REZİDANS’TAN KANÇILARYA’YA

ABONE OL
18:47 - 01/10/2020 18:47
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Berlin Büyükelçisi Sayın Hüseyin Avni Karslıoğlu 2012 iftarını Rezidansın bahçesinde çadırda vermişti. Sıra dışı eylemlere alışkın olmayan Berlinliler bu iftarı çok konuştular. “Laiklik elden gidiyor.!” diyenler olduğu gibi, göğüslerini kabarta kabarta “İşte bu!” diyenler de oldu.
2013 yılına geldiğimizde bu kez iftar sofrası Kançılarya ‘da kuruldu. İftar saatinde Kançılarya’dan semaya ezan sesleri yükseldi “Allahü Ekber… La ilahe illallah”, “Allah birdir ve ondan başka ilah yoktur.” Arkasından Kur’an okundu ve Almaca tercümesi yapıldı. Kur’an Kançılarya ‘da okundu, sıra dışı uygulamaya yine Karslıoğlu imzasını koydu. Küpe, uzun saç ve bu sefer de sakal. Bakanların sakallı oldukları vaki. Bu gelenek Erbakan hükümetlerinin hepsinde var. Ancak bürokratlar arasında sakal geleneğinin altına bir ilk olarak yine Karslıoğlu imzasını koydu. Sakalıyla ve uzun saçıyla Büyükelçimiz karizmatik bir hüviyet kazanmış. Yakışmış.

Büyükelçi Karslıoğlu, iftardan önce yaptığı konuşmada, birlik ve beraberlik çağrısı yaptı. Bu çağrı ile hem Türkler arasındaki farklılıkların hem de Alman tolumu arasındaki farklılıkların altı çiziliyordu. Bütün bu farklılıklara rağmen birlik ve beraberlik içinde olmak. Mutluluğun sırrı Büyükelçi’ye göre birlik ve beraberlikte yatıyordu. Ramazan ayı bir fırsattı ve iyi değerlendirilmeliydi.

“İslâm dininin Kutsal Kitabı Kur’an bu ayda inmiştir, bu ay insanların birbirlerini daha yakından tanıma fırsatı bulduğu aydır, bu ayda herkes birbirine saygılı olmak zorundadır. Bu saygı hem Almanlar ve hem de Türkler için geçerlidir. Vesileler iyi fırsatlar teşkil ediyor. Alevi’siyle Sünni’siyle, herkes birbirinin kardeşidir ve hangi görüşten olursa olsun onlar benim de kardeşimdir. Sizler nasıl sıkıntı çekiyorsanız, ben de aynı sıkıntıları çekiyorum ben sizlerin dışında birisi değilim. Burası sizin ikinci evinizdir, bir sığınaktır, her zaman burasını sığınak olarak kullanabilirsiniz.
Bizi bir arada tutan ortak değerlerimiz farklılıklarımızdan daha fazladır. Bu fazlalıklar aynen Almanlar için de geçerlidir. Farklılıklarımız işin güzelliğidir. Güzelliklerimizle birlikte yaşamak varken ayırımcılığa ne gerek var. Bizim köklerimiz Türkiye’dedir. Ancak burası da baba vatanımızdır, benim de baba vatanımdır.

Burada 3,5 milyon Türkiye kökenli insanımız yaşıyor. Yabancı düşmanlığı ve ayırımcılık sizlerin cesaretini kırmasın. Bütün gücünüzle Alman toplumu içinde yer almaya çalışın. Bu mücadeleyi birlikte yapalım, yılmayalım, yılgınlık göstermeyelim. Almanya ile Türkiye arasında çok eskilere dayanan dostluklar vardır, onları hatırlayalım. Demokrasi ve insan hakları aramızdaki müştereklerimizdir. Aramızda diyalog ve hoşgörü hâkim olmalıdır.”

İftar yemeğine geçildi. Oldukça zengin bir menü vardı: Eller ilk önce İftariyeliklere uzandı (Pastırma, beyaz peynir, kaşar peyniri, yeşil ve siyah zeytin, ceviz, badem, kuru kayısı ve hurma). Soğuklar( Karışık kızartma, yaprak sarma, dolma, patlıcan ezmesi, Antep ezmesi, börek çeşitleri, cacık.)
Ana yemekler( Kuzu tandır, tavuk sote, güveç, döner), garnitürler( Pirinç pilavı, biberiyeli ve sarımsaklı patates), salatalar (çoban salatası, fıstıklı ve parmesan peynirli roka salatası, tatlılar( Güllaç, lokma ve baklava), mevsim meyveleriyle özenle düzenlenmiş meyve büfesi, semaverde çay ve Türk kahvesi, geleneksel kostümüyle şerbetçi. Harika bir menü ve harika bir ambiyans.

Mercimek çorbası servis olarak geldi masaya. Daha sonra, açık büfeye geçildi. Kuyrukta hanımların eşik sohbetine benzer sohbetlerle iftarın tadına varıldı. Bu arada dostlar birbirlerine sarıldılar ve ayak üstü de olsa hasret giderdiler. İşte Ramazan’ın bereketi burada. Karslıoğlu’nun konuşmasıyla münasip düşen bir ortama şahit olduk bu iftarda. Ailevisiyle Sünni’siyle, oruç tutanıyla, tutmayanıyla herkes birbiriyle selamlaşıyor ve kucaklaşıyordu. Umarım Kançılarya’daki bu birlik ruhu sokağa da, toplumlara da aynen hâkim olur.

Ancak gözüme çarpan bazı eksiklikleri de yazmadan geçemeyeceğim:
1-Semaverde Türk çayı demlenmeliydi, Seylan çayı değil.
2-Türk kahvesinin yanına su ve lokum mutlaka konulmalıydı.
3-Kur’an Arapça olarak okundu ve Almanca olarak meali verildi, Türkçe olarak da meali verilmeliydi. Programlarda Türkçe’ den taviz verilmemeli. Mesele herkesin Almanca’yı anlaması değil, sahip olunan değerlerin korunması olmalı. 2 dakika da Türkçe meal biterdi. 2 dakika çok uzun zaman olmasa gerektir.

Rüştü Kam

Not:
Benim için iftar yemeği o kadar da güzel başlamamıştı. Oturduğum masada bir şehir magandasıyla karşılaştım. Dernek çalışmaları yapan insanlar içinde öylesi magandaya rastlanmaz. Bu maganda oraya nereden düşmüş bilmiyorum. Belki de Elçilikte veya Konsoloslukta görevlidir. Selamün aleyküm gençler diyerek oturdum yandaki masaya, iftar öncesi tanıdıklarla sohbet etmek istedim. “Bu masa senin mi ki böyle pat diye oturuyorsun?” diye kaba bir hitapla karşılaştım. Sanki, başımdan aşağı kaynar su döküldü. Tanımam etmem. Kimdir, neyin nesidir bilmem. Dam başında saksağan vur beline kazmayı. Masadaki diğer arkadaşlar ortamı yumuşatmaya çalışsa da ben masayı terk etmeyi yeğledim.

İftara yaklaşmışken, sabırlı olmanın daha iyi olacağını düşündüm ve böylesine kaba bir yaratığa cevap verme lüksüne girmedim. Masadan kalkıp başka bir masaya gitmekle yetindim. “Oruçluyken birisi size sataşırsa, ona oruçluyum ben deyin ve oradan ayrılın.”(H.Ş) Ben de öyle yaptım, ama, hâlâ içim içimi kemiriyor.

Benim oturduğum masaya sonradan Eğitim Ataşemiz Mustafa Çokyiğit Bey geldiler de biraz rahatladım, eskilerden, eski yıllardan söz ettik… İkinci kez Berlin’e geliyor. Nihayet uzun zaman sonra Berlin Eğitim Ataşesi’ne kavuşmuş oldu. Önceden de Berlin’de hizmet yaptığı için, Berlin’e yapılacak hizmetlerin neler olduğunu çok iyi bilen bir bürokrat. Berlin için bir şans. Aramıza hoş geldiniz Mustafa Çokyiğit Bey.

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.