Taner Tümerdirim

Taner Tümerdirim

21 Haziran 2025 Cumartesi

    İZCİLİĞİN GÖREVİ…

    İZCİLİĞİN GÖREVİ…
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Bir eli cebinde, diğer elinde telefon, konuşarak caddeyi geçiyor. Araba fren yapmasa vurup beş metre öteye savuracak… Fren sesini duyunca kafasını çevirip şoföre “kör müsün…” diye bağırıyor. Neyse şoför “La havle” çekip geçiyor.

    Fırında ekmek sırası var. Yaşlı bir teyze sıranın en başında beklerken genç bir delikanlı parayı tezgâha fırlatıp, “Otobüsü kaçıracağım, acil ekmek…” diye fırıncıya sesleniyor.

    Yolda yürürken bir başkasının yanınızdan geçerken saygısızca size çarptığını fark ediyor, pardon diyorsunuz. Sanki sizin suçunuzmuş gibi…

    İleride trafik kazası olmuş, yerde yatan kadının yanında bir çocuk oturmuş ağlıyor. Başında duyarsız bir kalabalık “Vah, vah” demekle meşgul. Kimse müdahale etmiyor.

    Gece metruk evde yangın çıkmış. Mahalle gündüz gibi… Birkaç kişi ellerinde kova ve hortumlarla müdahale etmeye çalışıyor…

    Okulda sınıfı dağıtanlar, yangın tüplerini kurcalayarak işgüzarlık yapanlar, sırf zarar olsun diye muslukları açık bırakanlar, koca bir camı bir futbol topu ile indirenler, kantinden borç aldıkları kalemin parasını ödemeyenler, yediği gofretin kılıfını umursamaz bir tavırla yere atanlar, geçerken yere düşmüş olan eşofman üstünü çiğneyenler, okula kitap getirmediği halde bir başkasının kitabını alıp kendisinin olduğunu iddia edenler…

    Daha pek çok örnek sıralamak mümkün… Ailesi varlıklı olduğu için her şeyi yaptırabileceğini veya yapabileceğini düşünenler, dar gelirli aile çocuklarına mobbing uygulayanlar, kendilerinden küçükleri hizmet ettirmeye çalışanlar…

    Ellerindeki çakı veya bıçaklar ile ağaçlara zarar verenler, kızlara hava atmak için erkek arkadaşlarını tehdit edenler, öğretmen koltuğunu parçalayanlar… Daha neler, neler… Hepiniz yazımın sonunun nereye gideceğini merak ediyorsunuz değil mi?

    ****

    Yurdumuzun çevresinde savaş rüzgarları eserken; bir an İzci birliklerinde geçirdiğimiz günler aklıma geldi. Bizi seçip yetiştirenler, bu organizasyonda görev yaptığımız sürece üstlendiğimiz görevler bazı aklı evvellerin kavrayamayacağı işler olmuştur.  Yukarıda saydıklarım günümüzün sıradan olayları şeklinde yorumlanıyor. Çocuk ve gençlerdeki bu hızlı değişimin, yüksek sesli isyankâr şarkıların, vücuda yaptırılan dövmelerin nasıl bir salgına dönüştüğünü yorumlayamıyor…

    Bunların bir tek tarifi var… Başkasının parası ile özgürlük… İyi de neyin ve kimin özgürlüğü? Böylesine sorumsuz ve sorunlu bir gençlik bizi ifade edebilir mi? Eskinin güler yüzlü, çalışkan, yardımsever, sorumluluk duygusuna sahip kuşağına ne oldu?

    Bizim zamanımızda da günün koşullarına aykırı davranışlar ve isyanlar vardı. Ancak kendimizi daha doğru ifade ederdik. Katıldığımız izci birliğinin kuralları sadece kamp ve kurslarda değil, yaşamımızda da geçerli idi ve hepimiz İzci türesi denilen söylemlerden sorumlu idik.

    Her ne kadar bugün ki İzciliğin askerliğe ve siyasete hazırlayıcı bir organizasyon olmadığı, son yıllarda dünya barışına hizmet etmeye çalışan bir gençlik örgütü olduğu söylense de; kurucunun koyduğu kurallar gereği vatana hizmeti, devlete bağlılığı, her türlü olumsuzluğa karşı hangi oymağa bağlı olursak olalım “Daima Hazır” olmayı düstur edinmiş bir birliğimiz vardı.  

     O yıllarda gerek organizasyon ve örgütlenme biçimi ve gerekse açık hava uygulamaları ile önemli bir gençlik gücü idik.  Hele, hele bugün terk edilen tesisleri, her bölgedeki İzcilik okulları, il ve ilçelerde çalışmaları düzenleyen İl ve ilçe izci kurulları, her okulda kurulan bir veya birkaç izci birliği ile vatanına bağlı, Atatürkçü, yüksek karakterli gençlerin yetiştirilmesinde önemli bir misyonu üstlenmişti.

    Çadır kurmasını, ateş yakmasını, Doğa’da yön bulmasını, yaban hayatı tanıma ve koruma konusunda titiz davranır, İzci olmakla övünür, törenlerde duruş ve yürüyüşümüzle göz doldururduk. Yurdun farklı köşelerinde yapılan gezi ve kamplar ile; vatanın sadece bir parçasını değil, her tarafını görür, bizim için önemini kavramaya çalışırdık. Ayrıca her bölgede kurduğumuz izcilik arkadaşlığı ile, önemli birliktelikler sergiler, açık hava uygulamalarının zorluğunu göz önüne alırsak, ayni koşulları yaşamış olarak anılarımızı inşa ederdik.   

    Bugün okullardaki izciliği camilerin içine sokmaya çalışarak, Türk izciliğini Atatürk ilke ve inkılaplarından uzaklaştıranlar, izciliği farklı nokta ve görüşlere çekenler hiçte bizim yaşadıklarımızı ve kurallarımızı paylaşmıyorlar. Savaş ortamında yetişmiş ve yaygınlaşmış izci birliklerinin neler yapabilecekleri konusunu düşününce ne kadar mükemmel bir yapının yok edildiğini daha iyi görebiliyorum.   Teknik ve idari bilgi eksiği bulunan, eğitim psikolojisinden habersiz, temelden yetişmemiş yöneticileri dini argümanlarla başa getirerek yapılandırılmaya çalışılmış bir kadronun günümüz çocuk ve gençleri üzerinde izcilik yolu ile başarılı olmasını beklemiyorum.

    ***   

    1968 yılında, uzun emekler sonunda hazırlanarak yürürlüğe sokulan Türkiye İzcileri Yönetmeliği sadece okul ve gençlik eğitim merkezlerinde değil, bu amaçla oluşturulmuş kulüp, dernek ve her cinsten devlet kurumunda izciliğin organize olmasına izin verirken; yayınladığı eğitim planı ile çocuk ve gençlerin istek ve ihtiyaçlarına göre yapılacak çalışmaları da belirlemişti. Haziran ayının ikinci haftası ilkokulların, hava izcilerinin ayının ilk haftası ortaokul ve liselerin, hava izcilerinin ayında deniz ve hava izcilerinin uzmanlık eğitim kampları açılır, buralardan binlerce çocuk ve genç yararlanır, yıl içinde uygulamalarını zenginleştirirlerdi.

    İzciler, kazandıkları beceriler ile sivil savunma ve yerel devlet organizasyonlarının en önemli destekçisi idi. Bugün biz darmadağın edilmiş bir yapının anılarını toplamaya çalışmaktan ve eskileri anlatmaktan başka bir şey yapamıyoruz.

    Var olduğu söylenen mevcut izcilik organizasyonları Dünya izciliğinden kopmuş, dini bir yapıya bürünmüştür.

    Milli bir yapının geçen yirmi yıllık süreçte nasıl yok olduğunu, münferit dernek, federasyon ve konfederasyonların sağlıklı bir yapıya ve Milli bir İzcilik yapılanmasına imza atamamış olmasını, “Az olsun, benim olsun” anlayışına eklenen “Ben bilirim, başkası bilmez” egosuna şaşıyorum.  

    Şarkı, oyun ve açık hava uygulamaları ile desteklenen programların geçmişte ki başarısı unutulmuş, Türk İzciliğini hitler gençliği gibi gördüğü için yeniden yapılandırdıklarını söyleyen, devlet desteği ile işletilen kamp, tesis ve eğitim merkezlerinin bütçeye yük olduğunu iddia ederek kapatanlar, yandaş kuruluşlara tahsis edenler, sadece Türk İzciliğine değil, Milli Eğitim sistemine de büyük zarar vermişlerdir.

    Üniformalı bir organizasyon olduğu gerekçesi ile izciliğe karşı çıkanlara ve bu anlayışta olanlara bir çift sözüm var.  İzcilikte kullanılan giysi Üniforma değil, İzci kıyafetidir. Açık hava koşullarına uygun olarak dizayn edilmiştir. Taşınılan arma ve işaretler üyelerin hangi becerilere sahip olduğunu, hangi kamp ve eğitimleri aldığını. Becerilerinin neler olduğunun bir göstergesidir. Asla rütbe değildir.  Bunları rütbe olarak gösterenler sadece kendi egolarını tatmin etmeye çalışan çaresizlerdir. Bazı kesimlerin nihai amaçlarının her türlü üniforma ve tek tip kıyafet düşmanlığını körüklemek olduğunu bilmeliyiz.

    Ancak unutulmamalıdır ki, bizlere konusu vatan olan her görev için “Daima Hazır” olma düsturu öğretilmiştir.  Hepimizin evinde atmadığımız, sakladığımız izcilik günlerimizden kalma bir kıyafetimiz en azından zamanı gelince takacağımız bir milli fularımız vardır.

    Zaman; izcilik birliklerinin okullarda hızla yeniden organize olma ve gönüllü izci liderlerinin iş başı yapma zamanıdır.

    Her ne kadar kapatılarak kaybedilen koca bir teşkilatı, 150 bin izciyi ve 12 bin lideri belki geri kazanamayız ama, Ulusal yapıyı onarmaya başlayabiliriz.

    Hele, hele böylesine sınırlarımızda savaş tamtamları çalarken…

    Taner TÜMERDİRİM

    [email protected]