17 Haziran 2025 Salı
DMM'den Fatih Altaylı'nın tutuklanmasına ilişkin açıklama:
Hamburg’da Tiyatro 4 Çeyrek’ten Unutulmaz Gala: “Boşver Be Doktor” Ayakta Alkışlandı
FERDİ ZEYREK´İ YAŞATMAK!
HASAN ALİ YÜCEL, CAN YÜCEL VE GAZİ YAŞARGİL´İN YOL AYRIMI
BİRLİĞİMİZİ GÜÇLENDİRELİM!
İSRAİL-FİLİSTİN SAVAŞINDA TÜRKİYE´NİN TAKINMASI GEREKEN TAVIR
– Şimdi soruyorum; dünyaya kendi gözlüğüyle bakan inançlı insanların, kimlikli insanların ruhunu çeşitli bahanelerle ezenler hâlâ aramızda dolaşırken; inançlı insanlar, kendi değerlerine sahip çıkmayacaklar mı? O alnı öpülesi insanları yüceltmeyecekler mi hâ… aklını kiraya veren o satılmışların, sahtekarların boruları hâlâ ötecek mi? Yazıktır günahtır-
Semerkand 2025
Gökyüzünü ve Aklı Aydınlatan Şehir, Medeniyetin Sessiz Çığlığı: Semerkand
Gördüğümüz kadarıyla Semerkant bir şehirlerden bir şehir değilmiş sadece. Bir medeniyetin vicdanıymış. Taşlarında hikmet, kubbelerinde ilim, sokaklarında vakar taşırmış meğer. Ama bugün ne yazık ki bu vicdan sessiz, bu hikmet yorgun, bu vakar unutturulmuş hâldedir.
Rehberlerimizin anlattıklarına göre; Emir Timur, işte bu şehrin bağrından çıkmış. Bir köy çocuğuymuş Emir Timur. Yalın ayak başlamış yürümeye o köyün sokaklarında. Ama köklerinden utanmamış hiç bir zaman, aksine orayı sürekli beslemiş.
Timur’un ismi, bugünün, kökünü inkâr eden yöneticilerine, halkından utanan sözde aydınlarına ders olsun diye onların gözüne gözüne sokulmalıdır. Onun ismi en yukarılara büyük harflerle yazılmalıdır. Köklerine , değerlerine sahip çıkan adam: Emir Timur. Emir Timur bir imparatordur ama onun asıl büyüklüğü, geldiği yeri unutmamasından gelirmiş. Köklerinden koptuğun an, değerlerini başkalarının değerlerine tercih ettiğin an çürümeye başlarsın. O kendi olmayı tercih etmiş, çürümeyi tercih etmemiş.
Uluğ Bey’e Gelince
Uluğ Bey, sadece bir hükümdar değil; gökyüzünü adım adım inceleyen, yıldızları ilmek ilmek çözen bir akıl adamıymış. Kurduğu gözlemevi ile, dönemin bilim dünyasında açtığı adımlarla, gök bilimin temellerini atmış. 1018 yıldızın konumunu kayda geçirmiş. Bu, bir bilimsel zafer değil, insan zekâsının göklere yazdığı manifestodur. Ama ne olmuş, gökyüzüyle dans etmeye başlayan bu dehaya. Rivayetlere göre, yeryüzündeki çıkar çevrelerinin, başkalarıyla iş tutan yobazların hedefi hâline gelmiş. Hurafenin, çıkarın, bağnazlığın, satılmışlığın kurbanı olmuş. Kendi oğlu tarafından katledilmiş. Maalesef bu topraklar, bazen göklerin dilinden anlayan Uluğ Bey gibi insanları, yere gömen yılışıkların sesine kurban etmiş. Evet, Uluğ Bey’in idamı bir insanın değil, bir düşüncenin idamıdır.
Ve Mâtürîdî, Mezhep İmamımız…
Bugün adı bilinir ama özü unutulmuştur. Oysa Mâtürîdî, İslam düşüncesinin akla açılan kapısıdır. Düşünmeden iman olmaz dercesine, her meselede aklı esas almıştır. Körü körüne itaat değil, bilinçli bir teslimiyeti savunmuştur. O, Kur’an’ı sadece okumayı değil, anlamayı öğütlemiştir. Bugün hâlâ her tartışmada sus pus olan, sorgulamaktan korkan bir din anlayışı varsa, bunun temelinde Mâtürîdî’den uzaklaşmanın ağır bedeli yatmaktadır. Onun çizdiği çizgiden sapıldıkça, inanç dogmaya, din istismara, cemaatler ise çıkar örgütlerine dönüşmüştür. Benim itikatta mezhebim Maturîdi dir diyenler ne kadar tanır İmam Maturîdiyi beri gelsinler.
Peki biz ne yaptık?
Ne yapacağız, her zaman yapageldiğimizi yaptık, önce bu topraklarda yıldızlara adam gibi bakan adamı astık. Aklı esas alan o koca âlimi susturduk. Şimdi gökyüzüne bakmaktan korkuyor, düşünmekten çekiniyoruz. Geriye sadece Şah-ı Zinde’nin kubbelerinde yankılanan sessizlik kaldı. O turkuaz renkler bile artık hüzünle parlıyor. Estetik bir harika yapınıniçinden geçiyoruz ama hissimiz yok, ruhumuz kör, gözümüz sağır, aklımız uyuşuk…
Semerkant bize bir medeniyetin nasıl inşa edildiğini gösterdi. Ama aynı zamanda, o medeniyetin ruhları satılmış insanların elinde nasıl çökertildiğini de gösterdi…
Şimdi soruyorum; dünyaya kendi gözlüğüyle bakan inançlı insanların, kimlikli insanların ruhunu çeşitli bahanelerle ezenler hâlâ aramızda dolaşırken; inançlı insanlar, kendi değerlerine sahip çıkmayacaklar mı? O alnı öpülesi insanları yüceltmeyecekler mi hâ… aklını kiraya veren o satılmışların, sahtekarların boruları hâlâ ötecek mi? Yazıktır günahtır.
Şah-ı Zinde
Ve şimdi…Şehrin kalbinde, göğe doğru sessizce yükselen bir başka hazine duruyor önümüzde Şah-ı Zinde. Burası sadece bir mezarlık değil; taşın estetikle dans ettiği bir mabettir. Her türbe, aslında öğeleri yerli yerinde olan bir mimari cümledir. Çiniler gökyüzünü yansıtır, kemerler sonsuzluğu çağırır. Zaman, o yapılarda akmaz; adeta bir desen gibi donup kalır.Aradan 700 yıl geçmiş olsa da gözümüzü hâlâ kamaştırır. Çünkü estetik, burada sadece bir süs değil; bir saygı biçimidir. Ölümün karşısında yaşamı savunan bir zarafettir. İşte bu Şah-ı Zindedir…
Ve tüm bu miras, bugün hâlâ Semerkand’ın sokaklarında yaşamaktadır. Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen her parça, bir geçmişin yankısıdır. Halıcılıktan ipekçiliğe, zanaatkâr ellerin sabrı ve görgüsü bu şehri hâlâ diri tutmaktadır.
Çünkü Semerkand,
Göğe bakan bir, bilginin,
İnancı akılla buluşturan bir düşünürün,
Ve taşla dua eden bir estetik anlayışın şehridir.
Ey Semerkand, ey sevgili hoşcakalasın, sevgiyle kalasın, ölmez sağ olursak belki tekrar kucaklaşırız!
Devam edecek
Rüştü KAM