GÜNEYDOĞU ANADOLU GEZİSİ (III)

ABONE OL
18:22 - 01/10/2020 18:22
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 GÜNEYDOĞU ANADOLU GEZİSİ (III)

 “Hz. İsa, Kıyamet Günü’nde de insanları diriltmek ve ilâhî bağışa kavuşturmak için yeryüzüne yeniden inecektir, ruh da bu yüzden ölümsüzdür.”(Aziz Pavlus)

Hz. İsa’nın Kıyamet öncesinde tekrar yeryüzüne ineceği inancının Müslümanların da inancı olması manidardır. Bu inancın Müslümanlara nereden geldiğini tarihi gerçekleri göz önünde bulundurarak, aklıselim ile biraz düşününce anlamamak mümkün değildir.

Danyal Peygamber

Danyal Peygamber’in, Yahudilerin en sıkıntılı dönemlerinden biri olan, Babil Kralı Nebukadnezar zamanında gönderilmiş bir Peyganber  olduğu bilinirmiş. Zalim bir Kralmış Nebukadnezar. Yahudiler’e zulüm yaparmış. Yahudileri Nebukednezarın zulmünden Danyal Peygamber kurtarmış.
Danyal Peygamber’in hikayesini türbe görevlisi hoca efendi anlattı. Uzunca bir hikayeydi bu: “Nebukadnezar, MÖ 598 yılında Yahudi Kralı Jehoiakim’le tutuştuğu savaşta onu  yenmiş. Savaş esirleri içinde Danyal peygamber de varmış. Esirlerle birlikte zindana atılmış, zindandayken  bir vesile ile Babil kralı Nebukadnezar’ın rüyasını yorumlamış, “bir gün gelecek,  tahtın sarsılacak, hatta tahtını sarsacak olan o kişi de bir peygamber olacak” demiş Kral’a. 
Bu yoruma çok sinirlenen Kral, Danyal Peygamber’i takibe almış ve onun, tahtını sarsacak olan peygamber olduğunu öğrenmiş. Bu bilgiyi doğrulatmak için onunla münakaşalar bile yapmış.  Bir süre sonra da Danyal Peygamber’in idam edilmesine karar vermiş. Ancak bu isteğine ulaşamadan, Kral kendi adamları tarafından öldürülmüş. 

Danyal Peygamber burada Yahudilerle birlikte yaşamını sürdürürken, Kilikya Kralı’nın daveti üzerine Tarsus’a gelmiş. Tarsus o dönemde kıtlık ve yokluk içindeymiş. Danyal Peygamber’in gelişi ile birlikte Tarsus’ta kıtlık son bulmuş, bolluk, bereket başlamış. Danyal Peygamber Kilikya’nın uğuru sayılmış ve bereket peygamberi olarak ilan edilmiş. Ölene kadar Tarsus’ta yaşamış.  Vefat ettiğinde Tarsus’taki Makam Camii civarına defnedilmiş.

Ölümünden sonra birileri gelir de mezarı çalarsa, yeniden kıtlık başlar korkusuyla Kilikyalılar, Danyal Peygamber’in nâşını saklamaya karar verirler ve O’nun nâşını Kythnos denilen Tarsus Çayı sularının altına gömerler. Milattan Sonra 8’nci Yüzyılda Tarsus’a gelen İslâm Kuvvetleri tarafından bu sandukanın yeri tespit edilir ve sanduka açılır. Sandukadaki cenazenin parmağında yüzük vardır.  Yüzük, Hz. Ömer’e getirilir. Yüzükte 2 aslan arasında duran çocuk resmi bulunmaktadır. Hz. Ömer bu yüzükten cenazenin Danyal Peygamber’e ait olduğunu keşfeder. 

Tabii o zamanlar Tarsus Çayı şehrin içinden geçmekteymiş. Kentin ortasından akan bu nehrin üzerinde büyükçe bir köprü bulunmaktaymış. Bu köprüye 1989 yılı mayıs ayında, bir inşaatın temel kazısında rastlanmış.  Köprünün büyük bölümü Danyal Peygamber’in kabrine çatı olmuş vaziyetteymiş.
1857 yılında türbenin olduğu yere, Makam Camii yapılmış ve Mezar  bu caminin altında kalmış. Ta ki 1956 daki olaya kadar. 1956’da ırmağa bir çocuk düşer ve çocuğun cesedi bulunamaz. Çocuğun cesedinin bulunması için Belediye yetkilileri tarafından Tarsus Çayı’nın suyu kestirilir ve arama sıklaştırılır. Nihayet caminin temellerinin hemen yanında çocuğun cesedine ulaşılır.  Bu vesileyle nehir yatağı temizlenir. Bir de ne görsünler, caminin 10 m. altında bir mezar. Danyal Peygamber’in mezarı.” 

Şahmeran 

Farsça yılanların şahı anlamına gelen “şah-ı meran” dan gelir. Ancak, Şahmeran’a ilişkin tüm efsanevi kayıtlar ve Şahmeran efsanelerine özgü tüm betimlemelerde varlık dişidir. Şahmeran kültürü daha çok Cizre ve Nusaybin civarında yerleşiktir. Bu hikayeyi de 14 dakika civarında rehberimiz İmran anlattı. Tarsus yöresinde de böyle bir yaratığın varlığına inanılırmış. Sıcak bölge hikayelerindenmiş şahmeran hikayeleri. Şahmeran ustaları tarafından yapılan tablolar evlerin duvarlarını süslermiş:

“Binlerce yıl önce yedi kat yerin altında yaşayan yılanlar varmış Tarsus’ta. Meran adı verilen bu yılanlar, gerçekten akıllı ve şefkatli imiş. Onlar barış içinde yaşarlarmış. Meranların kraliçesine Şahmeran denirmiş. O genç ve güzel bir kadınmış. Efsaneye göre, Sahmeran’ı gören ilk insan Cemşab ismindeki delikanlı olmuş. O, geçimi için odun satan fakir bir ailenin oğluymuş. Bir gün Cemşab ve arkadaşları içi bal dolu bir mağara keşfetmişler. Balı çıkarmak için Cemşab’ı aşağıya indiren arkadaşları, balı yukarı çektikten sonra paylarına daha çok bal düşmesi için onu mağarada bırakıp kaçmışlar. Şaşkınlık içinde kalan Cemşab mağarada bir delik görmüş ve buradan ışık sızdığını farketmiş. Cebindeki bıçak ile uzun süren bir uğraş sonucunda deliği genişletmiş ve bu delikten ömründe görmediği kadar güzel bir bahçeye çıkmış. Bu bahçede eşi benzeri olmayan çiçekler ve bir havuz ile pek çok yılan görmüş. Önce korkmuş, kaçmak istemiş ama gözüne havuz başındaki tahtta oturan bembeyaz, güzeller güzeli bir yılan takılmış.  Aman Allah’ım o ne güzellik, eli ayağına dolaşmış Cemşab’ın. Ne yapacağını şaşırmış,  aşık olmuş Cemşab Yılanların Şahı’na.
Kalmış orada, zamanla Şahmeran’ın güvenini de kazanmış. Cemşab uzun yıllar bu bahçede sevgilisi ile birlikte yaşamış. Ondan ayrılmak istememiş. Ancak yıllar sonra, ailesini çok özlemiş, izin istemiş sevgilisinden, yani Şahmeran’dan. 
Şahmeran da izin vermiş, vermiş vermesine de, ancak yerini kimseye söylemeyeceğine dair söz  almış sevgilisi Cemşab’tan. 
Cemşab ailesine kavuşmuş ve uzun yıllar verdiği sözde de durmuş. Şahmeran’ın yerini kimseye söylememiş. 
Bir zaman sonra ülkenin padişahı hastalanmış. Etrafa haberler salınmış, ne kadar hekim varsa hepsine muayene ettirmişler padişahı. Hekimler ilaç olarak Şahmeran’ın etini önermişler. “Bu hastalığın ilacı Şahmeran’ın etidir” demişler. 
  
Ancak kimse Şahmeran’ın nerede olduğunu bilmiyormuş. Cemşab iki arada bir derede kalmış. Birisi sevgilisi öbürü padişah. Tercih etmiş sevgilisine padişahı, söylemiş çaresiz yerini Şahmeran’ın, Şahmeran bulunmuş ve çıkarılmış huzura.  Şahmeran Cemşab’a; “Beni toprak çanakta kaynatıp suyumu Vezire içir, etimi de Padişaha yedir” demiş. Denilen yapılmış, vezir ölmüş, Padişah ise iyileşmiş. Cemşab da olmuş vezir. 
Efsaneye göre Şahmeran’ın öldürüldüğünü yılanlar o günden beri bilmezlermiş, öğrenselermiş, Tarsus’u yılanlar işgal edebilirmiş. İnanç böyleymiş…”

Aziz Paulus

Aziz Pavlus’un evinin önündeyiz. Kalabalık bir ziyaretçisi var Pavlus’un. Bize beklememiz söylendi. Bu arada Tarsus’un sokaklarını arşınlamaya başladık. Eski Tarsus’tayız. Eski evlerin bir kısmı restore edilmiş bir kısmı da restore edilecekmiş.  Zamanımız geldi ve içeri girdik. İçeriye girmeyen arkadaşlarımız da vardı. Oldukça sıcak bir hava vardı o gün Tarsus’ta. İmran başladı anlatmaya:
“ Pavlus, Milâdî 5-67 yıllarında yaşamıştır. Yahudi asıllıdır. Hristiyanlığı aslî  çizgisinden çıkarıp, teslis gibi temelsiz bir  dogmaya mahkum etmiştir. Kiliseler kurmuş ve Hristiyanlığı teşkilâtlandırmıştır. Bugünkü muharref Hristiyanlık onun ürünüdür. Aziz Pavlus Tarsus’lu bir “Roma Yurttaşı” olarak dünyaya gelmiştir. Yahudi ailesiyle birlikte çadırcılık yaparken genç yaşta eğitim için Kudüs’e gitmiş, burada Hristiyanlıkla tanıştıktan sonra ,”Tarsus’lu Pavlus” olarak tanınmaya başlar. Pavlus, İncil’i yaymak için gösterdiği cesaret ve çabalarla Hıristiyanlığa en çok hizmet eden biri olarak bilinir.

Pavlus, Hz. Musa’nın yasalarını yürürlükten kaldırmış ve yeni bir anlayış geliştirmiştir. Mektupları, Kitab-ı Mukaddes’ten sayılmış ve İnciller seviyesinde görülmüştür. Tevhid yerine Teslis’i, Hz. İsa’nın peygamber değil; Tanrı’nın oğlu ve Tanrı olduğunu Hristiyanlara kabul ettirmiştir.
Aslî günah anlayışını da o icat etmiştir. Buna göre, ilk günah, Hz. Âdem’in işlediği suçla başlamış ve bütün soyuna bulaşmıştır. Her doğan insan, babası Âdem’in günahının mirasından dolayı günahkâr olarak doğar. Tanrı, kendi niteliğine sahip olan oğlu İsa’yı insanları bu suçtan, yani aslî günahtan kurtarmak için yeryüzüne göndermiştir.

Pavlus’a göre, Hz. İsa, Kıyamet gününde de insanları diriltmek ve ilâhî bağışa kavuşturmak için yeryüzüne yeniden inecektir, ruh işte  bu yüzden ölümsüzdür. 

Aziz Pavlus; Hristiyanlığın yayılmasına öncülük eden On İki Havari’ den biridir. Stoacı görüş ve Yahudi felsefesini Hristiyanlığın özüyle uzlaştırmaya çalışmıştır. Şam, Kudüs, Hatay, Kıbrıs, Makedonya, Yunanistan gibi birçok ülke gezmiştir. 66′da Roma’da tutuklanmış ve 67′de Ostia yolunda başı kesilerek öldürülmüştür. 
Hristiyanlığın içeriğini ve amacını açıklamak için yazdığı mektuplardan 14′ü günümüze kadar ulaşmıştır. 

Aziz Pavlus’a ait olduğu belirtilen ve suyunun  şifalı olduğuna inanılan evinin  avlusundaki kuyu, Hristiyanların hac için Kudüs’e giderken uğrayıp su içtikleri yerdir.

Hristiyanların yaşadığı dönemden bu yana bu kuyunun suyu kutsal bilinmiş ve  şifalı olduğu inanışı  yerleşmiş. Pavlus’un evinden geriye, sadece 30 metre derinliğindeki bu su kuyusu kalmıştır. Şu gördüğünüz kalıntılar ise, bir süre önce yapılan kazı çalışmalarında ortaya çıkan mimari yapının kalıntılarıdır. Pavlus’un doğduğu evin bu ev olduğu kabul edilmektedir.
Pavlus’un Hristiyanlık dinindeki yeri önemlidir ve Hristiyanlığın bir Yahudi Mezhebi olmaktan çıkıp bir Roma Dini’ne dönüşmesine belirleyici katkıda bulunan kişi olduğu bilinir.” Bugünkü Hristiyanlık, hemen tümüyle Pavlus’un temel itikad ve hükümlerini belirlediği, Pavlus’un merkezde olduğu bir dindir.

Hz. İsa’nın Kıyamet öncesinde tekrar yeryüzüne ineceği inancının Müslümanların da inancı olması manidardır. Aslında, bu inancın nereden geldiğini ve Müslümanların inancının içine nasıl girdiğini biraz düşününce anlamamak mümkün değildir.

Antakya

Yönümüzü döndürdük Hatay’a. Amanos Dağları’nın eteklerinden, o güzelim doğa harikası İskenderun’un çarpık yapılaşmasını yadırgayarak, Amanos’un zirvesinde, Amik Ovası hakkında anlatılan hikayelerin serabında kayboldum. Dedemin ve daha sonra da babamın kıyamet alametlerini sayarken anlattıkları hikâyelerdi bunlar: 
“Kıyamet yaklaşırken, isminin başında A olan bir ülke Müslüman olacak,  Antakya dağlarından Mehdi zuhur edecek. Mehdi ordunun başına geçecek, ancak ordu komutanının Mehdi olduğunu az kişi bilecek, Amik Ovası’nda büyük bir savaş olacak. Kan o kadar çok akacak ki bu savaşta, önüne gelen kuzuları bile alıp götürecek. 
Bu harpte Müslümanlar, Yahudileri yenecek, hatta Yahudilerden biri taş ve ağaç arkasında gizli kalsa bile, Allah’ın izniyle o taş ve ağaç dile gelerek: 
“Ey Müslüman! Arkamda saklanan Yahudi’dir, gel onu da öldür,” diyecek. Yalnız Beyt-i Makdis’de ma’ruf, Garkad denilen dikenli ağaç müstesnâ olacak. Çünkü o, Şecere-i Yahud’dur.” 

Bu hadislerin uydurma olabileceğini söylediğimde dedem ve de babam, “Bunlar Buhari hadisleridir, bunlara uydurma diyemezsin.” diye çıkışırlardı her defasında.  -Dedem vefat etti, Allah rahmet eylesin, babam sağdır ve imam emeklisidir, Allah sağlıklı ve uzun ömürler versin- 

Bu savaşlara  Melhame-i Kübra savaşları  deniyor. Hristiyanlar ve Yahudilerdeki versiyonu ise Armagedon savaşlarıdır.

Amik Ovası’nı gördüğünüzde bu hikayelerin niçin uydurulduğunu hemen anlıyorsunuz. Amik Ovası tarıma son derece elverişli bir ova. Toprağı çok verimli. M.Ö. 4 bin senesinden beri muhtelif milletlerin yerleşme alanı olmuş. Yapılan araştırmalarda tabandan tepeye kadar 14 kültür katına rastlanmış. Buralardaki  höyüklerde altı bin senelik bir tarih hazinesi saklıymış. Ne yazık ki, 80’li yıllarda çok sinek üretiyor diye, ovadaki Amik Gölü kurutulmuş ve binlerce kuş türü ülkemizi terk etmiş. 

Armagedon savaşları, Melhame-i Kübra savaşları ile ilgili hikâyeler boşuna uydurulmamış, Çünkü Amik Ovası her erkeğin hayal edebileceği  gelin kadar güzel, alımlı ve doğurgan.

Hayal dünyamdan, rehberimiz İmran’ın Antakya’nın Türkiye’ye katılması anonsuyla ayrıldım.” 1939 yılında katılmış Hatay Türkiye’ye. Halk oylaması yapılmış ve Hatay halkı, Türkiye’yi vatan olarak benimsemiş. Öncesinde bağımsız bir devletmiş.

Tarsus – Antakya yolculuğu nasıl geçti, farkına bile varamadan Maho’nun yerine gelmişiz bile. Yolculuğumuzun bu kadar rahat geçmesinde kaptanımız Süleyman Parlak’ın emeği oldukça fazla…

Devam edecek


Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.