KUVVETLER AYRILIĞI

ABONE OL
18:50 - 01/10/2020 18:50
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bir zamanlar “Demokrasi bir tramvaydır. Gideceğiniz yere kadar gider orada inersiniz.” demişti. Geçtiğimiz günlerde de Konya’da bir ödül töreninde yaptığı konuşmada: “Yav işte 326 milletvekiliniz var hala mı bahane diyorlar. Ama işte bu kuvvetler ayrılığı denen var ya, o önünüze gelip engel olarak dikiliyor” dedi. Demek ki inme zamanı gelmiş…

Demokrasinin en temel ilkelerinden ve olmazsa olmaz bir öğesi olan kuvvetler ayrılığı ilkesine göre devlet yasama, yürütme ve yargı olmak üzere üç temel siyasi güç merkezine ayrılır. Bu ilkenin esas amacı, devlet gücünün tek elde toplanmasının, yani iktidar gücünün kötüye kullanılmasının önlenmesidir. Kuvvetler ayrılığı ilkesi, yasama ve yürütme bakımından siyasi iktidarı denetler ve etkinliklerine sınır koyar. Çünkü sınır tanımayan ve denetlenmeyen bir siyasi iktidar, giderek demokrasinin temel işlevi olan halkın güvenliğini ve özgürlüklerini yok eder. Demokrasiyle ilgili hemen hemen bütün toplumların tarihsel deneyimleri, bu sonucu doğrulamaktadır.

Eski Yunan’dan itibaren hukukun üstünlüğü alanında benimsenen ilkeler vardır. Eflatun (İ.Ö. 427-347); “eğer hukuk başka bir makamın iradesine tabiyse bence o devletin çöküşü yakındır” demişti. Aristo (İ.Ö. 384-322), ülkeyi yönetenlerin yasaların üzerinde olduğu düşüncesine karşı çıkmış ve “hukuk hükmetmelidir” demişti. Eski Roma’nın ünlü devlet adamlarından Çiçero (İ.Ö. 106-43): “Biz hepimiz özgür olmak için yasaların hizmetkarı olmalıyız” demişti.

Uluslararası Barolar Birliği’nin 2009 yılında aldığı kararda şunlar yazılıydı: “Bağımsız ve tarafsız bir yargı, masumiyet karinesi, gereksiz gecikmeye uğramayan adil bir yargı, mantıklı ve ölçülü bir cezalandırma gereklidir. Keyfi gözaltılar, gizli duruşmalar, yargısız sınırsız tutuklamalar, zalim ve küçültücü muameleler ve cezalandırmalar, seçim süreçlerinde yıldırma ve yolsuzluk yapılması kabul edilemez. Hukukun üstünlüğü uygar bir toplumun temelidir.” Bu karar ile Ergenekon, Balyoz ve benzeri davalar düşünülünce, durumun ciddiyeti anlaşılmaktadır.

Çağdaş toplumlarda hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı vazgeçilmez unsurların en başındadır. Ancak Türkiye’de hukukun üstünlüğünün vazgeçilmez bir öğesi olan kuvvetler ayrılığının bile tartışmaya açılması düşündürücüdür, demokrasi adına ve gelecek için kaygı vericidir.

AKP iktidarı ile yıllardır ülkemizde tüm kuvvetlerin tek elde toplandığı ve adına “ileri demokrasi” denilen bir düzen yaşanmaktadır. 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan halk oylamasıyla yargı tümüyle siyasi iktidarın denetimi altına alınmıştır. Başbakanın kuvvetler ayrılığından engel olarak söz etmesi, ülkemizin geleceği adına talihsizliktir; faşizmin ayak sesleridir. Bu tartışmalar yaşanırken kuvvetler ayrılığının üç tarafından biri olan yargı, sessizliğini korumaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin, Yargıtay’ın, Danıştay’ın, Sayıştay’ın bu sessizliği bozarak, “bu söylem demokrasiye aykırıdır, yargının bağımsızlığına vurulan ağır bir darbedir” demeleri gerekmektedir. 6292 sayılı yasayla vatandaşın hak arama yolu kapatılmıştır. 6300 sayılı yasayla Bakanlar Kurulu’na yargı kararlarının uygulanmaması konusunda yetki verilmiştir. “İleri demokrasi” adı verilen böyle bir sistemde zaten hukuk siyasi iktidara bağımlı hale getirilmiş ve kuvvetler ayrılığı ilkesi yok hükmündedir.
Uluslararası Dünya Adalet Projesi’nin hukukun üstünlüğü konusunda 97 ülkeyi araştırarak yaptığı sıralamada ülkemizin yeri şöyledir: Sivil yargıda 44, hükümetin şeffaflığında 57, hükümetin yetkilerinin sınırlı olmasında 68, düzen ve güvenliğin sağlanmasında 70, ceza yargısında 71, temel hakların korunmasında 76. sıradadır. Böyle bir tablo varken, ülkeyi bu duruma getiren başbakanın, kuvvetler ayrılığı ilkesinden şikayetçi olmasına da gerek yoktur.

Başbakan 1996 yılında yaptığı bir konuşmada şunları söylemişti: “Türkiye Cezayir olur mu, diye soruyorlar. Biz hazmettire hazmettire geliyoruz. Allah’ın izniyle!.. Şimdi artık millet yalnız aktörleri değil, senaryoyu da değiştirmeye talip!.. Bu çalışmalarımız senaryoyu değiştirme çalışmalarıdır. Biz onun için geliyoruz. Bu düzenin koruyucusu olamayız; bu mümkün değil. Bu hukuku hazırlayanlar, bu düzenin kaldırılmasının maşası olacaklar.” Başbakan bu söylemleriyle yıllardır demokrasiyi bir araç olarak kullanmıştır ve şimdi son durağa gelmiştir. Ne yazık ki kendilerini aydın olarak niteleyenler bu sözlerle uyutulmuşlardır. Bu sahte aydınların “yetmez ama evet” söylemleriyle ülkenin getirildiği konumdan sorumlu oldukları çok açıktır.

Emperyalist devletlerin büyük işgal projesinin eş başkanı olmakla övünen, padişahlığa özenen, Hitler’den esinlenen, kuvvetler ayrılığından şikayet eden birinin ülke yönetiminde olması toplumumuza yapılan zulümlerin en büyüğüdür. Mustafa Kemal Atatürk’ün çağdaş Türkiye’si, bizim güzel ülkemiz böyle yöneticileri hak etmemektedir.

Suay Karaman
Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD) Genel Sekreteri

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.