TERÖR, ŞİDDET VE BARIŞ ARASINDA İSLAM

ABONE OL
18:09 - 01/10/2020 18:09
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

TERÖR, ŞİDDET VE BARIŞ ARASINDA İSLAM

Prof. Dr. İlhami Güler ile Eğitim Kampı (ll) 

İslam dini adalet dinidir

Son 30 yıldır İslam dünyasını, günümüzde ise giderek bütün dünyayı sarsan ve adına “İslami terör” denilen ciddi bir şiddet olgusu bulunmaktadır. Bu konu üzerinde yürütülen tartışmalarda, Müslümanlar tarafından “İslam dini barış dinidir, savaş içermez” gibi biraz ezbere, gerçekçi olmayan ve savunmacı tezler ortaya atılmaktadır. “İslam’ın Teolojik özünde şiddetin yeri nedir?” sorusunu Kuran’dan takip ederek cevaplamak ve İslam tarihinde şiddetin nasıl oluşup nerede yer aldığını incelemek gerekmektedir. Ondan sonra İslam’ın bu reel şiddetin içerisinde nerede durduğunu anlayabiliriz. İslam’ın barış dini olduğu iddiası doğru değildir. Çünkü barış dini denildiğinde kategorik olarak şiddeti reddeden din algılanır. Hinduizm ve Budizm gibi. Bu dinler kurucu metinlerinde ve dönemlerinde şiddeti asla onaylamazlar. Esasen Hristiyanlık da kurucu metninde ve kurucu asrında şiddeti tamamen reddetmiştir. Çağımızdan Mahatma Gandi’nin bir barış dininin müntesibi olarak Hindistan’da verdiği mücadeleyi örnek verebiliriz. Aynı şekilde Nelson Mandela’nın Güney Afrika’da Apartheid rejimine karşı barışçıl tutumu da örnek gösterilebilir. İslam dini kategorik olarak barış dini değilse nasıl bir dindir? Buna verilecek en doğru cevap şu olacaktır: “İslam dini adalet dinidir.” Adalet dini kategorik olarak şiddeti reddetmez, koşullu olarak kabul eder. 

Tanrı’nın şiddete karşı tutumu
Şiddetle Tanrı arasındaki ilişkiyi şöyle bir ayrımla ifade etmek mümkündür: Şiddet konusunda Tanrı’nın bir asli görüşü bir de resmi görüşü bulunmaktadır. Kuran’daki Habil ve Kabil kıssasını incelediğimizde, Kabil’in Habil’i öldürmeye kalktığı sırada Habil’in, “Sen beni öldürsen de ben sana elimi uzatmayacağım.” (Maide 28) dediğini görürüz. Bu tutum yani Habil’in kategorik olarak şiddete başvurmaması, Kuran’da övülerek anlatılır. Bu, Tanrı’nın şiddetle olan ilişkisini göstermesi açısından son derece önemlidir. İkinci olarak Hz. İsa’nın pozisyonunu örnek gösterebiliriz. Hz. İsa, kategorik olarak sürekli barışı vaaz etmiştir. Üçüncüsü ise Kuran’da Hz. İsa’nın pozisyonunu devam ettiren bir tutum olarak açıkça şöyle denilmektedir. “İyilikle kötülük bir değildir. Sen en güzel olan bir tarzda kötülüğü uzaklaştır, o zaman karşı tarafın son derece sıcak bir dost olduğunu görürsün.” (Fussilet 34) Bunu söyledikten sonra gelen ifade de çok manidardır. “Buna ancak sabredenler ve çok yüce gönüllü olanlar ulaşır.” (Fussilet 35) Yani, ahlaki kapasitesi yüksek olanların bu mertebeye ulaşabileceğini söyler Kuran. Bu ifadeler, Habil’in Kabil’e olan tavrı ve Hz. İsa’nın pozisyonuna ek olarak Hz. Muhammed’in Mekke döneminde asla şiddete başvurmayan tutumu toplandığında ortaya çok net bir şekilde çıkıyor ki, Tanrı’nın asli görüşü şiddete başvurmamaktır. Tanrı’nın asli görüşü barıştır. 

Diğer yandan gerek Tevrat’ın yani Yahudi peygamberlerinin tarihi, gerekse Kuran’ın tarihi göz önünde bulundurulduğunda Tanrı’nın şiddete başvurduğunu da görebiliyoruz. Tanrı’nın asli görüşü şiddete başvurmamak, mümkün olan oranda sorunları şiddetsiz olarak çözmek iken, insanlığın kapasitesi buna müsait olmadığı durumlarda Tanrı, adalet kıstasını göz önünde bulundurarak şiddete başvurmuştur. O zaman diyebiliriz ki bu da Tanrı’nın resmi görüşüdür. Yani Tanrı’nın bir asli görüşü, niyeti, temennisi vardır, bir de tarihi süreç içerisinde yapıp ettiği vardır. İşte bu yapıp ettikleri içerisinde şiddet bulunmaktadır ve bunu asla inkâr edemeyiz. Bunu Kuran’dan şöyle takip edebiliriz. 

Allah, Kuran’da, Peygamberler tarihini anlatırken sonunda kavimleri nasıl helâk ettiğini de anlatır. Allah önce halklara peygamberler gönderir. Onlar bu peygamberlere inanmazlar ve mucize isterler. Allah onlara mucizeler gösterir. Buna rağmen yine de inanmazlar ve peygamberlerine kötülük yaparlar, alaya alırlar ve öldürmeye kalkarlar. Daha sonra da Allah bu halkları helâk eder. Ancak burada şunu çok iyi anlamak gerekmektedir. Allah, “Onlar ne zaman ki bizi kızdırdılar biz de onlardan intikam aldık.” (Zuhruf 55) der. Bütün bunlar anlatıldıktan sonra şu ifade sık sık tekrar eder. “Biz onlara asla zulmetmedik.” Yani biz onlara haksız yere şiddet uygulamadık, tersine onlar kendilerine zulmettiler, şiddeti hak ettiler biz de onları yok ettik, denir. 
Allah’ın şiddete başvurduğunun ikinci örneği ise Kuran’da anlatılan cehennem tasvirleridir. Cehennem olayı baştan sona bir şiddettir. Allah, bu dünyada beklentilerine cevap vermeyip, onun sınırsızca bahşettiği nimetlere, ihsana ve ikrama nankörlük ve istiğna ile cevap verenleri ahirette sınırsız ve sonsuz bir işkenceyle cezalandıracağını anlatır. 

Tehdit olarak Cehennem

Kuran’da anlatıldığına göre Cehennem’in azap şekli yakmadır. Yani işkencedir. Bunu nasıl anlamak ve yorumlamak gerekir? Bazı kelamcıların Allah’ın cehennemi bir tehdit olarak insanlara anlattığı yönünde yorumları bulunmaktadır. “İşte Kuran’ı, Arapça okunmak üzere indirdik, onda tehditleri türlü türlü açıkladık ki belki sakınırlar yahut onlara ibret verir.” (Taha 113) Ayrıca başka bir ayette önceki kavimlerin helâkı anlatıldıktan sonra şöyle denir: “Onlar yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğuna bakmadılar mı? Allah, onları yerle bir etmiştir. İnkâr edenlere de bu akıbetin benzerleri vardır.” (Muhammed 10) 


Kuran’da kıyametten de tehdit olarak bahsedildiği görülmektedir. “Onlar kıyametin kendilerine ansızın gelmesinden başka bir şey beklemiyorlar. Muhakkak onun alametleri gelmiştir (ama öğüt almıyorlar). Kıyamet gelip çatınca öğüt almaları kendilerine ne fayda verecek?” (Muhammed 18) Gerek Araplara, önceki kavimlerin başlarına geleceklerin kendi başlarına geleceği tehdidinden, gerek kıyamet alametleri anlatılırken şartlarının oluştuğu tehdidinden yola çıkarak, bazı kelamcılar, cehennnemi de 7.yüzyıl insanının işkence ve ceza algısına dayalı olarak yapılmış tehditler olarak değerlendirmişlerdir. Ve şöyle bir ilke geliştirmişlerdir: “Allah vaadinden dönmez ama vaidinden dönebilir.” Allah, vaad etmiş olduğu cennet nimetlerinden asla vazgeçmez. Her ne vaad etmişse onu yerine getirir. Fakat tehdit olarak savurduklarından vazgeçebilir. O yüzyıldaki Arap mantığına göre ki o dönemde işkence normal bir ceza tarzıydı, Tanrı insanları içinde bulundukları inattan vazgeçirmek için onları tehdit etmiş olabilir. Ancak “Cehennem tehdittir” denildiğinde insanların ahirette ceza görmeyeceği anlamı çıkartılmamalıdır. Bu olsa olsa insanların yakma tarzında bir işkence ile değil de, başka türlü bir cezayla cezalandırılabilecekleri anlamına gelebilir.

Hz. Muhammed döneminde şiddet

Hz. Muhammed’in İslam’ın mesajını anlatmaya başladığı dönemde şiddete asla başvurmadığını bilinmektedir. Bu dönemde Tanrı’nın asli görüşünü 10 sene boyunca sürdürdüğü, ısrarla şiddete başvurmaktan kaçındığı görülmektedir. Allah İslam dininin barış ortamında yayılmasını istiyordu. Müslümanlar, Mekke’de yaşanılan zorluklar neticesinde önce Habeşistan’a sonra da Medine’ye göç ettiler. Fakat ne zaman ki Müşrikler, Müslümanları kesinlikle yok etme kararı aldılar, o zaman Tanrı asli görüşünden vazgeçti. İlk defa olarak Medine döneminde “Kendileriyle savaşılanlara (müminlere), zulme uğramış olmaları sebebiyle, (savaş konusunda) izin verildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardıma mutlak surette kadirdir.” (Hac 39) diye ayet indi ve şiddete izin verildi. Burada şunu da çok iyi bilmek gerekir ki, Müslümanlarla Müşrikler arasındaki düşmanlığı yaratan Müslümanlar değildi. Müşrikler Müslümanları takip edip Medine’de de rahat bırakmayınca Müslümanların savaşmalarına izin verildi ve Bedir Savaşı gerçekleşti. 


Bedir Savaşı’yla artık Tanrı’nın savaşmaya karar verdiğini çok net bir şekilde görüyoruz. Enfal Suresi adeta bu savaşın savaş raporudur. Sureyi dikkatli okuduğumuzda Allah’ın bizzat savaşı murat ettiğini ve stratejisini yapıp uyguladığını görüyoruz. Müslümanlar sadece kervanı vurmak istiyorlardı. Allah buna müsaade etmedi, ‘Onlarla karşılaşacaksınız ve savaşacaksınız.’ denildi. Bu savaşın amacı 12 yıl boyunca sürekli savunma pozisyonunda kalmış Müslümanların özgüven ve cesaretlerinin artırılması ve Müşriklerin gözünün korkutulmasıdır. Bu amaçla Tanrı burada bizzat devreye girmiştir. Bu savaş başarısı sonrasında da Müslümanlar Medine’de kendilerini koruyabilir hale gelmişlerdir. 

Merhamet değil adalet peygamberi
Merhamet erdemi Kuran’da bir defa geçer. Merhamet ve sevgi İsa Peygamberimizin karakteridir. Hz. Muhammed ise adalet peygamberidir. Kişisel hayatına baktığımızda bunu görmekteyiz. Buna örnek olarak Peygamberimizin Medine Sözleşmesi’nden sonraki tutumunu verebiliriz. Peygamberimiz Medine’ye geldiği zaman oradaki Yahudi kabileleriyle anlaşmalar yapmıştı. Ancak Yahudiler Müşriklerle işbirliği yaparak anlaşmaları bozdular ve ihanet ettiler. Medine Sözleşmesi ciddi bir sözleşmeydi ve Müslümanlar sonuna kadar sözleşmeye sadık kalmışlardı. Sözleşmeyi bozmalarından sonra Peygamberimiz iki kabileyi Medine’den sürdü üçüncüsünü de infaz etti. Çocuklar hariç olmak üzere bazı kaynaklara göre 300 bazı kaynaklara göre 900 kişiyi ortadan kaldırttı. Tarihi kaynaklarda mevcut olan bu vaka bazı son dönem Müslümanları tarafından utanılacak bir şey olarak görülüp yok kabul edilmektedir. Oysa bu olay dönemin koşulları gereği olması gerektiği gibi olmuştur ve Peygamberimizin adalet peygamberi karakteriyle çelişmemektedir.

Devam edecek…

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.