ANA- BABA KAVGASINA SON VERİLSİN !

ABONE OL
18:07 - 01/10/2020 18:07
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

ANA- BABA KAVGASINA SON VERİLSİN !

“Eğin dedikleri küçük bir şehir /Ana ben yetimem çekemem kahır/ Yediğim içtiğim ağu ile zehir/ Dön gel ağam dön gel paşam Eğinli misin/ Sılaya dönmeye yeminli misin/ Eğin viran olmuş baykuşlar öter / Diken olan yerde güller mi biter / Benim bu derdime derman mı yeter / Ya ben ağlamayım kimler ağlasın /Şu garip gönlümü kimler eğlesin.”

Oğlum Zülfikar’ın CD çalara verdiği komutla Yavuz Bingöl başladı okumaya: “Dön gel ağam dön gel paşam Eğinli misin/ Sılaya dönmeye yeminli misin..”  

Buram buram Anadolu kokusu bir anda dolduruverdi arabanın içini. İster istemez burkuldu gönlümüz, gözyaşlarımız çoktan terk etmiş bile göz pınarlarımızı. Ne zaman otoyolda bir türkü dinlesem bir hoş olurum. Sanki sılaya gidiyorum gibi kıpır kıpır olur yüreğim. Sene 12 ay. Bizler 11 ay sıla özlemiyle yanar tutuşuruz, iki kişi bir araya gelince ilk sorulan soru; bu sene izin var mı?  olur. Ananı özlersin, babanı özlersin, çocukluk arkadaşlarını özlersin, çocukken top koşturduğun sokakları özlersin… Ama sadece özlersin. Her sene gidemezsin sılaya. İstediğin halde gidemezsin. Ekonomik gücünüz yetmez her sene sılaya gitmeye. Sen de her fırsatta sıla türküleri dinleyerek içindeki sıla ateşini söndürmeye çalışırsın. “Dön gel ağam dön gel paşam Eğinli misin/ Sılaya dönmeye yeminli misin. Bu bir Erzincan Türküsüdür. Eğin’in ismini değiştirip Kemaliye yapmışlar, yanlış yapmışlar. Türkülere bile konu olan şehrin ismini neden değiştirirler anlamam…

Eşim ve oğlum Zülfikar ile birlikteyiz “Eğin” türküsünü dinliyoruz. Türkü bitiyor ve biz CD çaların başka bir türkü çalmasına müsaade etmiyoruz. Uzun süren bir sessizlik hâkim oluyor içeriye. Bir zaman sonra eşim sessizliği bozuyor. Su ister misiniz? Birer şişe su hepimize iyi geldi, açıldık.

Oldukça yoğun geçen bir haftayı geride bırakarak çıkmıştık yola. Türkiye özleminin dile geldiği ziyaretler yapmıştık devlet büyüklerimizle Berlin’de. Ziyaret süresince ev sahipleriyle Türkiye ile Türkiye kökenli insanların dertleriyle dertlenmiştik. Ne yapacağız, nasıl yapacağız? sorularının cevabını aramıştık hep birlikte. 

Önce Büyükelçimiz Sayın Ali Kemal Aydın Bey’e hoş geldin ziyaretinde bulunduk. Türk Eğitim Derneği Yönetim Kurulu Üyelerinden bazı arkadaşlarımızla yaptık bu ziyareti. Sohbete nasıl başlayacağımızı, nereden başlayacağımızı bilemedik. Alacağımız tepkileri hesapladık. Çaylar söylendi, masa zaten önceden donatılmış, çok cömert davranılmış masa hazırlanırken. Tanışma faslı, arada bir laf atmalar derken sohbet ilerledi ve konuşulan kelimeler aynı kaba düşmeye başladı, hep birlikte rahatladık ve yüzlerimiz güldü. 

Derdimiz aynı, elimizde avucumuzda ne varsa döktük ortaya. Çözümler üzerinde ayrıştığımız yerler var. Ancak bu ayrışmalar çözüme mani değil, çözüme giden yollar da biliniyor, sadece araç-gereç ve yolluk sıkıntısı var. Baktık ki, biz bu yolu birlikte yürüyebiliriz. Geç kalınmış olması mazeret edilmemeli,  kısa sürede yola çıkılırsa aradaki mesafe kapatılabilir dedik. En önemlisi bu büyük yürüyüşe çıkmak için irade ortaya koymak,  biz de o iradeyi koyduk ortaya. Büyükelçimizin bizim yaptığımız yol hazırlıklarını yerinde görmek ve incelemek için -vakit bulursa- derneğimize kadar gelmek istemesi konuşulanlara verilen önemi gösteriyordu. Ben ve arkadaşlarım, yol arkadaşımızı sevdik ve aynı yolda dört sene birlikte yürümeye karar verdik. 

Vatan birdir bölünmez, bayrak kutsaldır çiğnenmez ve çiğnetilmez, geleneklerimizden, örflerimizden, adetlerimizden vazgeçilmez… Sayın Büyükelçimiz Berlin’e hoş geldiniz.   


Hemen ertesi gün sayın başkonsolosumuz M. Mustafa Çelik Beyefendi’ye de hoş geldin ziyaretinde bulunduk. Aynı duyguları Mustafa Bey’le de paylaştık. Onun derdinin de bizim derdimizle aynı olduğuna şahit olduk. Teşhis tamam, tedavi için neler lazımdır onun derdine düştük: “Dernekler arasında daha sıcak ilişkiler kurulmalıdır, Türkçenin, Türk Kültürü’nün yok olmaması gerekir.” Birlikte yapılabileceğimiz çalışmaların altını özenle çizdi Mustafa Bey. Bizi de sabırla dinledi. “9. Berlin Kurban Bayramı Şenliği ”ne gelmeye çalışacağını, gelemez ise mutlaka temsilen bir arkadaşını görevlendireceğini söylemeyi de ihmal etmedi. Teşekkür ederek ayrıldık mekândan. Mutlu ayrıldık. Başkonsolosumuzu da sevdik. Sayın başkonsolosumuz Berlin’e hoş geldiniz. 

Gurbette, sıla üzerine bu kadar yoğun bir programdan hemen sonra yola çıkılırsa ve çıkılan bu yol da sılaya çıkmıyorsa, hüzün çöküyor üstünüze. Otoyol çekilmez oluyor; çünkü sizi sılaya götürmüyor o yol. İçimiz, içilen bir şişe sudan sonra serinledi. Ve bir zaman sonra, Grup Abdal, CD çalarda yerini aldı. “Ervah-ı ezelde levh-i kalemden/Bu benim bahtımı kara yazmışlar/ Bilirim güldürmez devr-i âlemden/ Bir günümü yüz bin zârâ yazmışlar/Dünyayı sevenler veli değildir/ Canı terk edenler deli değildir/ İnsanoğlu gamdan hâli değildir/ Her birini bir efkâra yazmışlar/ Nedir bu sevdanın nihayetinde/ Yâdlar gezer yârin vilayetinde / Herkes diyârında muhabbetinde / Bilmem bizi ne civâra yazmışlar /Olaydım dünyada ikbali yâver/ El etsem sevdiğim acep kim ne der / Bilmem tecelli mi yoksa ki kader / Beni bir vefâsız yâre yazmışlar / Yazanlar Leyla’yı Mecnun kitabın / Sümmani’yi bir kenara yazmışlar.”

Grup Abdal devam etti çalıp çığırmaya, müdahil olmadık, bildiği gibi yürüdü kendi yolundan. Frankfurt’a vardığımızda akrep üçün yelkovan 12’ nin üzerinde duruyordu. Oğlum Hureyre ve kızım Dilruba Frankfurt’ta yaşıyorlar. Etiyopya (Habeşistan) dan geldiler. Onlara hoş geldiniz demek için çıkmıştık yola.  Arabanın direksiyonunu bir türlü sılaya döndüremeyişimiz ondandı. 

Gerçekten hoş gelmişler. Habeşistan’ı anlattılar bize. Habeşistan’daki insanların durumundan, onların acınacak hallerinden bahsettiler. İnsan hakları savunucularının oralara fazla uğramadığından söz ettiler.
1.500 sene evvel Hz. Muhammed’in arkadaşları Mekkeli Müşriklerin zulmünden kaçarak, Habeş Kralı Necaşi’ye sığınmışlardı. Sisteminin adı “…demokratik cumhuriyet” değildi, krallıkla yönetiliyordu ülke, orada insan haklarına sahip çıkan bir kral vardı. Kral Necaşi. Ülkesinin kapılarını sonuna kadar Müslümanlara açan Necaşi.  

14 sene kaldı Müslümanlar Habeşistan’da. Mekkeli Müşriklerin zulmünden kaçan sadece onlar değildi. Peygamberleri Hz. Muhammed ve arkadaşları da terk ettiler yurtlarını onlardan sonra. Onlar Medine’ye yerleşmişlerdi. Hudeybiye barışından sonra gerçekleşen Mekke’nin fethi özlemlerin giderilmesine vesile oldu. 14 sene sonra hep birlikte Medine’de buluştular. O acılı günler artık geride kaldı. Aslında onlar orada ev- bark, çoluk- çocuk sahibi olmuşlardı. Ancak bu sahip olunanlar, onların sıla özlemlerini bitirememişti. Bizimki gibi.

Biz Almanyalı Türkiyeliler onlar gibi değildik. Kaçarak gelmedik buralara; kendi devletimiz gönderdi bizleri. Karnımızı doyuramadığı için gönderdi. Alın terimizi Almanya’da döktük, imar ettik Almanya’yı, en ağır işlerde çalıştık, belimiz Almanya’da büküldü; ama karnımız doydu. Karnımız doydu doymasına da yine aç kalırız korkusuyla bir türlü dönemedik Sıla’ya. ‘Yeter artık dönün vatanınıza…’ diye bir davet de almadık devlet yetkililerinden. Aradan geçen 55 yıl sonra geriye dönmemiz daha da imkânsız hale geldi. Çocuklarımız gözlerini dünyaya Almanya’da açtılar, eğitimlerini burada tamamladılar. Avrupa’nın her bir şehrine kök saldık. İki tane vatanımız oldu. Anavatan ve Babavatan. Şimdilerde Anamız ile babamız kavga ediyorlar, onların bu kavgası bize zarar veriyor. Bizler ne anamızdan ve ne de babamızdan vazgeçebiliriz. Böyle bir tercihe zorlamayın bizleri. Bizlere zarar verecek tartışmalar da yapmayın. Varsa meseleniz oturun bir köşeye sessizce çözün kendi aranızda. Ama lütfen bizleri kavganıza malzeme yapmayın, sizlerin bu kavgası; içimizi acıtıyor!

Sıla özlemi çeken insanların canı her gün biraz daha fazla yanar, içi acır. Sılada işi-işyeri vardır, karnı doymaktadır, yaşam standardını da bir seviyeye çıkarmıştır ama buna rağmen o “Ah vatanım” der.  “Dön gel ağam dön gel paşam Eğinli misin/ Sılaya dönmeye yeminli misin…”

Rüştü Kam
 

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.