SAĞIN İFLASI

ABONE OL
18:53 - 01/10/2020 18:53
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

1946’da çok partili yaşama geçtikten sonra, 1950’den itibaren kısa dönemler dışında ülkemiz, hep sağcı partilerce yönetildi. Darbecilerin kurdurdukları hükümetlerin çoğu da kendilerinden önceki sağ politikaları sürdürdüler. Sol partilerin (CHP, SHP, DSP) çok kısa sürelerle de olsa hükümet oldukları görülmekte. Sol partilerin katıldıkları koalisyon hükümetlerinin bu kısa sürelerde amaçlarına ulaştıkları söylenemez. Bundan hareketle diyebiliriz ki altmış iki yıldır ülkemiz sağ politikalar doğrultusunda yönetilmektedir.

Çok partili yaşama geçişte kurulan partilerin kurucuları CHP’den ayrılmış olsalar da siyasal düşüncelerinin kökenleri itibarı ile Hürriyet ve İtilaf Fırkasının ardılı sayılabilirler. Hürriyet ve İtilafçıların İngilizlerle olan dirsek teması, ardıllarının ABD ile sıkı ilişki içinde olması biçiminde sürmüştür. Merkez sağ partiler, muhafazakâr değerlere ve milli iradeye bağlılığı çokça dile getirmelerine karşın, küresel bir gücü dayanak edinmeyi de önemsemişlerdir. ”Milli iradeye saygı, toplumun ahlaki değerlerini ve aileyi koruyoruz.”… gibi söylemlerin yüksek sesle söylenmesi, hep küresel güçlere bağlılığı, uluslararası sermayenin buyruğuna girmeyi örtbas etmek için seslendirilmekte. Emperyalizme boyun eğmek gibi milli olmayan bir davranışı böylece halkın gözünden saklamakta bu söylemler. Sağı, ülkemizde yıllardır ayakta tutan popülist siyasal anlayıştır. Dönem ve koşullara göre milliyetçiliği, dini kullanmakta sakınca görmemiştir sağ siyasetçi. Halkın temiz duygularını günlük politikaya alet etmek, bunların yıpranması pahasına da olsa sağ siyasetçiye yanlış gelmemiştir. Ekonomi, sağlık, eğitim, güvenlik, adalet, kültür, bayındırlık hizmetlerinde de popülist politikaların ön planda olduğu görülmekte. Ülke kaynaklarını, çıkarlarını ve geleceğini ön planda tutan kalkınma, gelişme modeli yerine dışa bağımlı, günü kurtarmaya yönelik politikalar esas alınmıştır. Popülizm ve dışa bağımlılık görece kalkınma sağlamış gibi gösterilip ülke kaynaklarının çoğu emperyalist tekellere, birazı da ülke içindeki asalaklara peşkeş çekilmiş. Gelir dağılımı adaletsizliğinde dünyada ilk sıralara yerleştik bu yolla. Üretmeyen, marka yaratamayan varsıl sömürgen bir sınıf yaratılmıştır bunun sonucunda.
Sağın iktidara gelmesiyle iki söylem belleklerde yer etti: ”Büyük Türkiye!” ve ”Küçük Amerika olacağız.”. Buradaki algı ilgi çekici. Türkiye’nin büyümesi için Amerika’ya gereksinim var. Yani bu iş ABD’siz olmaz algısı. Zihinsel bağımlılığı böyle bir algı üzerinden oluşturmak dikkat çekici. ”Soğuk Savaş” döneminde komünizme karşı bir mücadele merkeze oturtuldu. ”Milli ve manevi değerleri” komünizme karşı korumak adına canlara kıyılıp, ülkenin direksiyonu da ABD’ye kırıldı. Emperyalizme bağımlılık katmerlendi.
ABD bağımlılığı; Kore, Afganistan, Somali’de Türk askerinin kanını döktü. Komşularımızla yapay sorunlar ortaya çıkartılıp düşmanlıklar yaratıldı. Balkan ve Sadabat paktları gibi komşularla birlik olma ruhunu geliştirip pekiştiren dış politika anlayışı, ABD hizmetine girme adına terk edildi.
Ülkemizdeki sağcılık milliyetçilik dedikçe halkımız kamplara ayrıldı, bölündü. Kardeşkanı, uygarlık fışkıran ülke topraklarına aktı. Çünkü Türk milliyetçiliği yerini, ABD’nin organize ettiği ve güdümüne aldığı kafatasçı milliyetçiliğe bıraktırılmıştı. Şimdilerde sağcılığın siyasal sömürüsü din üzerinden. Dinsel söylemler arttıkça ulusumuz alt kimliklere bölünmekte. Etnik ve mezhepsel ayrılıklar zirve noktasında. Üstelik çoğu Müslüman olan komşularla da kanlı bıçaklı olduk. Neden mi? İslam, ılımlılaştı da ondan. Ne yazık ki ülkemiz sağcıları ABD eliyle ülkemize milliyetçilik ve ılımlı İslamcılık getirdiler. Zaten sağ iktidarların ekonomik sistemleri de ithalata dayalı değil mi?
Popülizm, komünizm düşmanlığı, milli ve dini duyguları sömürme siyaseti sona geldi. Sömürecek bir şey kalmadı. ”Büyük Türkiye!” masalı da bitti. ”Küçük Amerika” yerine, ABD’nin jandarması olduk. Dolar milyonerlerini halkımızı çöpten ekmek toplayıp yedirme pahasına palazlandırdık. Şimdi sıra ”demokrasi”yi kurmaya geldi.
Bunun için de askere saldırdık. Kendi askerimize. Neden mi? Halkımıza yutturulmaya çalışılan demokrasi aşkı, darbe karşıtlığından değil. Darbelerin sağı nasıl palazlandırdığı bilinmekte. Ülkemiz sağı, oldum olası asker karşıtıdır. Niye mi? Osmanlının son döneminden beri tüm çağdaşlaşma, modernleşme hareketleri genellikle askerden gelmiştir de ondan. Modernleşme, işbirlikçi gericiliğin de tasfiyesi demektir. Gelişen ülkenin gözü açılan halkı, hakkını arar. Bu da geleneksellikle halkı yönetip sömürenlerin işine gelmez. Bugün askere vurulan darbeler; 1908’in, 1919’un, 1923’ün intikamıdır.
Yaklaşık altmış yıldır ülkemizi yöneten sağ, hem adaletsizlikleri yaratmıştır hem de bu adaletsizliklerden şikâyetçi olmuştur. Yani kendileri bozmuş, yine kendileri düzeltmek için feveran etmişler. İktidarda oldukları halde tüm sağ partiler muhalifmiş gibi davranmıştır. Bu, çelişki gibi görünebilir. Bizce değil! Çünkü Türk sağının muhalif olduğu devletin çağdaş kurumları ve yasalarıydı. Birtakım haksız uygulamalar bahane edilip çağdaş kurumlara saldırmak için zemin yaratılmıştır. Bu oyun yıllarca başarıyla sahneye konmuştur. Bu nedenle de ülkemizi yöneten merkez sağ partileri birisi daha iyi diğeri daha kötü gibi göstermek yanlış. 1950’den bu yana her sağ iktidar Cumhuriyet yapısının duvarından bir ya da birkaç tuğla koparmayı ama gizli, ama açık becermiştir. AKP iktidarı da işin finalini oynamakta.
Sağcılık ekonomik politikalar bakımından da iflas etmiştir. Tarımı, hayvancılığı çöken, sanayisi dışa bağımlı bulunan, cari açığı tavan yapan bir ülkede yoksulluk da doğal olarak artmakta. Örgütlenme ve hak arama özgürlüğü de sağ iktidarlarca ortadan kaldırıldı. ”Demokrasi!” diye diye insanlar konuşamaz oldu. Kara bir istibdat yaşanmakta ülkemizde.
Sağın çelişkili, halkı aldatıcı söylem ve uygulamalarını yurttaşlarımız fark etmekte. Bu beladan hem kendini hem de ülkesini korumak içinde güveneceği seçenekler aramakta. Eğer bu yaşadığımız olaylar doğru biçimde halka anlatılır ve çözümlere de inandırılırsa yurttaşımız, sağcı iktidarlardan kurtulur.
Yirminci yüzyılın başında kurtulduğumuz Hürriyet ve İtilafçı ruh, çok geçmeden hortladı topraklarımızda. Yıllardır topraklarımız daha çorak, insanımız kavgalı, komşu kapısı duvar. Hürriyet, İstiklal, Cumhuriyet mi? Onlar da ne? Cadde, sokak tabelalarından bile kaldırılmaktalar. Çünkü halkımız bu sözlere alışamıyormuş. Demokrasi, ülkemizde özgürlük, bağımsızlık ve cumhuriyetten vazgeçmek midir? İşte sağcılığın geldiği nokta. Bağımsız olmadan milliyetçi, dindar olabilir miyiz?

Adil Hacıömeroğlu

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.