22 Haziran 2025 Pazar
Berlin'de on binlerce kişi "Gazze için birlikte" yürüyüşüne katıldı
Hamburg’da Tiyatro 4 Çeyrek’ten Unutulmaz Gala: “Boşver Be Doktor” Ayakta Alkışlandı
FERDİ ZEYREK´İ YAŞATMAK!
HASAN ALİ YÜCEL, CAN YÜCEL VE GAZİ YAŞARGİL´İN YOL AYRIMI
BİRLİĞİMİZİ GÜÇLENDİRELİM!
İSRAİL-FİLİSTİN SAVAŞINDA TÜRKİYE´NİN TAKINMASI GEREKEN TAVIR
Mustafa Kemal’in önderliğinde Kurtuluş Savaşı’nın askeri kısmının başarıyla tamamlanmasının ardından, yine onun önderliğinde başlatılan aydınlanma savaşı, günümüze kadar süregelmiş ve daha da sürecektir.
Türk Aydınlanması olarak adlandırılan Kemalist devrimin hedefi; ümmet olarak sadece buyruklara uyma zorunluluğunda olan Türkiye insanına, birey olmanın gereğinin bilinciyle, düşünen, özgür ve çağdaş olmanın değerini kavratmak ve o değerlere sahip çıkmayı öğretmekti.
Bu değerlere ulaşabilmenin tek yolu; bilen, hep öğrenen bireyler ve onların oluşturacağı bilgili bir ulus olmaktır.
Yani, ‘’bilgi toplumu’’ olmaktır.
Bu nedenle “az zamanda çok işler yapmak’’ zorunda olmanın bilinciyle devrimlerini hızla, pes peşe gerçekleştirmeye başlamıştır.
Cumhuriyeti kurar kurmaz eğitime öncelik ve ağırlık vermesi o nedenledir.
Tebeşiri eline alıp harf devrimini gerçekleştirirken, okuma-yazma seferberliğini başlatırken, Öğrenim Birliği Yasası’nı getirirken, kafasındaki bilgi toplumu oluşturma hedefine ulaşacağına inancı tamdı.
Halkevleri, halk odaları birer kültür yuvaları olmuştu. Buralarda okuma-yazma kursları ile kadını-erkeği her yaşta okuma-yazma öğrenirken, bir tarafta tiyatro oyunları sahneye konuyor, birçok değerli yapıtların çevirisi yapılıyordu.
Erkekler başındaki sarığı, kadınlar üzerlerinden kara çarşaflarını atarken o, uzun ve bıktırıcı savaşların verdiği umutsuzluğun yerine; güvenli, öğrenmeye ve yeniliklere sarılan halkının sözcüsü oluyor,
“Yurtta barış, dünyada barış” söylemi ile Türkiye Cumhuriyeti’nin ideolojisini tüm dünyaya ilan ediyordu.
“Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir’’ sözü rastlantı değildir.
Bilime sırtını dönen imparatorluğun, dağılışının canlı şahidiydi.
Tekniğin ülkeye girmemesi için verilen fetvalar, Türk insanini cehaletin karanlıklarına tutsak etmişti.
Bilgi ve bilimin yolunu açarak, ulusunu hak ettiği “çağdaş uygarlıklar seviyesine’’ ulaştırmak istiyordu.
Önce dilini konuşmak, kendi tarihini bilmek gereğiyle, Türk Dil Kurumu’nu, Türk Tarih Kurumu’nu ve Talim Terbiyeyi kurdu ve onlara özerklik verdi.
Artık Türkiye’de bilgili insan saygı görüyordu.
Bilgi, tüm değerlerin önüne geçmişti.
Ancak bilen, bilgili insan, yurduna ve ulusuna yararlı olabilirdi.
Daha sonraları Köy Enstitüleri ile bilgi, kırsal kesimlere kadar ulaşmaya başladı.
Gerek komşu Müslüman ülkeler gerekse kapitalist Batı, Türkiye’nin böylesine ilerlemesinden çok rahatsız olmaya başladı.
Müslüman ülke kralları, şeyhleri Türkiye’deki çağdaş, demokrat bir yönetimin kendi saltanatları için tehlike olacağına inanıyorlardı.
Batı ise kendi sömürü düzenlerine büyük bir engel görüyordu. Birçok gerici ayaklanmaları destekleyerek Türkiye’nin kalkınmasını engellemeye çalıştılar.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çok partili dönem başladı.
1950’de DP iktidara geldi.
Gelir gelmez de devrim yasalarından, laiklikten ödün vermeye başladı.
Pusuda bekleyen irtica, kapkara yüzünü ortaya çıkarmakta gecikmedi.
“Her mahallede bir milyoner yaratma” parolasıyla bilgi bir kenara atılıveriyordu.
Üreten değil, tüketen bir toplum olmuştuk.
Yargı bağımsızlığı, üniversite özerkliği ortadan kaldırıldı.
Küçük bir kasabanın parti başkanı, hoşlanmadığı devlet memurunu sürgünlere gönderebiliyordu. Halkevleri kapatılarak, yerlerine Kuran kursları açıldı.
Köy Enstitüleri yerine, imam-hatip okulları açılmaya başladı.
1961 Anayasası ile Türkiye’de hukuk devleti olma yolu ile öğrenmenin, bilginin önündeki engeller kaldırılmak istendi.
Fakat tekrar iktidarı ele geçiren sağ iktidarlar yine oy kaygısıyla gericiliğe, yolsuzluğa geniş olanaklar sağladılar.
Türkiye artık milletvekillerinin para ve makam karşılığı satın alınabilen bir ülke haline getirildi.
Hatta sağ partilerden bakanlık rüşvetiyle transfer edilen milletvekilleriyle sol söylemli hükümetler kuruldu.
Atatürk’ün kurduğu parti, Atatürk düşmanı, şeriatçı bir parti ile ortak hükümet kurarak devlet içinde kadrolaşmasına göz yumdu.
12 Eylül darbesiyle Türkiye’de tüm değer yargıları ayaklar altına alındı.
Atatürkçülük adına, Atatürk’ün eserleri yok edildi.
12 Eylül’ün devamı olan Özal dönemi, cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluklarının yapıldığı dönem olarak tarihe geçti.
Uluslararası kapitalizm, “Toplumu depolitize ederek teknokratlar tarafından tepeden yönettirmek” kuralını Evren-Özal ile uygulamaya koydurttu.
Bu dönem, kültürün, ortak değerlerin ayaklar altına alındığı kapkara bir dönemdir.
Bilgi toplumu oluşturmak yerine, kolay kazanmayı amaçlayan bilgisiz bir toplum oluşturma çabaları başarıya ulaştı.
Yaşantısıyla, günlük uğraşısıyla, müziğiyle, değer yargısıyla, kültürüyle, yozlaşmış bir toplum oluşturuldu. Para ile her şeyin satın alınabileceği bir dönem başlatıldı. Dürüst aydınlar, gazeteciler, yazarlar susturulmak istendi. “İki buçuk basın” yaratılmak istendi.
Doksanlarda merkez sağ, merkez sol partiler kişisel kaprisler ve hizipleşmeler sonucu rağmen kendi aralarında bölünmeleri ve son olarak Ecevit liderliğinde DSP-ANAP-MHP partileri ile kurulan ve dünya ekonomik krizinin Türkiye’de atlatılacağı belli olduğunda, bugün Laik Cumhuriyeti
Doksanlarda kurulan merkez sağ ve sol, Sosyaldemokrat hükümetleri
Bilgi toplumunun en önemli özelliği, eşitlikçi toplum anlayışıdır.
Bilgi toplumunda insanlar ürettiği kadar üretimden pay alırlar.
Bir toplumda bu sağlanırsa toplumsal barış da sağlanmış olur.
Eşitlikçi topluma ulaşmanın tek yolu da bilgiye önem verilmesi ile olanaklıdır.
Bilgisiz toplum, istenildiği tarafa götürülür. Türkiye’de zorunlu eğitimin beş yılda kalması için yırtınma, sokaklara dökülme boşuna değil elbette. Kolayca köşe dönenler, üç koyunu güdemeyecek kadar yeteneksizken ülke yönetimini ele geçirenler elbette bilginin düşmanı olacaklardır. Türkiye’de, toplumsal uzlaşma, toplumsal barış yalnız bilgili toplumla sağlanır. Bilgi toplumuna ulaşmanın yolu ise eğitimden geçer. Eğitimin süresi kadar içeriği de önemlidir. İçerik, kuru, soyut söylemler yerine bilimsel, somut verilerle donanmalıdır. Eğitimin en önde gelen amacı, özgür düşünce ve barış olmalıdır. Zaten eğitimin temel taşları ‘özgür düşünce ve ‘Barış’tır. İnsanlarımızı bu bilince ulaştırdığımız zaman bilginin değeri kavranmış olur.
Unutmamak gerekir ki İnsan yaşadığı gibi düşünür…
Yıldız Akalın HDF Genel Başkan Yard.
CUMHURİYET | 15