor. Her yere araba ve korumalarla gitmekteler. Kimden korkuyorsunuz, halktan mı? Bir siyasetçi, içinden çıktığı halktan niye korkar? Halka karşı ne suç işledin de ondan uzak durmayı yeğlemektesin ve onunla randa duvarlar örmektesin?

Sırça köşklerde yaşayan siyasetçi ve siyasete bağımlı bürokrat, her geçen gün insanlardan uzaklaşır. İnsandan uzaklaşan, onun sorunlarından da uzak kalır. Halkın nasıl yaşadığını, ne yiyip içtiğini, hangi dertlerle savaştığını bilmez. Bilmediği için de herkesi kendisi gibi sanır bir eli yağda bir eli balda.

Halkın içinden çıkan siyasetçi ve bürokrat, zamanla halka yabancılaşır. Kişisel kurtuluş peşinde koştuğundan gözü, halkı görmez. Onunla dertlenmez. Duygudaşlığını yitirir yurttaşla. Halkın birçok sorununu görse de görmezden gelir. En iyi bildiği de bu.

Siyasetçi ve bürokrat, bindiği resmi araçla trafik sıkışıklığı olduğunda geçiş üstünlüğü kazanır. Halkın çilesini çekmez. Bu çileyi çekmeyen, halkla nasıl duygudaş olsun? Çünkü onun için böyle bir sorun yok! Yaşamadığı bir sorun için de çözüm bulması düşünülemez.

Dünyanın başlıca taşıt üreticileri olan Almanya ve Japonya’da ülkemizde olduğu kadar resmi araba yok! Üstelik siyasetçi ve bürokratların kullandıkları resmi araçların çoğu son model ve pahalı. Bu araçların giderleri pahalı ve çok fazla akaryakıt yakmakta bunlar. Araba saltanatı sona ermeli. Yoksul halkın sırtından savurganlıkla saltanat sürmek çok ayıp.

Halk, bir deniz… Siyasetçi de denizin içinde yaşayan balık… Balık sudan çıkınca yaşayabilir mi? Doğal olarak yaşayamaz. Siyasetçi de yaşayamıyor halk denizinden çıkınca. Bunun içindir ki yurttaşla konuşurken, tokalaşırken, onu dinlerken ölü balık gözleriyle bakmakta. Olumlu ya da olumsuz bir tepki gösteremiyor dinleyip gördüklerine. Çünkü sorunu yaşamıyor. Bu nedenle içselleştiremiyor onu. Böyle olunca nasıl çözüm üretsin?

Yaşayan bilir. Yaşayan çözüm üretir. Yaşamayan ise sırça köşkten ölü balık gözleriyle yalnızca izler.

Adil Hacıömeroğlu

Devamını Oku

GERÇEĞİN GÜCÜ VE DOSTLUK

GERÇEĞİN GÜCÜ VE DOSTLUK
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Hazreti Ali: “Gerçeğin hatırı, dostun hatırından üstün tutulmalı.” der. Ne güzel, ne anlamlı bir söz… Gerçeğin gücünün, değerinin ne denli önemli olduğunu vurgular bu özdeyiş.

Hz. Ali, yukarıdaki sözüyle bizlere; gerçeğin peşinden gitmemizi, gerçekle yolumuzu aydınlatmamızı öğütlemekte. Gerçekten uzak dostların hatırının da sayılmaması söz konusudur bu güzel sözde. Dost, gerçeği söylediğinde hatırı sayılmalı, üstün tutulmalı, onun yolundan gidilmeli. Aslında bu söz, bize gerçeklerden uzak kişilerle dostluk kurmamayı da öğütler.

Gerçeklerden uzak, yalanları kılavuz edinmiş, ikiyüzlü kişilerden uzak durmak, onlarla dostluk kurmamak gerektiğini yukarıdaki özdeyişiyle ne güzel anlatmakta yüzyıllar öncesinden Hz Ali.

Gerçekçilikten uzak, yalanlarla göz boyayan kişilerle, siyasetçilerle aynı yolda yürümemenin öğüdüdür Hz. Ali’nin günümüze ışık tutan sözü. Gerçeği eğip bükerek değiştirip yalan denen karşımızdakini aldatıcı süslü sözlerle insanları kandırmayı meslek edinmiş günümüz siyasetçilerine güvenmemenin uyarısıdır bu söz. Doğaldır ki anlayana…

Yunus Emre gibi Taptuk’un tekkesine doğru odunları taşmak, eğrileri içeri sokmamaktır gerçekçilik, doğruluk. Çünkü eğrinin girdiği yerde dirlik düzen olmaz. Eğri, doğruyu gölgeler; onun ışığını karanlığıyla yok etmeye çalışır. Eğrilik, doğru düşünceyi yok eden gizli bir düşman. İnsanlık, tarih boyunca eğriyi doğrultma savaşımı vermedi mi? Gerçeğin aydınlığında mutlu, erinçli, barışçı ve insanca bir düzenin kurulması için çaba göstermedi mi kişi?

Kişi, gerçeği bilir. Ancak kişisel çıkarları için eğrinin yanında durur. “Ben dostuma, dostluğuma, yıllardır üyesi olduğum partiye ihanet edemem.” der. Aslında ihanet edemediği kişisel çıkarıdır. Sen dostuna ihanet etmiyorsun, ama gerçeğe ihanet ediyorsun. İnanmadığın bir yola bilerek gidiyorsun. Bu, insanlık adına bir utanç değil mi? Böylece içinde yaşadığın toplumun geleceğini karartarak insanlığa ihanet ediyorsun. Toplumun geleceği, onu kurtaracak gerçek senin için önemli değil mi?

“Efendim; falanca kişi yerdeşim, komşum, arkadaşım, hısım akrabamdır; o dururken başkasını desteklemem yakışık alır mı?” demekte çoğu kişi eğrinin yanında yer almasını gerekçelendirmek için. Niye Hz. Ali kadar yürekli değilsin? Neden onun gibi gerçeğin ardında koşmayı ilke edinecek yüreklilikten, insanlıktan yoksunsun? Niçin Yunus gibi olamıyorsun da toplumun geleceğinin temeline eğri odunları yerleştirmektesin? İnsan olmak, insanca yaşamak, kişilikli davranmak niye sana bu denli zor gelmekte?

Atalarımız: “Dost acı söyler.” demiş. Gerçeğin ışığında yürümemek için ayak diretenleri, gerekçeler üretenleri uyaran ne güzel atasözü bu… Dostluk, acı da olsa gerçeği söylemektir dostuna. Bu gerçeği söylerken dostumuzun sosyal konumuna, oturduğu koltuğa bakmadan ve eğip bükmeden söylemeli ışıklı sözü. Bugün söylediğimiz gerçek, dostumuza acı da gelse gelecekte büyük yararları olacağından söylemeliyiz güneş gibi aydınlatıcı düşüncemizi. Unutmayalım ki güneşe baktığımızda ilk önce gözlerimiz kamaşır, sonrasında dünyadaki her şeyi onun ışığında tüm güzelliği ve yalınlığıyla görürüz.

Ünlü ozanımız Tevfik Fikret, yüzlerce yıl sonra Hz. Ali ve Yunus Emre’yi doğrulayan şu anlamlı, yol gösterici özdeyişi söyler: “Hak bildiğin yolda yalnız da olsan yürüyeceksin.” Hak bildiği yolda yalnız yürüyemeyenlerin bin kez utanması gereken bir söz bu.

Gerçeğin gücünden korkmamalı, yalanın ve ikiyüzlülüğün sinsiliğinden, zehrinden korkalım.

Bazı kişiler için erdemli insan olmak, çok mu zor?

En iyisi mi biz her koşulda Hz. Ali ve Tevfik Fikret’in sözlerini, Yunus’un davranışını kılavuz edinip gerçeği aydınlatıcı ışığında yürüyelim. Başımıza ne gelirse gerçekten, doğruyu yapmaktan gelsin.

Adil Hacıömeroğlu

Devamını Oku

DEM’Lİ BELEDİYELERDE PKK KIŞKIRTMALARI

2

BEĞENDİM

ABONE OL

31 Mart yerel seçimleri yapıldı. Birçok belediyenin yönetimi el değiştirdi. Bazıların da ise önceki yöneticiler, yeniden seçilip görevlerini sürdürme hakkı elde ettiler.

Hem genel hem de yerel seçimlerin en çok tartışılan konusu ise PKK’nın siyasal uzantısı DEM Parti’nin seçimlere katılması. Bölücülüğünü hiç saklamayan, PKK’ya toz kondurmayan, her fırsatta terör örgütünün eylemlerine arka çıkan bir parti bu. Dünyanın hiçbir ülkesinde ülkenin toprak bütünlüğünü, ulusun birliğini yok etmeyi savunan bir parti yasal çerçevede kurulamaz ve seçimlere giremez. Ne yazık ki ülkemizde bu bölücü parti; kapatılmayıp seçimlere girmekte, üstüne üstlük de on milyonlarca lira seçim yardımı almakta.

“Dem” sözcüğünün sözlük anlamının “kan” olduğunu da söyleyelim. Kimin kanı bu?

Yerel seçimlerde DEM/PKK üçü büyükşehir olmak üzere on ilimizin belediye başkanlığını kazandı. Ayrıca altmış beş ilçe belediye başkanlığı da bölücülerin yönetimine girdi.

14 Mayıs genel seçimlerinde oyları iyice düşen PKK’nın siyasal uzantısı parti, 31 Mart seçimlerinde CHP ile yaptığı gizli/açık ittifakla yeniden güçlendi.

Bölücü parti, daha önceden ne yaptıysa aynısını yapmakta belediyelerde. İşleri halka hizmet değil, bölücülük yapmak ve devlete karşı başkaldırmak. Bu belediyelerde, bölücülük yolunda ilk adımlar atıldı. Her zaman olduğu gibi kamuoyunun tepkisi yoklanmakta. Sonrasında adım adım ilerleyecekler bölücü yolda.

Mardin Büyükşehir Belediye Meclisi, 15 Nisan 2024 günü toplandı. Toplantının açılışında İstiklal Marşı söyleme önerisi, DEM Parti çoğunluğunca reddedildi. Düşünebiliyor musunuz Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kentinin belediye meclisinde İstiklal Marşı söylenmiyor. O İstiklal Marşı ki Kurtuluş Savaşı’mızın en umutsuz anında yazıldı. Türk ulusuna ilk dizesinde “Korkma!” diye seslenen bir marş. Mardin Büyükşehir Belediye Meclisi, bu kararıyla hem Kurtuluş Savaşı’mıza hem de devletimizin varlığına karşı çıktı. Bu bağışlanamaz bir başkaldırı…

Diyarbakır Büyükşehir Belediye Meclisi salonunda bulunan Türk bayrağı, yerinden kaldırıldı. Bayrağımız, bağımsızlığımızın ve ulusumuzun varlığının simgesi. Bu davranış, bağımsızlığımızın ve ulusça varlığımızın yok sayılması…

Tunceli Belediye Meclisi, kentin adını “Dersim” olarak değiştirmiş kendince. Sen, devlet misin ki bir yerleşim yerinin adını kafana göre değiştiriyorsun? DEM’li belediye başkanları kendilerini devlet sanıyorlar. Amaçları, özerkliğe giden bir yolu açmak.

DEM’li il belediyeleri bölücülük yapar da ilçe belediyeleri geri kalır mı? Diyarbakır Bağlar Belediyesinin DEM’li yönetimi ilk iş olarak çatışmalarda öldürülen PKK’lı kadın teröristlerin anısına bir heykel yaptırdı. Heykelin açılışını eşbaşkan Leyla Ayaz yaptı bölücü sloganlar eşliğinde.

Yukarıda anlattığımız bölücü davranışlar sergilenirken bölücülüğün öncüsü sayılan Şeyh Sait’in adı, ne yazık ki Diyarbakır’da bir bulvarda durmakta hala. Ne yazık ki ülkemizin birliğini temsil eden cumhurbaşkanı, içişleri bakanı ve Diyarbakır Valisi bu bölücülüğü izlemekteler büyük bir aymazlıkla hâlâ.

DEM’li belediyeler, yaptıklarıyla açıkça Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne meydan okumaktalar. Önümüzdeki günlerde özerklik ilan edecekler. Batı Asya büyük bir kargaşa içindeyken bunu fırsata dönüştürüp ülkemizi zor duruma sokacaklar. Bu iş için halkın yaşadığı ekonomik güçlüklerden yararlanacaklar. Bu yolla başka siyasal kümelerden de destek almayı deneyecekler. Bu belediyeler, yakında gemi azıya alırlar, durum onu göstermekte. Bu gidişin sonu buralara kayyım atamak… Devlet, belediyeler üzerinden yapılan bölücülüğe “Dur!” demeli.

Kayyım atandığında bazı demokrasi budalaları, halkın iradesinin yok sayıldığını savunacaklar en yüksek perdeden. “Seçimle gelen, seçimle gider.” sözünü haykırarak bölücü örgüte kol kanat gererek Atatürk’ün kurduğu Türk Devletinin yıkılmasına destek verecekler aymazca.

Hitler ve Mussolini seçimle geldiler, ancak seçimle gitmediler. Dünyayı kan gölüne çevirdiler kısa sürede. Dünyanın farklı ülkelerinde elli milyonu aşkın insan öldü. Sakat kalanların sayısı bilinmiyor. Milyonlarca kişi evsiz kaldı Hitler ve Mussolini’nin sandıkta gitmesini beklerken. Kentler yıkıldı, anılar ve tarih yok edildi.

Dünyanın hiçbir yerinde terör örgütleri demokrasinin bir parçası olamaz. Olduklarında ise demokrasiyi kullanarak güçlenirler. Günü geldiğinde ise o ülkeyi de ülkenin yer aldığı bölgeyi de kan gölün çevirirler. Bu gölde herkes boğulur, demokrasi budalaları da…

Adil Hacıömeroğlu

Devamını Oku