DİL / ANA DİL / ANA DİLİ

ABONE OL
11:54 - 23/10/2020 11:54
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Bu haftaki yazımın konusunu değerli köşe yazarı dostumuz Dr. Ali SAK Beyin geçen haftaki yazısından esinlenerek kaleme alıyorum. Her ne kadar şahsen tanışmamış olsak da dilimiz adına her türlü külfete katlanarak büyük gayretler sarf ettiğini biliyor, bu nedenle kendisini dilimiz adına takdirle ve şükran duygularıyla selamlıyorum.

Yazısındaki mütevazı yaklaşımı takdire şayandır. Bir bilim adamına yakışan da budur. Her ne kadar dil konusunda uzman olmadığını söylese de büyük çabalar sarf ederek yaşayan dilimize -özellikle Almanya’da- gelecekle ilgili büyük katkılar sağlama yolunda uzman olduğunu söyleyenlerden daha büyük katkılarının olduğu kesindir. Kaldı ki insanın ana diline sahip çıkması için ne bilim adamı olması gerekir ne dil bilimci ne de edebiyatçı… Dil toplumun her kesimini ilgilendiren, toplumu bir arada tutan, daha doğrusu bir ulusu ulus yapan en önemli değerlerden biridir. Dolayısıyla bu değer eğer hepimizin ortak malıysa o zaman aynı doğrultuda bizim de ona hep birlikte sahip çıkmamız gerekir. Onu önemsemeyen bir toplum, esareti, daha da ilerisinde yok olmaya mahkûmiyeti kabullenmiş demektir. Bu bakış açısından yola çıktığımızda üstümüze düşen görevin ne denli önemli ve vazgeçilmez bir anlam taşıdığını kavramakta zorlanmayacağımızı sanıyorum.
Böylesine anlamlı bir konuda dil adına onu konuşanlardan beklentiler, saygı, sevgi, kirletilmemesi için özen, kısacası gereken dil duyarlılığının gösterilmesidir. Bir dilin varlığını sürdürebilmesi ancak ona sahip çıkılmasıyla mümkündür. Aksi halde dumura uğramaya, sözcüklerini öldürmeye, kısırlaşmaya mahkûmdur. Eğer milliyetçilik söz konusuysa en önemli milliyetçilik işte budur: Dil milliyetçiliği. Dilini yitiren bir ulus nasıl bir gelecekten söz edebilir dersiniz? Mümkün mü? Elbette ki hayır. O halde durum böyle iken dil konusunu politik olaylara alet etmenin, “ben bunu dedim, sen bunu dedin, öyle olmaz böyle olur…” demenin ne anlama geldiğini biri bana anlatabilir mi acaba? Konuya fazla girmek, bilinenleri tekrarlamak istemiyorum. Sözümün nerelere, kimlere gittiği ortadadır. Ayrıntılar için Ali Beyin geçen haftaki yazısını * okumanızı rica ediyorum.
Eğer bir iş yapılacaksa, amaç dile hizmetse önünde hiçbir engel olmamalı. Bir harf -ki anladığım kadarıyla dikkatsizlik ve karmaşadan dolayı- güya yanlış yazılmış. Yazılmışsa ne olmuş? Sen doğrusunu yaz, ya da iyi niyetini ortaya koy gerekli düzeltmeyi, düzenlemeyi yaptır, ama engelleme! Haklı olduğunda kimse sana aksini söyleyemez. Fakat “Ben sizin babanızım, ben ne dersem o olur…” havalarıyla atıp tutarsanız hem kişileri hem kuruluşları gücendirirsiniz. Bu kısır çekişmenin sonucunda da dile zarar vermiş olursunuz. Oysa sen babaysan, devletsen, devletin temsilcisi olarak ortaya çıkıyorsan, o zaman baba gibi yapıcı olman gerekmez mi? Sana yakışan da, senden beklenen de budur.
Konuyu araştırıp açığa kavuşturmak bu kadar mı zor? Bu kadar mı yetersizsiniz ki günlerce sonuca varamıyorsunuz. Bir devlet kurumu olarak, devletin yasalar doğrultusunda da zorunlu kıldığı yazımla ilgili bir kılavuz -ki TDK’nin Yazım Kılavuzu olmak kaydıyla- yok mu elinizin altında. Hadi sizin yok eğitimle ilgili bölümün yetkililerinde de mi yok? Eğer yok diyebiliyorsanız yazıklar olsun size demekten kendimi alamıyorum. Tabii yoktur, çünkü siz her şeyi çok iyi bilirsiniz değil mi? Yazım konusunda ne gerek var kılavuzlara bakmaya? Siz “Bence bu böyledir.” der işi bitirirsiniz. Olmuyor işte efendiler, olmuyor. Her şeyi herkes çok iyi bilemiyor. Ne demişler: Bilmiyorsan soracaksın, öğreneceksin. Danışan dağ aşmış, danışmayan yol şaşmış. Allah kimseye yolunu şaşırtıp kişisel hesaplarla millî değerlere gölge düşürttürmesin.
Madem konuyu bir türlü çözemediniz gelin ben size yol göstereyim. “Sen kim oluyorsun da bize akıl veriyorsun.” falan demeyin sakın. Kim olduğumu ilk defa bu yazımın altına ekleyeceğim. Adımın önünde, sağında, solunda kalabalık eden sözcükler olsun istemediğim için daha önceleri yazma gereği duymuyordum, ama sanırım bu defa gerekiyor.
Yeri gelince TDK kurallarına uyalım deriz, ama bu sözler nedense hep lafta kalır. Oysa “ayrı mı, birleşik mi; şu anlam mı, bu anlamlı” diye her kafadan çıkan laflara ve herkesin “bence” demesini bekleyeceğimize; dilimizin temel kurallarında birliktelik adına esas alınan, alınması gereken TDK Yazım Kılavuzu ya da TDK sözlüklerinden birine bakmak yeterli olacaktır. Sonuç olarak da ne kavga olacaktır ne de küsme.
Her ne kadar benim için geçerliliğini (ve en güvenilir-tutarlı) yitirmeyen kılavuz 1996 baskısı olsa da (Özel olarak hazırladığım bu sayfanın bağlantısını aşağıda vereceğim.**) isteyen 2005 baskısına da bakabilir. Her iki sözcüğün nasıl yazıldığı açıkça görülmektedir. İstesek de istemesek de “ana dil / ana dili” şeklinde ayrı yazılması gerekir. Neden? Nedeni çok açık: Dilde birlik… Bunun tartışılacak hiçbir noktası yoktur. Gerekmez de. Tartışılması gereken bakış açısıdır. Rahmetli Püsküllüoğlu ve Dil Derneği’nin görüşü bu tür sözcüklerin yazımında genellikle aynıdır ve birleşik yazma taraftarıdır. Bu konuda TDK ile hep çelişki halinde olmuşlardır. Nedenini isteyen araştırıp öğrenebilir. Uzun yıllar Sayın Püsküllüoğlu ile fikir alış verişim oldu. Çıkan her eserini özel olarak Almanya’ya kadar gönderme nezaketini gösteren çok nazik ve dil konusunda yeri zor doldurulacak uzman bir kişiydi. Allah rahmetini esirgemesin. Kendisiyle pek çok konuda anlaşmış, bazı konularda da çelişkiye düşmüşüzdür. Özellikle birleşik sözcükler konusunda. Buna rağmen hep saygıyla karşılama olgunluğunu göstermiştir. Dilerim bu saygınlığı ve olgunluğu bu dile gönül veren herkes benimser. Benim bu konudaki kesin görüşüm devletin kurumuna güvenme yönündedir. Kişiler gelip geçicidir. Kişilere küsebilirsiniz, ama kurumlara ve kuruluşlara küsülmez. Dolayısıyla kabul edersiniz ya da etmezsiniz bu ayrı bir konu olmasına karşın dilde birlik adına, birlikteliği sağlaması gereken kurumun kılavuzuna uymak zorundayız. TDK’nin eleştirilecek yanları, yönleri yok mudur? Vardır elbette. Örneğin, yukarıda da sözünü ettiğim gibi benim için en geçerli ve güvenilir kılavuz 1996 basımlı olanıdır. Buna karşın her çıkan kılavuzu alıyorum, karşılaştırıyorum ve değerlendiriyorum. Bilimsel çerçevede noksanları, açıkları iletiyorum. Gereğinin yapıldığına ve yapılacağına da inanıyorum. Bu olgunluğa da defalarca şahit olmuşumdur.
Yazımları hakkındaki bu kesinliğin yanı sıra anlamları da yine adı geçen TDK sözlüklerinde açıkça belirtilmiştir. Üstelik bu tanım, yazımda görüş farklılıkları olanlar tarafından da benimsenmiş, yaklaşık olarak aynı anlamda yansıtılmıştır. Nedir bu tanımlar:
Ana dil: Başka diller veya lehçeler türetmiş olan dil. (Türkçe Sözlük, TDK yay. Ank. 1988 s. 66)
Ana dili: İnsanın çocukken anasından, evindekilerden ve soyca bağlı olduğu topluluktan öğrendiği dil. (Türkçe Sözlük, TDK yay. Ank. 1988 s. 66)
Durum böyle iken ve dahi sözlükte bile ayrı yazılırken alıntı yapanların birleşik yazarak yanlış aktarmaları maalesef üzüntü verici bir durum arz etmektedir.
Dil konusunda uzmanlığı söz konusu olmayan kişilerin “Bence…” diye lafa başlayarak anlam karışıklığına neden olacak görüşler öne sürmeye hakkı yoktur. Dil kimsenin özeli değildir. Ulusun malı ve yansımasıdır. Dilimize sahip çıkmak, ona özen göstermek ve saygı duymak zorunda olduğumuzu unutmamamız gerekir. Dil, gelecek kuşaklara sağlam kurallarıyla devretmek amacıyla sarılmamız gereken, bizi biz yapan değerlerimizin en önemlilerinden biridir. Kimliğimizdir, onurumuzdur.

Tahsin MELAN
Türkolog, Dil Bilimci, Araştırmacı Yazar, Şair

_____________________________________________
* ÖKSÜZ KALAN ANADİL(İ): TÜRKÇE
http://ha-ber.net/index.php?option=com_content&task=view&id=21781&Itemid=10
** YAZIM KILAVUZU
http://www.imla.dilimiz.com/

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.