DENİZ AĞABEYE MEKTUP…
Sevgili Deniz Ağabey,
Karlı bir kış akşamı evinin önünde yığılıp kalalı ve bu dünyayı terk edeli tam bir yıl oldu…
Aslında bizi bırakıp gideli desek daha doğru olacak…
Sen savaşlarla, yalanlarla, kendini insan zannedenlerin egoları ile kirlettikleri, en vahşi ormanlardaki cangıllardan bile daha tehlikeli bir yer haline getirdiğimiz bu dünyayı bırakıp gitmekte, yaşam alanını değiştirmekte son derece haklı olabilirsin.
Ama bize en çok koyan bizleri, sevdiklerini, bir avuçta olsa seni sevenleri bırakıp nereye gittin?
Sen ki hayatını arkadaşlarına, yardımlaşmaya ve karşılıksız sevgiye adamış kadim bir dosttun. Ardında bir servet’te bırakmadın. Aksine senin sırtından zengin olanlarla ve hakkını yiyenlere de helalleşme fırsatı vermedin. Biliyoruz ki, her şeyi yüreğine attın. Sevgisizliği, ilgisizliği, riyakarlığı, yalanı göğüsledin.
***
Bilmeni isteriz ki, hiçbir şey senin bıraktığından daha güzel ve hiçbir yer daha yaşanası değil.
Gerçek bir dostu kaybetmek, mal ve para kaybetmekten daha fazla insanın canını yakıyor.
Gittiğin yerden sen bize gelemezsin ama, bir gün biz sana geleceğiz. Bilesin ki O zamana kadar içimiz yanmaya devam edecek.
Yaradan; insanı sevdikleri ile imtihan edermiş. Seni şimdi daha çok düşünüyor ve yaşadıklarını, duygularını, olumsuzlukları, dünya da giderek çoğalan sevgisizlik, adaletsizlik, ihanet, zulüm karşısındaki mücadeleni, tek silahın olan kalemini ustaca kullandığını daha iyi görebiliyoruz.
Peki; hızlı bir evrim ve gelişme süreci geçirdiği iddia edilen bu dünya’ya ne oldu böyle? Bize çocukluğumuzda anlatılan dünya nerede?
Uğrunda mücadele ettiğin demokrasi günümüzde eğilip, bükülüyor. Cumhuriyet yok edilmeye çalışılıyor. Atatürk’e, dil uzatılıyor. Manevi değerlerimiz ile oynanıyor. Kuru üzüm hoşafı ve bir tayın ile düşmana göğüs geren ve şehit olanların kemikleri sızlıyor. Bize bu vatanı armağan eden, onu korurken bedeninden birkaç parçayı toprağa bırakan, hürriyeti kanları ile sulayan kahramanlar küçümseniyor.
İyi ki bu günleri görmedin. Görseydin bu sefer kahrından ölürdün…
Yeni bir kıtalar arası savaşı başlatmak için; saygı duyulması gereken manevi değerlere nasıl saldırıldığını, içimizde büyük bir isyan duygusunu nasıl kabartmaya çalıştıklarını, bazen de öfke krizlerini tetiklemek için sözcükleri nasıl ustaca kullandıklarını izliyor, dudaklarımızı ısırarak, avuçlarımızı kanatarak sabretmeye çalışıyoruz.
Senin yazılarına, düşüncelerine, önerilerine; bize örnek olmuş davranışlarına şimdi eskisinden daha çok ihtiyacımız var. Ölümün böylesine ansızın gelip kapıyı çalmış olması hiç adil değil. Bizler seni kaybetmiş olma fikrine henüz kendimizi alıştıramadık. Sanki bir ayak sesi duyacağız ve gülümseyen yüzünle kapıdan girivereceksin diye umuyoruz. Sanki başka bir ülkeye gidip uzunca bir süre kalmışsın ve habersizce dönmüşsün gibi… Tıpkı Atakan ağabey gibi…
Boşuna dememişler.
Bu dünya üç gün… Bir gün doğuyorsun, herkes seviniyor… İkinci gün büyüyorsun, herkes seninle didişiyor… Üçüncü gün ölüyorsun ve sevenler ağlıyorlar… Tıpkı Sema’nın onca acıdan sonra yaşama devam etme gücünü bulduğu gibi.
Seni özledik ağabey, seni özledik… Daha ne diyelim ki? Tıpkı Sefa’yı özlediğimiz gibi…
Seni seven dostların asla unutmayacak. Gittiğin yerdeki yakınlarımıza sevgiyi götür.
Şu üç günlük dünya biter-bitmez ordayız.
Işığın bol olsun…
İzci dostların.
Taner Tümerdirim