İŞ AHLAKI VE İŞVERENLERİN AYRICALIKLARI (I)

ABONE OL
18:57 - 01/10/2020 18:57
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 ha-ber.com

İŞ AHLAKI VE İŞVERENLERİN AYRICALIKLARI (I)

-Bir insanın sahip olduğu servete “mal” denir.
-Mala bu ismin verilmesinin sebebi; vefasız ve çabuk yok oluş özelliğindendir. Cennete götüren bir binek olan mal; kimileri için bir hayır vesilesi, kimileri içinse kötülüklere, isyana ve haramlara dalmaya sebep olan günah vesilesi olmaktadır.
Bolluk, rahat ve lüks içinde yaşayış, maddi imkanlara sahip olmak, bazen insanları Allah’tan uzaklaştırabilmektedir.
Bazı zengin insanlar vardır. Şükretmezler, infak etmezler, sadaka vermezler. Şımarıktırlar, Allah’ın kulu olduklarını unutup, sahip oldukları nimetleri, zenginlikleri kendi imkanlarıyla, iktidarlarıyla, güçleriyle elde ettiklerini sanırlar. Bundan dolayı da bu malları istedikleri gibi harcayabileceklerini düşünürler.

Bunlar, hayat olarak sadece dünya yaşantısını bilmekteler, adeta dünyadan kâm alırcasına bir yarışın, yaşayışın içine girmektedirler. Verilen imkanlar, öyle hoyratça ve isyan içinde harcanmaktadır ki, sanki “Yaratan yokmuş” “hesaba çekilmeyeceklermiş” gibi hareket etmektedirler.

Kur’an bu konuda Karun’u misal olarak verir:” Elindeki serveti kendi dehasına, bilgisine bağlayan bu adam „Bu servet bana, bendeki bir ilim sayesinde verildi.” Peki o bilmedi mi ki Allah, önceki nesiller içinden ondan kuvvetçe daha zorlu, sayıca daha çok olanları bile helâk etmiştir. Günahlarının ne olduğu, günahkârlardan sorulmaz.?” (1)

-Malın diğer adıda kıyamdır
Kur’an konuyu şu şekilde ifadeye koyar: “Allah’ın sizin için ayakta durma(kıyam)aracı yaptığı mallarınızı kendini bilmez beyinsizlere vermeyin, o mallar içinden onlara rızık ayırın, onları giydirin ve onlara tatlı ve işe yarar bir söz söyleyin. ” (2)
*Bu ayette Müslüman topluluğa, hayatın devam ettirilmesi için çok gerekli olan servetin, hiç bir zaman beyinsizlere ve onu doğru dürüst kullanmayı başaramayacak ehil olmayan kişilere verilmemesi gerektiği, çünkü bu tür kişilerin serveti israf ederek toplumun ekonomik ve kültürel sistemini, uzun dönemde de ahlâkî düzenini bozabileceği öğretilmektedir.
*Ancak özel mülkiyet hakları mutlaka korunmalıdır, fakat aynı zamanda kişinin onu istediği şekilde sınırsızca kullanıp, toplumu ifsad etmesine de izin verilmemelidir.
Bir kişinin hayatî ihtiyaçları sözkonusu olduğunda da bunlar karşılanmalıdır. Fakat kişinin bu hakkını zorlayarak, toplumun ahlâkını, kültürünü ve ekonomik düzenini bozacak kadar ileri götürmesine izin verilmemelidir.
*Bu ayete göre, her servet sahibi kendi servetini birine emanet etmeden önce o kişinin ehil olup olmadığına dikkat etmelidir. Daha geniş planda ise kamu otoritesi, kendi servetlerini kullanmaya ehil olmayanların veya kötü yollarda kullananların temel ihtiyaçlarını karşılamak şartıyla, onların servetlerinin idaresini ele alabilir.

-İyi bir tüccar, iyi bir İslam tebliğicisi olmalıdır
İslam’ın dünyaya duyurulmasında ve yayılmasında en etkili hususlardan biri de, müslüman tüccarlardır. Bir misal verecek olursak; Altınordu hükümdarı Berke Han bir gün Buhara’dan gelen bir kervana rastlar. Kervanda bulunan iki Müslüman tüccar ile sohbet etmek üzere bir köşeye çekilir ve onlara, İslam ahkâmı hakkında işittiği şeylere dair sorular sorar.
Bu iki tüccar dinleri hakkında o kadar ikna edici açıklamalarda bulunurlar ki, Berke Han kemâl-i samimiyetle Müslüman olur. İhtidasını önce küçük kardeşine söyler ve kendisine uyması için onu ikna etmeye çalışır. Bir müddet sonrada imanını açıklar.(3) Bu, İslam tarihinde, tüccarların tesiri ile meydana gelmiş yegane ihtida hadisesi değildir. Buna benzer binlerce olay cereyan etmiş ve pek çok yere İslamiyet tüccarların bu çeşit telkin ve tebliğleri ile yayılmıştır.(4)
İslam’ın Afrika içlerine, Çin’e, Endonezya’ya, Japonya ve dünyanın pek değişik yerlerine girmesinin atlılardan önce, tüccarlar vasıtasıyla olduğu bilinmektedir. Çünkü Müslümanlar, dürüst bir ticari ahlak sergileyerek örnek olmuşlardır.

-Bizim çarşılarımızda dini bilen kimseler satıcılık yapsın
Hz.Ömer: “Bizim çarşılarımızda dini bilen kimseler satıcılık yapsın, dini bilmeyenler satıcılık yapmasın” buyurmuştur.(5) Çünkü: Ticaretle meşgul olanın dinini çok iyi bilmesi farzdır. Ta ki sair muamelatta şüphelerden ve mekruh olan şeylerden korunabilsinler. Sanat sahipleri ve diğer herhangi bir işle meşgul olanlar da böyledir. Haramdan korunmak için onların da meşgul oldukları işin hükmünü bilmeleri farzdır.(6) Ticarî ahlâkımızın böyle olduğu dönemlerde, hem güçlü olmuşuz, hem kazandığımızın bereketini bulup, binlerce esere imza atmışız… Böyle olanlar elbette her zaman kazanacaktır.

– Evimize haram getirme, zira biz açlığa, yokluğa, kıtlığa dayanırız
Eskiden, evin erkeği evden çıkarken, evin hanımı: “Aman efendi, evimize haram getirme, zira biz açlığa, yokluğa, kıtlığa dayanırız, eski giyeriz, az yeriz ve sabrederiz ancak cehennem ateşine dayanamayız” diye uyarıda bulunurlarmış. Günümüzde olduğu gibi, insanlar israf yarışı yapmazlarmış ve böyle olunca da kazançlarında bereket bulurlarmış, hayatlarında huzur varmış:
-Acaba şimdi o huzuru niçin bulamıyoruz,
-Niçin çok kazandığımız halde yetmiyor?
-Niçin çoluk çocuğumuz isyankâr?
-Niçin Allah yolunda daha çok harcayamıyoruz?
-Niçin kimin elinin kimin cebinde olduğu belli değil?

-iktisadi kalkınma, herhalde öncelikle doğruluk ve güvene bağlıdır
“Dürüst, emin müslüman bir tüccar, peygamberler, sıddîkler, şehitler ve salihlerle beraberdir.” (7) İşlerinde “doğruluk” ve “güven”i esas alan kimseler insanların en üst tabakasını teşkil eden peygamberler, sıddîkler, şehitler ve salihler zümresinde yer alabilirler.
*Hadiste bu iki durumun tüccarlar hakkında zikredilmesi, bu iki vasfın bilhassa ticaret hayatındaki ehemmiyetini ifade eder.
Bir memlekette iktisadi kalkınma, herhalde öncelikle doğruluk ve güvene bağlıdır. Doğruluğun olduğu yerde güven hasıl olur. Güvenin olduğu yerde az az sermayeler bile bir araya gelerek en büyük kalkınma faaliyetlerine yönlendirilebilir.
İslam’ın yalan, aldatma, ölçü ve tartılarda hile gibi ahlaksızlıklar karşısındaki şiddetli tehditleri, söz konusu doğruluk ve emniyeti sağlamaya yöneliktir. (8) Bu iki temele yani dürüstlük ve güvene aykırı hareket eden tacir ise fasıklar ve asilerle olur.

– Kur’an servet sahiplerine bir baba şefkatiyle yaklaşır
Servet sahiplerine Kur’an bir baba şefkatiyle yaklaşır ve incinmelerini katiyyen istemez. Ve hiç darlanmadan, fevkalade bir anlayış rahatlığı içerisinde, servet sahipleri ile sohbete girer ve servetlerini nasıl değerlendirmeleri gerektiğiyle ilgili detayları onlara bir öğretmen edasıyla takdim eder.

Mesela:

-Ortaklık
Sad Suresi 24. ayet
Davûd dedi ki: “Vallahi, senin bir tek koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana zulmetmiş. Zaten ortaklardan birçoğu birbiri aleyhine haksızlık ve zulme sapar. İman edip hakka ve barışa yönelik işler yapanlar böyle değildir. Ama onlar da pek azdır.” Davûd, kendisini imtihan ettiğimizi düşündü; hemen Rabbinden af diledi; rükû ederek yerlere eğildi ve Allah’a yöneldi.”
*Bu örnekte, Davud peygamber, şikayetçi tarafı dinledikten sonra duygularına kapılarak karar veriyor. Diğer tarafı dinlememesi büyük bir hata idi. Adalet, tek tarafı dinleyerek gerçekleşmez. Şikayetçi, olayı tek taraflı aktarabilir veya olayla ilgili bazı önemli detayları gizleyebilir. Davaya sosyal adalet kaygısıyla yaklaşılsa bile durum değişmez. Şikayetçi taraf çok büyük bir araziye, bağ ve bahçelere sahipken, diğer tarafın tüm varlığı yüz koyundan ibaret olabilirdi.

Devam edecek

Rüştü Kam

(1) Kasas, 78
(2) Nisa, 5
(3) Arnold, Intişar-ı İslam Tarihi, 235.
(4) Menakıb-ı Evhadüddin-i Kirmani.l 19-124; Osman Çetin, Anadolu’d» İslamiyet’in Yayılışı. 182-183
(5) İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar Aled-DUrril Muhtar, 1/40
(6) Beyhaki,ZUhd,436. Suhreverdi. Avarifu’l- Maarif, 219-220
(7) Tirmizi,Büyu1,4/120.9. lbn Mace, Ticaret, î/2139
(8) Kütüb-iSitte8Muhtasarı, 3/22.

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.