MEDYAMIZI DA ÇALDILAR!

ABONE OL
18:59 - 01/10/2020 18:59
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Bir zamanlar, yazılı medyamız vardı.
Gazetenin sahipleri gazetecilikten gelmişlerdi, gazete patronluğuna.
Bilirlerdi gazeteciliğin ne olduğunu.
Gazetecilik tutkularıydı. Para ikinci planda kalırdı, onlar için.
Çalışanlarıyla meslektaş etiği ile yani doğru haber ilkeleriyle çalışırlardı.

Basın özgürlüğü, demokrasilerin olmazsa olmazlarındandır.
İnsanlar çevrelerinde, ülkelerinde ve dünyada olan bitenleri basın aracılığıyla öğrenir.
Basın, haber konusunda yansız olmak zorundadır.
Gazetecinin, kişileri, hükümetleri ve de devletleri üzmemek, kırmamak, karşısına almamak için haberleri çarpıtmaya, olduğundan başka göstermeye hakkı olamaz. Bu hem basın adına, hem insanlık adına ahlaksızlıktır.
Sadece haberleri yorumlayanlar, olaylar üzerine yorum yapanlar kendi kişisel yargılarını, görüşlerini gerekçe göstererek yazabilirler. Çarpıtmadan, iftira düzeyine indirmeden düşüncesini okuyucusuna iletirler.
Kırklı yıllarda, savaş yıllarında basına sansür uygulanmasını savaş şartlarına bağlayabiliriz. O dönemde demokrasi, milyonlarca insanın ölümü ile sonuçlanan, silahların gölgesi altında kalakalmıştı. Özgürlükleri bayrak edinen DP, ‘’yeter söz milletin” parolasıyla iktidara geldi.
Lozan’da emperyalizm, Osmanlıya kabul ettirdiği sömürü ayrıcalıklarını terk etmek zorunda kalmıştı. Terk etmek zorunda oldukları ayrıcalıkları, DP’ye iktidarından teker, teker yeniden kazanmıştı. Artık Türkiye, bağımsız ülke konumundan, emperyalizme bağımlı bir devletti. Baskı dönemlerinde susturulacak kurumların başında basın ve yargı gelir.
Bu dönemde yargı devre dışı bırakılarak, gazeteciler yargı kararı ile değil, DP Milletvekillerinin oluşturduğu Tahkikat komisyonları tarafından hapsedildi. Gazeteler kapatıldı.
Türk Basını altın çağını 1961 Anayasasının getirdiği özgürlüklerle yaşadı.
Sonra o çağdaş anayasa bol geliyor diye, daralttılar, muhtıralarla, darbelerle basını zabtı rapta aldılar.
Kenan Evren-Turgut Özal döneminde gazeteler, talimatla çıkmaya başladı.
Özallı vurgun döneminde, renkli televizyona geçiş bahanesiyle, dikili ağaçları olmayan çocuklarının öncülüğünde kaynakları belli olmayan sermayelerle yandaş TV kanalları açıldı.
Özal’ın ‘’iki buçuk basın” planı uygulamaya konuldu.
Türkiye’de Görsel Medya, hep varsılların ve sermaye konusunda sıkıntısı olmayan dinci-şeriatçı kravatlı- takkelilerin tekelinde oldu.
Sermaye, medyayı kendi çıkarlarını korumak, yolsuzluklarını kapatmak, devlet teşviklerini kapmak için şantaj aracı olarak kullandılar.
Önceleri, görsel medyanın fazlalaşması, çok sesliliği, tartışma ortamını zenginleştirir diye bir umut vardı.
TRT, iktidarların resmi aracı durumunda idi. Ama Türkiye’nin Laik, Atatürkçü çizgisinden her türlü sivil iktidar döneminde ödün vermezdi.
Holding Patronları medyaya el attılar.
Her holdingin gazeteleri, TV kanalları oldu.
Gazetecilikten gelenler; Karacanlar, Simaviler, Bilginler çekildi, yerlerine Doğan, Uzan, Aksoy, Karamehmet, Doğuş, Ciner grupları, holdingleri geldiler.
Başta, her görüşten yazarları, gazetecileri aldılar.
İktidarlarla pazarlıklar yaptılar. İhaleler, teşvikler aldılar.
Dinci kanalların kalitesi düşüktü. Halk, onlara itibar etmiyordu.
Bazı hızlı solcular yoruldular, ya da asıl amaçları olan Türkiye düşmanlığını sol kulvarda kalarak sürdüremeyeceklerini anladılar, liberalliğe çark ederek, dincilerin kanatları altına girdiler.
Dinci basına hareket geldi. Onlar da sadece din ambalajlı yalanlarla amaçlarına ulaşamayacaklarını kavramışlardı. ‘’Düşmanımın düşmanı dostumdur,” düşüncesiyle tüm aymazlar; laik, bağımsız cumhuriyete karşı birleştiler.
Asala yandaşları, Filistin kaçkınları, kurtuluş savaşıyla sorunları olanlar, şeriatçıların, cemaatçilerin Allah’la aldatıp, Allah adına vurdukları servetlerinden beslenmeye başladılar.
Dinciler ve cemaatçiler de onların adlarına yapıştırdıkları ‘’ dinsiz ‘’ damgasını silip, üzerlerine ‘’yandaş”, alınlarına ‘’satılık” damgasını vurarak tepe, tepe kullanmaya başladılar.
Dönmeliğin yararını da gördüler.
Yaşamları değişti. Bolluk içinde yaşamaya başladılar.
Baskı yok, hapislik yok, fişlenme yok.
Karen Fogt’un Elektro Postaları basına sızdığında, gazeteci kılığındaki mahlûklar, ekmeğini yedikleri ülkeye ihanet ediyorlardı. Kimi bavulla kara para taşırken yakalandı. TRT’ye pahalı programlar yapan M. Ali Birant, sahte belgelerden on bir aya mahkûm oldu. Rahşan Hanım affıyla hapisten kurtuldu. Şimdi AKP’nin has adamı. Programlarında, Erdoğan’ın beyninin yarısı olan, eski PKK’lı, şimdilerde Fetullahçı, Mehmet Metiner’e Türkiye değerlerine küfrettirmekte.
AKP, BOP projesini, ABD’ye olan imanlarının şartı olarak kabul etmeleriyle iktidara getirilince, Karen Fogt’un çocukları bu projenin fedaileri olarak itibar kazanmaya başladılar.
Nazmı Bilgin’in Sabah, ATV Grubunu önce Cinerler aldı, daha sonra başbakanın damadının patronu Albayraklar, yaşanmamış usulsüzlüklerle devlet parasıyla el koydular. Sabah ve ATV ve diğer uzantıları bir günde yön değiştirdiler. Orada yazanlar (Hıncal Uluç, hariç) AKP’nin emirberi durumuna geçtiler. Daha önce Uzanların davulunu çalan Ergin Ardıç, ‘’bana parayı kim verirse onun için yazarım” diye açıkça konuştu. Şimdi,
Uzanlar, ülkeyi terk edince Star TV’yi Doğan Grubu, Gazeteyi AKP Yandaşı Sancak Grubuna haraç mezat satıldı. Gazetenin başına Zaman ve Yeni Şafaktan tanıdığımız Mustafa Karaalioğlu getirildi. Anti laik, anti Türkiyeci olarak tanınanlar gazetelerinde, TV’lerde; Ordu, laiklik ve bağımsız yargıya kin kusmayı sürdürmekteler.
Doğan Grubu, yazarlarını hükümetin baskısıyla gazeteden kovdular. Yansız program yapan Ruhat Mengi’nin programı apar topar yayından kaldırıldı. Hürriyet gazetesinde yazarları sansürleyen Ertuğrul Özkök bile yaranamadı görevinden alındı.
Habertürk, tamburlarla, sultan kıyafetli sözde tarihçilerle, hele son dönemde rüyasında Tayyip badesi ile titreyip kendine gelen jöleli yiğit eliyle başbakanın hakaretlerini, bölücülerin küfürlerini ‘’SANSÜRSÜZ” yayın olarak sürdürmekte.
Doğuş Holding’in NTV’sinde ise, eski solcu, şimdi Tayyipçi Ruşen Çakır, sol çizgi diye sunduğu programların has konukları, Nazlı Ilıcak, Mustafa Karaalioğlu, Nuray Mert ile demokratçılık oynamakta. Ruşen Çakır, Tayyip Erdoğan hakkında methiye kitabıyla AKP’nin güvenine mazhar oldu. Açılım mevsiminde, ne kadar bölücü varsa basın odalarında ağırlıyor. Karşılığını da fazlasıyla alıyor.
Bir yazar, bir gazeteci hangi görüşten olursa olsun, yazılarını kişisel çıkar için yazıyorsa o hırsızdır, o satılıktır. Ama çıkar sağlamadan inançları doğrultusunda yazıyorsa, o yazara, o gazeteciye hangi görüşten olursa olsun saygı duyulur.
Türkiye’de basın yansız değil. Birkaç gazete ve yazar dışında hepsi ya korkudan, ya kalemini satarak iktidar yandaşlığı yapmaktalar. Halkın, haber alma hakkını gasp ediyorlar, Yalan söylüyorlar. Avrupa’da Hükümetin başarısı diye verdikleri yalan haberlerin doğrusunu öğrendiğimizde ülkemiz adına utanıyoruz.
Azılı katil, faşist Mehmet Ali Ağca, kahraman gibi TRT de ağırlanıyor. Ne idiği belirsiz, dengesiz bir haham bozuntusu, milletin parasıyla saatlerce, Atlantik ötesinden iftiralar atıyor, devletin bir yetkilisi, özel yetkili savcıları parmaklarını kımıldatmıyorlar.

Biz yurtdışındaki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak aldatılıyoruz. Para ödeyerek izlediğimiz kanallar doğru haber yerine, uyuşturucu etkisinde dizilerle, fallarla, gençleri kumara teşvik eden programlarla halkımızı kandırıyorlar.
İlerlemiş yaşına rağmen, hapse girmeyi göze alan Nadir Nadi’yi, kendisini en kudretli saydığı dönemlerde, aile yolsuzluğunu haber yapan muhabiri gazeteden attırmayı emreden Özal’dan korkmak yerine, sıradan dedikleri muhabiri çağırıp:” Haberin kaynağı doğru mu evladım?” diye soran Simavi’ye; ‘’ doğrudur” yanıtını alınca ertesi gün Hürriyet’te ki başlık:
‘’Hodri meydan! Olarak çıkıyor.
Kaç tane patron çıkar bugün?
Kaç gazeteci çıkar? Direnen, haysiyetini çıkarına değişmeyen.
Devleti talan ettiler. Tüm değerleri satışa çıkardılar. Tüm değerleri ayaklar altına aldılar.
Medyamızı da çaldılar!

Yıldız AKALIN

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.