ORTAÇAĞ’IN ROBİN HOOD’U EŞKİYA EBÛ ZER

ABONE OL
18:15 - 01/10/2020 18:15
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

ORTAÇAĞ’IN ROBİN HOOD’U EŞKİYA EBÛ ZER

İslâm Dini gelmeden önce Müslüman olan kişidir Ebû Zerr, Benû Gıfâr kabilesine mensuptur. H. 31 (M. 651/652) yılında Mekke ile Medine arasında bir yer olan Rebeze Çölü’nde vefât etmiştir.

Ebû Zerr’in asıl ismi, Cündüb b. Cenâde b. Kays b. Beyaz b. Amr’dır. (İbnü’l-Esir, Üsdül-Gâbe, Vl, 99-101).

Ebû Zerr el-Gifârî’nin kabilesi ve ailesi câhiliye devrinde yol kesmek, kervanları soymak ve eşkıyalık yapmakla tanınır. Ebû Zerr, cesareti ve atılganlığı ile o kadar büyük bir şöhret yapmıştır ki o yörede, ismini duyan, olduğu yerde korkudan titrerdi. O zenginlerden aldığı malları ve paraları fakirlere dağıtırdı. Ortaçağ’ın Robin Hood’u diyebiliriz. Putperest bir toplum içinde yaşıyordu, ancak hiçbir zaman putların önünde eğilmedi.

Ebû Zerr  bir gün, birdenbire eşkiyalığı bırakarak o gün az sayıda da olsa var olan Haniflere katılır. Böylece İslâm’ın henüz zuhur etmediği bir zamanda Allah yolunu tutar. Haniflere katılır katılmaz, kabilesinin karşısına çıkar ve tek Allah inancını yüksek sesle haykırmaya başlar: “Allah birdir ve O’ndan başkasına ibadet edilmez. Putlara tapmayınız, onlardan hiçbir şey istemeyiniz!” demeye başlar. Daha 20 yaşlarında olan bu genç adam, hak yolunu bulmuş ve lebbeyk demiştir.

Günlerden bir gün, kabilesine mensup bir kişi, Mekke’ye ticaret için gider. Kabilesine geri döndüğünde doğru Ebû Zerr’e koşar. Mekke’de kendisinin peygamber olduğunu iddia eden bir kişinin çıktığını ve insanları tek Allah’a inanmaya davet ettiğini söyler. Ebû Zerr  dikkatle ve heyecanla dinler arkadaşını. Habercinin sözü bittikten sonra ayağa kalkar ve haykırmaya başlar. “Evet o Ahir zaman peygamberidir, Cenâb-ı Hakk’a yemin ederim ki o Ahir zaman peygamberidir, iyilikleri öğrenmeleri ve kötülüklerden sakınmaları için halka nasihatler yapmaktadır” diyerek Gıfaroğulları kabilesinin altını üstüne getirir.

Ebû Zerr vakit geçirmeden düşer Mekke’nin yoluna. Bu sırada Hz. Muhammed Mekke’de sıkıntı içindedir. Ashabı onu büyük bir titizlikle koruma altına almış ve bulunduğu yeri herkesten gizlemektedir. Ebû Zerr, Hz. Peygamber’i kime sorduysa bir cevap alamaz, bütün gün dolaşır Mekke sokaklarında. Çaresiz Kâbe’ye gider. Zemzem suyundan içerek biraz rahatlar. Ancak, Zemzem suyu onun içinde yanan özlem ateşini söndürmeye yetmez. Hemen sonra tekrar Hz. Peygamber’i aramaya çıkar. Yine Mekke sokaklarındadır. Önüne gelen herkese sorar Muhammedini, cevap yok, herkes kafasını çevirir. Omzunu çeker.

Hava kararmak üzeredir, ümitlerin tükendiği, dizlerindeki dermanın kalmadığı bir anda, sokağın köşesinde Hz. Ali çıkar karşısına. Küçük bir çocuk nereden bilecek Muhammedi der içinden. Ama yine de sorar. Ümit kalacağına emek kalsın der. Çaresiz o na da sorar aradığı kişiyi. Hz. Ali önce tereddüt eder, sen kimsin der gibi bakar Ebu Zerr’e. Sonra,  düş peşime seni O’na götüreyim demez mi? Heyecandan kalbi yerinden fırlayacak gibi olur. İnanamaz çocuğa, bu çocuk ve Hz. Muhammed… Olamaz der, kekelemeye başlar. Yapacağı başka bir şey de yoktur. Düşer çocuğun peşine düşmesine de, çocuktan ileri geçer heyecanından, çocuğa “çabuk çabuk, biraz koş” der. Zaman geçmez onu için. Acelesi vardır onun.

Nihâyet kavuşur sevgilisine, gözyaşları sel olur. Kucaklaşırlar, sarılırlar birbirlerine Allah’ın Resulüyle. Ebu zer anlatır kendisini uzun uzun, Allah’ın Rasülü de sabırla ve heyecanla dinler. Mekke’nin dışından bir delikanlı gelmiş ve İslâm’ı kabul etmiştir. Sorgulamadan, sormadan kabul etmiştir. Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasülüh. “Allah birdir ve Muhammed O’nun kulu ve Rasülüdür.”

Hasret bittikten, söylenecek olanlar söylendikten sonra Allah’ın Rasülü onu Gıfaroğullarına geriye gönderir ve görev verir. Artık Ebû Zerr  görevlidir. Gıfaroğulları’na peygamber adına konuşacaktır. Onlara yeni gelen dini, anlatacaktır. Sanki ayakları yere değmez, uçar gibi tutar kabilesinin yolunu.. Bütün kuvvet ve kudretiyle, aşk ve şevkiyle, bütün cesaret ve şecâatiyle İslâm’ı yaymaya ve öğretmeye başlar. İlk önce en yakınlarına anlatır. Kardeşi Uneys  hemen kabul eder Hz. Muhammedin peygamberliğini, kucaklaşırlar ve birlikte turlamaya başlarlar Gıfaroğulları’nı. Halkın çoğu müslüman olur. O da emin insandır kabilesini arasında.

Ebû Zerr, Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden sonra meydana gelen Bedir, Uhud, Hendek ve diğer gazvelere katılır. Tebuk Gazvesi’nde İslâm ordusu hazırlandığı zaman Ebû Zerr gecikmiştir; devesi hastadır, bitkindir. Ama O buna rağmen Rasûlüllah’ın ardından yaya olarak yürür ve Tebuk seferine katılmaktan geri kalmaz.

Ebû Zerr, ashâb tarafından “ilim deryası” sıfatıyla vasıflandırılmıştır. Çünkü bilgi edinmek için Hz. Peygamber’e sık sık sorular sorardı. İman, ihsan, emir, nehy, iyilik ve kötülük hakkında ne varsa hepsini sorarak öğrenmişti. Her hareket ve işinde Rasûl-i Ekrem’e tâbi olduğunu gösterirdi. Gayet kanaatkâr olup basit ve sâde yaşardı. Âbid idi, zâhid idi. Hakkı söylemekten çekinmez ve korkmaz idi.

Ebû Zerr, mert,  adil delikanlı bir sahâbî idi. Ümmet arasında meydana gelen fitne ve fesatlara karışmaktan son derece sakınırdı. Hz. Osman’a muhâlif olmasına rağmen, etrafın sıkıştırmasına mukâbil tarafsız kalmayı tercih etmiştir. Hz. Osman’a ve Muaviye’ye muhâlif olarak tanınırdı. Fakat bütün bu muhâlefetlerine rağmen onlara karşı gelmedi. Kendisine arzu etmediği birşey teklif edildiği zaman, zâhidlere mahsus bir edâ ile ve güler yüzle, hoş sohbetliğini de ileri sürerek reddederdi. Ebû Zerr, haklı bir meselede halifeye karşı gelmekten çekinmezdi. Hz. Ebû Zerr’in oğlu, sağlığında vefât etmişti. Geriye yalnız bir eşi ve bir kızı kalmıştı (M.  Asim Köksal, İslâm Tarihi, Mekke Devri, s.177-180).

Mekke fethi sırasında kendi kabilesinin sancaktarlığını yaptı. Ebû Zerr, dünyaya hiç değer vermezdi. Eşkiyalık döneminde de aldıklarını hep halkına dağıtırdı, Müslüman olduktan sonra da. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s) kendisine Mesîhu’l-İslâm lâkabını takmıştı.

Nitekim Ebû Zerr, Rasûlüllah’ın irtihalinden sonra bu lâkaba uygun olarak dünya ile alâkasını tamamen kesmiş ve  inzivâya çekilmişti. Medine’nin bağı bahçesi onun için bir harabeden başka birşey değildi. Hele Hz. Ebû Bekir de vefât edince Ebû Zerr, tamamen içine kapandı. Medine’nin heryerinde O Sevgili’nin ayak izleri vardı. Nereye gitse O’nun hayaliyle karşılaşıyordu, yüreğindeki acılara tahammül edemez hale geldi. Bir gün yine aniden karar verdi ve ayrıldı Medine’den. Şam’a yerleşti.

Devir Hz. Osman devriydi. Fetih hareketleri oldukça genişlemiş ve bu yüzden fethedilen bölgelerin gelenekleri de İslâm’a etki etmeye başlamıştı. Emirler, valiler, makam sahipleri sâdelikten ayrılarak dünyevî bir yaşantının içerisine girmişlerdi. Saraylar, köşkler, konaklar yapılmaya, hizmetçiler tutularak işler onlara gördürülmeye başlanmıştı. Rasûlüllah’ın, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer devrinin sâdeliği çoktan unutulmuştu.

O günlerdeki,  sâdeliği unutmayanlarda vardı. Bunlardan biri de kuşkusuz  Ebû Zerr idi. O, sâde yaşayışını sürdürmekte ısrar ediyordu. Mal ve servet biriktirme hırsı yoktu onda. Debdebeli bir hayat tarzını seçenlere gereken ikazları yapıyor; bu durumun onlara kötülükten başka bir şey vermeyeceğini, bir gün bunların hesabının sorulacağını söylüyordu yüksek sesle. Ve sık sık delil olarak: “Altın ve gümüş depo edip Allah yolunda sarf etmeyenlere elim azabı müjdele…” meâlindeki âyeti okuyordu.

Şam valisi Muâviye’nin ve onun emirlerinin yaşantılarını sürekli eleştiriyordu. Bu yüzden Şam’da fesat çıkardığı iddiasıyla Ebû Zerr Muaviye tarafından, Halife Osman’a şikâyet edildi. Halife Osman, Ebû Zerr’i Medine’ye çağırdı. Hz. Ebû Zerr’in Medine’ye gelişi halk üzerinde büyük bir tesir ve hayret icra etti, herkes sevindi ve kucakladılar onu. “Hoş geldin Medine’ye, safalar getirdin”. Dediler. Huzura çıktı Ebû Zerr. Halife hesaba çekti onu, sonra da kendisine maaş bağlamak istedi, O’nun susmasını istiyordu Halife. Hz. Ebû Zerr Halife Osman’a, “Benim dünya malına ve dünya metama ihtiyacım yoktur!, beni rahat bırakın yeter ” dedi.

Halife Ebû Zerr’i Rebeze Çölü’ne sürgün etti ve kimsenin onu uğurlamaması gerektiğini de sıkı sıkıya tembih etti. Hz. Ali bu tembihi dinlemedi ve O’na, Mekke’de Rasülü bulmak için eşlik ettiği gibi,  Medine’nin dışına çıkana kadar burada da eşlik etti. O nun yanına bir kaç koyun bir deve kattı. İçi kan ağlayarak uğurladı onu Rebeze çölüne. O çölde ne yer ne içer içi cız etti…

Medine’de âsiler Hz. Osman aleyhine faâliyetlerde bulundukları zaman Ebû Zerr’i bu işe karıştırmak istedilerse de Ebû Zerr âsilere bu fırsatı vermedi. Ebû Zerr, Rebeze’de çok sıkıntılı günler geçirdi. Çadırı harab olmuş, yiyeceği ve içeceği kalmamıştı. Sırtında elbisesi bile yoktu. Ailesi ona elbiseden bahsettikçe, o “Bana elbise değil, kefen lâzım” diyordu. O peygamber yolunun yolcuları(!) nın halini gördükçe Rasülüllah’a kavuşmak için can atıyordu. Bıkmış usanmıştı Müslümanların o halinden, nefret ediyordu sanki Müslümanlardan. Ahiret yurdunu dünya yurduna değişmişlerdi.  Ebu Zerr yoldan gelen geçen kervanların verdiği ekmek ve suyla geçiniyordu ailesiyle birlikte Rebeze çölünde.

Nihâyet hastalandı. Öleceğini anlayan eşi, kefeni dahi olmadığını ona söylüyor, ne yapacağını kendisini nasıl defnedeceğini soruyordu ona. Ebû Zerr, eşine cesaret veriyor, bizi Allah burada çaresiz bırakmaz, buluruz elbet bir çaresini diye teselli etmeye çalışıyordu. Ve yattığı hasta yatağından biraz doğrularak eşine,  Mekke tarafından bir kâfile gelip gelmediğini gözlemesini istiyordu: “Bak bakalım, ufukta toz bulutu görüyor musun” diyordu.

Nihâyet H. 31 (M. 651-652) ufukta bir kervan gözüktü. Kervan orada konakladı ve kısa bir süre sonra da Hz. Ebû Zerr sevgilisine kavuştu. Pislik dediği bu dünyadan Rasülüllah’ın seçme Sahabelerinin gözü önünde, Halife Osman’ın gözü önünde, Rebeze Çölünde çileli bir hayat yaşayarak, aç susuz sefalet içinde göçüp gitti.  (Hayreddin Zirikli, el-A’lâm, II, 140)

Sadece insanlara, “Altın ve gümüş depo edip Allah yolunda sarfetmeyenlere elim azabı müjdele…” ayetini okuduğu için yalnızlığa terkedildi.
O İslâm gelmeden önce Müslüman olan, Hz. Muhammed’in kardeşim diyerek bağrına bastığı, o gelince ayağa kalkmak için toparlandığı Peygamberin Mesîhu’l-İslâm’ı,  Ortaçağ’ın Robin Hood’u eşkiya  Ebû Zerr idi. Seni çok özledik ey Ebû Zerr…


Rüştü Kam 

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.