SİVİLLEŞME

ABONE OL
18:56 - 01/10/2020 18:56
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Son yıllarda ülkemizde bir sivilleşme sözü aldı başını gidiyor. Her şeyde sivil olmak ön plana çıkarılıyor. Sivil anayasa yapmak için elbirliği yapanlar, kendi ordusuna savaş açmıştır. Devlet yönetiminde sivil idare ne yaparsa yapsın, ne söylerse söylesin koşulsuz desteklenmesi isteniyor ve buna da ”ileri demokrasi” adı veriliyor.

Ülkede sadece sivillerin konuşmasını isteyen siyasi iktidar, askerlerin konuşmadan kendilerine verilen görevi yapmasını istemektedir. Askerler ülkemizin bölünmez bütünlüğü, cumhuriyetin korunması ve dinin devlet yönetimine sokulması gibi konularda konuşurlarsa, sivil demokrasimiz zarar görür diye düşünenlerin öğrenmeleri gereken bir kural bulunmaktadır: gerçek demokrasilerde ne askeri vesayet, ne de sivil keyfiyet vardır.

Anayasanın 104. maddesinde, cumhurbaşkanının görev ve kullanacağı yetkiler tanımlanmıştır. Bu tanımlamada yürütme alanına ilişkin olanların içinde ”Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil etmek” yetkisi bulunmaktadır.

Anayasadaki bu yetkiye dayanarak, Genelkurmay Karargahındaki 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlama töreninde tebrikleri Cumhurbaşkanı kabul etmiştir. Bu mantığa göre, Anıtkabir’e komuta kademesinin başında Genelkurmay Başkanı’nın yerine, Cumhurbaşkanı’nın gitmesi gerekirdi. Bu olay sivilleşmek değil, askeri sindirmektir. Protokolünden, töreninden, oturuşuna kadar orduyu her alanda dışlamak, sivilleşmek olarak sunulmaktadır. Sunulan bu yutturmaya ise tepki verilmemektedir.

Yapılan bayram kutlamaları geleneksel olarak protokol kuralları çerçevesinde kutlanır. Bu törenlerde kişiler değil, kurumlar kutlanır. 23 Nisan kutlamaları TBMM’de, Meclis Başkanı’nca, 30 Ağustos kutlamaları Genelkurmay’da, Genelkurmay Başkanı’nca ve 29 Ekim kutlamaları Cumhurbaşkanlığı katında, Cumhurbaşkanı’nca kabul edilir.

AKP’nin oylarıyla Çankaya’ya çıkartılan Abdullah Gül, 10 Aralık 1995 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanan röportajında, özellikle değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek “Türkiye’nin laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti” olduğuna ilişkin anayasanın ikinci maddesiyle değiştirilmesini yasaklayan maddelerin kaldırılması gerektiğini savunmuştur. Bu röportajında, ”Biz İslamı hayat tarzı olarak görmek istiyoruz.”, ”Başörtüsü örneğinde olduğu gibi, Türkiye’de açık-gizli bir İslam düşmanlığı olduğuna inanıyoruz.”, ”Türkiye’de geçerli kanunlar arasında, İslama aykırı olan da var, olmayan da… Aykırı olanlar baskıdır. Baskı kalkacak. Bu hakkı kullanacağım. Halka bu imkânı vereceğim.” gibi değerlendirmelerde bulunmuştur.

Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi koalisyon hükümeti döneminde devlet bakanı olan Abdullah Gül, kişisel harcamalarını Kalkınma Bankası’na ödetmiştir. Abdullah Gül’ün usulsüz harcamaları, ancak haciz yoluyla tahsil edilebilmiş ve faiziyle birlikte maaşından kesilerek zorla alınabilmiştir. Kapatılan Refah Partisi yöneticileri, 1997 yılında hazine yardımı olarak aldıkları yaklaşık bir trilyon lirayı, sahte faturalarla harcanmış gibi göstererek, yok etmişlerdi.. Genel Başkan Necmettin Erbakan ile parti yöneticisi 70 kişi yargılanmıştı. Erbakan ve diğer parti yöneticileri hapis cezaları almış ve kararlar Yargıtay tarafından da onanmıştı. Abdullah Gül milletvekili olduğu için, dokunulmazlık zırhına sığınmıştı. Evrakta sahtecilik yaparak, devleti bir trilyon lira zarara sokan Refah Partisi’nin genel başkan yardımcısı, on yıl sonra zarara sokulan devlete AKP’nin oylarıyla cumhurbaşkanı yapılmıştır. Bu makama gelen Abdullah Gül, eski genel başkanı ve kayıp trilyon davasında evrakta sahtecilik suçundan mahkum olan Necmettin Erbakan’ı affetmişti.

3 Nisan 2003 tarihinde ABD Dışişleri Bakanı Colin Powel ile, Türkiye’yi parçalayan ve Cumhuriyeti yıkan ”2 sayfa, 9 maddelik” gizli bir anlaşma yapmış ve bunu daha sonra Vatan Gazetesi yazarı Sedat Sertoğlu’na açıklamıştır. Abdullah Gül bu anlaşmayla, Irak’ın kuzeyi ile Kıbrıs hattında ABD’nin bütün dayatmalarını kabul etmiştir. 15 Aralık 2005 tarihinde İngiliz The Guardian gazetesinde yayınlanan röportajında, ”Cumhuriyet döneminin artık sonu geldi” demiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin ”laiklik karşıtı eylemlerin odağı” ilan ettiği AKP ve Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin ”şüpheli” ilan ettiği Abdullah Gül ile, değil Türkiye’nin sorunlarını çözmek, sivilleşmek bile olanaksızdır. Zaten yapılanların sivilleşmeyle ilgisi yoktur, sadece keyfiyetle açıklanabilir. Devlet ciddiyetinden yoksun ve cumhuriyetle kavgalı olanların, sivilleşme adı altında faşizme doğru gidişlerini izlemekteyiz. Bunlara destek olanların ve ”yetmez ama evet” diyenlerin bir kez daha düşünmeleri gerekmektedir. Yoksa bu sivil keyfiyetin altında kalarak, ileri faşizmin karanlığında soluk almaya başlayacağız..

Batı ülkelerinde asker, bizde olduğu gibi kurtuluş savaşı vermemiş ve devrimlere öncülük işlevini üstlenmemiştir. Üstelik sömürgecilik ve emperyalizmin uygulayıcısı olmuştur. Ülkemizde ise, demokratik ve laik cumhuriyet, askerin öncülük ettiği, asker ve sivil aydınların başında bulunduğu bir Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan sonra kurulmuştur. Bunun sonucunda ülkemizde demokrasinin ve laik cumhuriyetin oluşumunda, koruyuculuğunda ve güvencesinde asker ve sivil aydınların katkısı yadsınamaz. Ancak bu konuda detaylı düşünemeyenler, sivilleşme adına, askerin her alandan dışlanmasını savunarak, emperyalizme maşa olmaktadırlar.

Çankaya’daki AKP’li, ”sivilleşme adına yenilenen eski alışkanlıkların, gelişmiş Türkiye’ye yakışmadığını” söyledi. Türkiye’nin yurtsever insanları, Atatürk devrim ve ilkelerine karşı olmanın, Cumhuriyet rejimiyle kavgalı olmanın, yapılan hukuksuzlukların, ordumuzu düşman olarak görmenin, şeriata doğru gidişin Türkiye’ye yakışmadığını bilmektedirler. Sivilleşmek adına, demokrasi dışı tutum ve davranışların arttığı ülkemizde, ancak bilinçli ve kararlı bir şekilde örgütlenerek, demokrasi içinde mücadele etmemiz gerektiği çok açıktır.

Suay Karaman
Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD) Genel Sekreteri

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.