SABRIN SINIRI

ABONE OL
18:10 - 01/10/2020 18:10
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

SABRIN SINIRI

Bu hafta yazıma geç başladım, hâlbuki o kadar yazılacak konu var ki. Bir heykeltıraş gibi makalemin bir sağına bir soluna geçer, düzeltme için tam bir hafta vakit ayırırım.

Terör ve Suriye savaşının negatif etkilerine rağmen Türkiye’de tatil yapmak, dinlenebilmek çok zor bir şey. Avrupa’daki okurlarıma bir tek insan manzarası çizemiyorum. Büyük usta dünya şairi boşuna memleketimde İnsan Manzaraları, dememiş.
Aydın, ülkesinin geleceğini düşünenler endişe içinde, gelen şehit haberleri, her an her şey olabilir beklentisiyle yaşamak güneş, deniz ve kum üçlüsünde dahi kolay değil.

Deniz kenarında çaycı her akşam Ankara’nın bağlarını çalıp, rakı eşliğinde arkadaşlarıyla dans edebiliyor. Gaziantep’ten 53 kişinin ölüm haberi gelse de. Koya yaklaşan teknelerin yaptığı müzikte, bağırmak gelir içinizden, müziği gürültüden kurtarın ey dostlar, müzik öğretmenleri, kulak doktorları.
Evrim kuramında güçlü olan değil, uyumlu olan kazanır. Artık rahatsız olmamak, yeni ortama alışmış olmak.

Almanya’da Türk göçmenlerin uyumu elli yıldır konuşulur, hükümette bakan, eyaletlerde senatörlere uyuma, alıştırmayı yönlendirme görevleri verilir. Duya duya uyumu hep pozitif algılıyordum. Fakat şu anda Türkiye’de yaptığım gözlem uyumun her zaman faydalı olmadığı yönünde.

Seyyar karpuzcuya ben bağırandan almam, traktör yerleşik yerlere giremez, diyorum. Neden abla, diyor. Anlatıyorum, hiç duymamış. Alışveriş mağazasının önünde en az dört araba motoru açık bırakmış, kapat evlâdım, neden abla, diyor. Hiç anlatan olmamış.

Çevresinde yapılan haksızlıkları göremiyor veya görmek istemiyor. Alışmış, uymuş topluma. Köpek denize girerse veya denizden çıkanların ayaklarını yıkadıkları musluğa yaklaşırsa o halde bir reaksiyon gösteriyor. Kendi ikaz etmiyor, seçtiği vicdan sözcüsüne sen söyle, diyor. Kadın mayosunu değiştirirken vücudunun görülmemesi gereken kısmını görmüş, sorun büyük, komşu ile bunu konuşuyor.

Bunlar küçük şeyler, her gün ne hikâyeler anlatılıyor, medya ve basında. Türk insanı yıllardır nelere alıştırılmış.
Çaresizlik öğretilmiş, haksız terfi edenler, sınav soruların cevabını önceden alanlar. Haksızlıklara alışanlar, kötülük ve iftiralara uyum sağlayanlar, güçlüden medet umanlar işin kolayına kaçıyor.

Kurbağanın yavaş yavaş dökülen kaynar suya alıştırıldığı ve uyuşturulduğu misalinde olduğu gibi, dayanılması güç bir sessizliğe tahammül etmeyenler çok azdır.

Karşı koymayı deneyip başaramayınca kişi kendini korumaya alıyor. Etrafına bir duvar örüp, görme, duyma, işitme ilkesine kendini hapsediyor. Bütün bir toplum bu duruma düşmüşse burada büyük bir sorun var demektir.

Canlı öğrendiği çaresizliğe alışıyor, yaşam biçimi oluyor.  Dışardan uyarılar rahatsız ediyor. Başka bir toplumdan gelenler aykırı, uyumsuz ve huzur bozucu sayılıyor.
Uyarmayı görev bilen emekli öğretmen, bu yıl sitede hemen selâm vermiyor, bekliyor. Bakalım kim selâm verecek, sonra cevap veriyor. Farkına varanlar senin hakkını nasıl öderiz, bak her gün kahvaltıda göresin, diye bu kırmızı Japon gülünü senin için diktim, diyor.

Uyumsuz, her kötülüğün farkına varanlar yıllarca bu ülkede hapis yattı. Haksızlığa alışmayan, kötülüklere uymayan seslere bu güzelim ülkede ihtiyaç var.

Yurtdışı Türkleri, işiniz daha yeni başlıyor. Avrupalı Türkiye dostlarıyla birlikte bu ülkede haksızlığa sabretmeyen, kötülüklere alışmayanlar yalnız bırakılmamalı. 
Vize hürriyeti, Avrupa Birliği üyeliği için dosyaların açılmasına ön ayak olmalı. Türkiye’ye yapılan yanlışlar bıkmadan hatırlatılmalı.

Avrupa basın ve medya aralıksız Türkiye aleyhinde konuşuyor, tartışıyor. Panel, seminer gibi toplantılara mutlaka katılıp, düşüncelere denge getirilmelidir.

Hoşça kalın!

İlter Gözkaya-Holzhey                

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.