ABD’NİN TÜRKİYE İÇİN YENİ ARAYIŞI!

ABONE OL
19:01 - 01/10/2020 19:01
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Ne nükleer silahımız var, ne de nükleer silahı olan komşularımıza karşı caydırıcı başka bir silahımız. Bir ordumuz vardı, onun da caydırıcı gücünü yok etmek için elimizden ne geliyorsa yapıyoruz!

Türkiye 1951 yılından itibaren ABD endeksli dış politika yürütmektedir. Son dönemde de iktidar; süratle nükleer silah elde etme peşinde olan İran’a karşı verilen ödevi yerine getirmek; diğeri beklenenin çok üzerinde bir zamana yayılan ve bir türlü istenilen şekilde yola sokulamayan tepkileri rotasına sokmak!..

Bunun içinde ABD karşıtı tüm unsurlar bir yolla etkisizleştirildi. Ve El kaide mensuplarını Küba’daki Amerikan esir kampı Guantanamo’da her türlü hukuk dışı yöntemle tutmaları gibi benzeri yapılanmaya giriştiler.

47 ülkeden liderler, nükleer güvenlik konusunda Washington toplandılar. Nükleer Güvenlik Zirvesi’nin gündemini “dünyadaki korunaksız nükleer malzemelerin 4 yıl içinde güvenlik altına alınması” oluşturdu. Buna mayınların temizlenmesi ile ilgili Ottawa Sözleşmesi’ne paralel bir kongre demek yanlış sayılmaz! Gerçekte ABD, dünyayı işgal ederken kendisini tehdit edebilecek hiçbir silahla karşılaşmak istemiyor. İlk bakışta ‘insani nedenler’ temelinde görülen bu girişimin amacının ne kadar ‘insani’ olduğunu, Saddam’ın başına gelenlerden anlayabiliriz. Irak’ta var olduğu iddia edilen ve işgalden sonra CIA tarafından bu yönde verilmiş bilginin yanlış olduğunu itiraf etmek zorunda kalan ABD yönetimi, ‘kimyasal silahlar’ üzerine koparttığı kıyametten sonra, Irak’ın enerji kaynaklarının üzerine bir güzel ‘çökmüştür’! Bu aşamada ona yardımcı olanların çoğu ise,‘avucunu yalamaktadır’!..

Obama dünyanın en büyük uranyum’ ihracatçısı Kazakistan Cumhurbaşkanı ile nükleer silah sahibi Hindistan ve Pakistan başbakanları ile görüşmüştür. Zirve öncesinde yaptığı açıklamada:ABD’nin güvenliğine tek büyük tehdit, bir terör örgütünün nükleer silah elde etme olasılığıdır diyerek zirvenin “insani” amacını gizleme gereği bile duymadı!..

ABD’nin İran’a dönük politikalarında Türkiye’ye yüklediği ödevler var. Bunun içinde bize dönük projesinde acil olarak neleri yapmamızı istediğini doğru tespit etmek gerekir. Kapalı kapılar ardında verilen sözler, yapılan anlaşmalar, Türk halkından gizlenmektedir.

ABD’nin istediği toplumsal dönüşümdür. Ve bu dönüşüm bir an önce AKP eliyle yapılmasından yanadır. Bu açıdan AB ile benzeri yaklaşım içindedir. Hiç olmayacak bir şey ama, bu dönüşümden haberi olan CHP yöneticilerinin üstlendiği görev, Atatürkçülere fren yapmak mı?. Dikkat edilirse cumhuriyet mitingleri yapanlar, Atatürkçü düşünce derneği mensupları, ulusalcılar bir yolla etkisizleştirilmiş durumda! MHP ise bocalamaktadır. Olan bitenleri henüz tam anlayamamıştır.

Toplumun dönüştürülmesi projesinde görevli olan diğer aktör MHP olabilir mi? Soruları çoğaltmak mümkün! Meclisteki partiler için aynı tavanın balıkları denilebilir mi?

Bu tehlikeli soruya cevap arayanlar istemese de ABD’nin, 1980’lerin başında kurduğu Ulusal Demokrasi Gelişim Fonu adlı kuruluşuna takılıp kalıyorlar. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, dünya egemenliğini kurma yolunda iştahı kabaran ABD’nin, daha önce darbelerle değiştirip hizaya getirdiği yönetimleri, şimdi farklı bir yöntem uygulayarak kendine bağımlı hale getiriyor; geç de olsa bunu anlayabildik… ABD işgal edeceği ülkelerin milli orduları’nı kullanma yerine Sivil Toplum Kuruluşları (STK) aracılığı ile toplumsal dönüşümü sağlamanın daha etkili ve az maliyetli olduğunu keşfetti!.. Artık STK ile birlikte yürüyor. Bu sivil toplum örgütlerine emperyalizmin günümüzdeki işbirlikçileri demekte bir sakınca yoktur.

Doğu Avrupa’da eski Sovyet Blok’u ülkelerinde meydana gelen renkli devrimlerde, STK’ların hem ulusal hem de uluslararası düzlemde siyasal aktör olarak önemleri arttı… Küreselleşen dünyada ‘sivil toplum anlayışı’ Batı toplumlarını etkilediği gibi diğer toplumları da etkilemiştir. Yoğun olarak 1990’lı yıllarda başlayan bu etkileşim süreci, özellikle eski Sovyet Blok’u ülkelerinde yoğunlaşmış ve bu ülkelerde son yıllarda yaşanan rejim değişikliklerinin toplumsal altyapısının hazırlanması ve harekete geçirilmesinde önemli bir rol oynamıştır… STK’ların siyasi mekanizmalar ve toplumsal dönüşümler üzerinde çok önemli etkilerinin olduğu görülmektedir… 20. yüzyılın ortasında yaşanan II. Dünya Savaşı, rejimlerin hem iç hem de dış unsurlar tarafından kontrol edilmesinin ne kadar gerekli olduğunu göstermiştir… Yönetim erkini kullananların, yönetilenlerce daha fazla kontrol edilmesi, ancak birtakım dönüştürücü mekanizmalarla mümkün olabilmektedir. Bu mekanizmaların en önemlisi ve etkilisi olan sivil toplumun, siyasi dönüşümlere aracı bir baskı unsuru olacak biçimde kullanılması, 20. yüzyılda ortaya çıkmış yeni bir fikirdir. Bu düşünceler her ne kadar 1980’li yıllardan itibaren pratik olarak planlanıp uygulanmaya başlasa da köklerini 20. yüzyılın ilk yarısında bulmaktadır…

Türkiye’de bir takım sivil toplum örgütlerinin sahneye çıkıp tepki göstermeleri boşuna değil.

GÜNÜN SÖZÜ: Kalbinle beynin uyumuna dikkat et aksi halde huzursuz olursun.

Prof. Dr. Nurullah Aydın
Gazi Ü. İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon ve Sinema Bölümü Öğr. Gör.


Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.