DÜŞÜNENLER VE ÜŞENENLER…

0

BEĞENDİM

ABONE OL

DÜŞÜNENLER VE ÜŞENENLER…

Türkiye’de garip bir demokrasi uygulanıyor…
“Seçme” hakkınız var ama “Seçilme” hakkınız yok…
İktidar veya muhalefette ki  liderler sultasından “İcazet” almadığınız takdirde her hangi bir yerden aday olma şansınız yok. Her ne kadar bazı partilerde aday olmak için kapılar açık olsa da sonucu “Adaylık bağışı” miktarı ile sınırlı.  Çok parası olan aday olma gereği duymuyor, olmayanlar da  iş adamlarından sponsorluk alıyorlar.  Kazanması muhtemel bir kaç partinin adayına sponsor olanlarda sonucu garantiye alıyor. Kısacası atlarını yarıştırıyor. Hangisi kazanırsa kazansın, sonunda o kazanmış oluyor. 
Seçimlerde, zaten kazanamayacağı belli olan partilerden de aday olmanız bir mana ifade etmiyor. Boşuna zaman ve para harcamış oluyorsunuz.  
Türkiye;  pek çok değerli akademisyen, yazar, iş adamı, bilim adamı gibi çok zengin bir beyin takımına sahip olmasına rağmen ne yazık ki bunları siyaset alanında değerlendiremiyor. 
Hele girdiğimiz süreç daha da içler acısı bir manzarayı ortaya serdi.
Okumuş, toplumda söylevleri ile  sivrilmiş, Atatürkçü, Laik, Demokrat bir yapıya sahip olanlar, bu tür görüş ve düşünce sergileyenler ayrıştırılmış durumda. Her ne kadar fişlenmedikleri söylense de fişlenmiş, basit nedenlerle siyasette önleri kesilecek suçlamalara, adli takibe takılmış, cezaları kesilmiş, yıldırılmış kitleler haline geldi. Çoğu’da bunu kendisi için bir ayıp olarak gördüğü için gizliyor.
Yeni Türkiye’nin yükselen değerleri iyice farklılaştı.  Bir tarikata mensup olmak, oruç tutmak, inanmasa da, kalabalıklarda sık-sık yaradanın ismini yüksek sesle  anmak, ünlü camilerde Cuma namazlarında boy göstermek, hatta erken giderek en ön saflarda yer almak pirim yapıyor.  
Bilimsel konularda makale yazmış olmaktan çok, ilahi aşk üzerine yazı yazmak, kitap yayınlamak daha da geçerli akçe. Televizyonlara baktığınızda pek çoğu İslami ağırlıklı yayın yaparken,  haber kanalları bile geç saatlerde akça-pakça kızlarımız ile  dini sohbetlere önem veriyorlar.  
Son yıllarda adı-sanı duyulmamış, babaların, evliyaların, hazretlerin  ölüm veya  icazetlerinin verildiği günler, kalabalık törenlerle alenen kutlanıyor.  Düne kadar bu ülkeye zarar verdiği tespit edilen ve cezalandırılan nurcular adeta iade-i itibara tabi tutuluyor…
Bütün bunlar olup-biterken güneydoğu  Anadoluda yeşeren Kürdistan hayalleri  belediye başkanlıklarında tecelli ediyor, hatta uzun süre Türkiye’ye gelmesinden korkulan “Kominizm” bile açıkça kendini ifade ederek belediye başkanlığı seçimlerini kazanıyor.  Giderek bölünme ve diktatorya’nın ayak sesleri  daha net duyuluyor. 
Düşünen insanlar, toplumu aydınlatma görevlerini bir tarafa bırakmış, kabuğuna çekilmiş, siyasi ve toplumsal olaylar konusunda yorumsuz ve suskun, münzevi bir hayat sürdürmeye çalışıyorlar.  Evi, İşi, arabası, tatil mekanı ve üç beş dostu ile sınırlı bir çizgide günü kurtarma gayretindeler. 
Toplumun büyük bir kesimi; işinden olmamak, istikrarı bozmamak, ay başında alacağı maaştan emin olmak, eve gidince “oh” çekmenin rahatlığını kabullenmiş durumda. Kimin Cumhurbaşkanı olacağı, kimin başbakan olacağı pek umurunda değil.  “Bugün miting varmış gideceksin…” buyruğunu aldığında koşa, koşa gidiyor, bayrak sallıyor, oy veriyor, görevini yapmış olarak evine dönüyor. Kömürle, erzakla mükafatını görüyor.  Bir kesime ait görünmenin rahatlığını duyumsuyor.
Diğer bir bölümü ise uzun yıllar namaz kılması, camiye gitmesi, oruç tutması nedeni ile dışlandığı, hor görüldüğü, cahil bulunduğu gerekçesi ile intikam alma peşinde.  Dini bilgisi ile, davranışları ile karşı tarafı her ortamda dine davet edip, eziyor, ötekileştiriyor… Cahil cesareti ile iktidarın kendisine açtığı tüm kapılardan geçip, özellikle para kapısını zorluyor, kapitalist düzeni devralıyor.
Azınlıkta olan işçi sınıfı ise parçalanmış durumda.  Bir bölümü oldukça yüksek maaşlarla çalıştırılırken, bir bölümü asgari ücreti kaybetmeme çabasında…
Emekliler,  hükümet kanadından gelen “biz gidersek üç ay sonra maaş alamaz hale gelirsiniz” tehdidini fazlası ile ciddiye alıp tedirgin olmuş durumda…
İşverenler top yekün seferberlik ilan edemedikleri için farklı örgütlere bölündüler.  Ayni anda konuşuyorlar,  toplum bir türlü  ne dediklerini  anlayamıyor. 
Haksızlığa uğrayanlar, dilekçelerine cevap alamayanlar, başvuruları sonuçlandırılmayanlar, itiraz hakkını kullanmayanlar çoğunlukta…
Maalesef bir tarafta düşünenlerin durumu, öte yanda hakkını aramaya üşenenlerin durumu ortada iken, seçim yapmayı bile beceremeyen bir toplum haline geldik.
 Cep telefonlarımıza kadar girmiş olan bilgi teknolojilerine rağmen seçimleri bilgisayarlı hale getiremedik. El ve göz yardımı ile yapılan ilkel sayımlar, listeleri birleştirirken değişen rakamlar, delinen torbalar, yakılmış olarak bulunan oylar, çalınan sandıklar, Toma’lar, biber gazlı müdahaleler, Cumhuriyet tarihinde ne derece Cumhur adına yol kat ettiğimizin bir göstergesi oldu. 
Ama en önemlisi de üyesi olmaya çalıştığımız Avrupa Birliğinde “Demokrasi” adına şaibe karışmış ayıplı bir seçim olarak anılmaya devam edecektir…
Ta ki, düşünenler ve üşenenler tavırlarını değiştirinceye kadar…
Taner Tümerdirim