17 Haziran 2025 Salı
Berlin'de on binlerce kişi "Gazze için birlikte" yürüyüşüne katıldı
Hamburg’da Tiyatro 4 Çeyrek’ten Unutulmaz Gala: “Boşver Be Doktor” Ayakta Alkışlandı
FERDİ ZEYREK´İ YAŞATMAK!
HASAN ALİ YÜCEL, CAN YÜCEL VE GAZİ YAŞARGİL´İN YOL AYRIMI
BİRLİĞİMİZİ GÜÇLENDİRELİM!
İSRAİL-FİLİSTİN SAVAŞINDA TÜRKİYE´NİN TAKINMASI GEREKEN TAVIR
-Türkiye’de Kur’an meallerine yönelik yasaklama geliyor. Demokrasiyi içine sindirdiğini düşündüğümüz Müslüman Türkiye’de yapılıyor bu yasaklama. Bazı mealler yasaklanırken yerine kimlerin mealleri gelecektir? Diyanet bu işin içinde ise bu durum laiklik ilkesine aykırıdır-
Bir ülkenin gerçekten modern olup olmadığını anlamak için ne inşa ettiği binalara ne de sahip olduğu teknolojik araçlara bakılır. Asıl ölçüt, bireyin düşünce ve inanç dünyasına tanınan özgürlüktür. Düşüncenin serbestçe ifade edilemediği, fikirlerin suç kapsamına alındığı ve bireyin kutsal metinlerle kendi diliyle, aracısız bir şekilde temas kurmasının engellendiği bir toplumda, maddi ilerlemeden söz edilebilir; ancak bu ilerleme, zihinsel ve ahlaki düzeyde bir çöküşü de içinde taşır. Modernliğin özü, özgür birey fikridir. Eğer bir toplumda bireyin kendi kutsalını anlama hakkı dahi devletin veya belirli dini otoritelerin iznine tabi kılınıyorsa, orada sadece kitaplar değil, vicdanlar da sansürlenmektedir. Ve bu, modernliğin değil, otoriterliğin alametidir.
Bugün Türkiye’de bazı Kur’an mealleri yasaklanıyor. Gerekçe mi? “İslam’ın temel niteliklerine aykırı” olmak. Bu gerekçeyi görünce sormadan edemiyoruz: Hangi İslam? Hangi temel nitelikler? Kim karar verdi buna? Ve en önemlisi: Neye dayanarak?
Kur’an, Müslümanlar için Allah’ın doğrudan hitabıdır. Ancak bu hitap, Arapça bilmeyenler için mealler yoluyla anlaşılır. Meal, yani anlam. Bu anlam çabası, bin dört yüz yıldır süregelen bir düşünsel arayışın ürünüdür. Her yeni meal, bir yeni bakış demektir. Kimi dilsel, kimi felsefî, kimi mistik bir yaklaşımla metni kavrar. Ve tam da bu yüzden İslam, tarih boyunca birden fazla yorumun içinde yaşayabildi.
Bugün İslam’ın tarih boyunca taşıdığı bu yorum zenginliği, yerini devletin ya da belirli dini grupların dayattığı tek ve resmî bir yoruma bırakılmak isteniyor.
Tek bir anlayış. Tek bir devlet onayı. Tek bir “doğru” İslam. Geri kalan her şey “yasak.” Bu, artık sadece bir dini yorum meselesi değil; doğrudan bir siyasal müdahaledir.
Siyasi iktidar, dini kontrol altına almak istiyor. Ama doğrudan yapamıyor bunu. O yüzden tarikatların, cemaatlerin ve sözde “alim”lerin talepleri üzerinden ilerliyor. Tarikatlar bastırıyor, Meclis uyguluyor. Bir grup seçkin! halkın neye inanması gerektiğine karar veriyor. Halkın elinden önce Kur’an’ın anlamı, sonra da kendisi alınıyor.
Bu yaşadığımız garabeti tarih daha önce gördü: 1933’te Almanya’da Naziler kitap yaktı. 15. yüzyılda Engizisyon kitap yaktı. Bağdat’ta Hülagü, binlerce cilt kitabı Dicle’ye attı. Bugün bizde “yakmak” yerine “toplatmak” var; ama amaç aynı: Bilgiye erişimi engellemek. Düşünmeyi durdurmak. Mutlak itaati sağlamak.
Üstelik bu yasak, Meclis eliyle yapılıyor. Demokratik olduğunu iddia eden bir meclisin eliyle… Oysa demokrasinin ilk şartı, bireyin kendi vicdanıyla baş başa kalma hakkıdır. Kur’an’ı okuyup anlama ve yorumlama özgürlüğü, sadece bir dini hak değil, aynı zamanda temel bir insan hakkıdır. Bu hakkı devlet değil, Allah verir. Devletin vazifesi bu hakkı korumaktır, gasp etmek değildir.
Bugün bir Kur’an meali yasaklanıyorsa, yarın bir ilmihal, sonra bir fıkıh kitabı, ardından belki bir düşünce yazısı, sonra da susturulmuş bir toplum gelir. Düşünce yasaklandığında dua da susar, çünkü dua düşüncenin bir biçimidir.
Bu yasağa sessiz kalmak, sadece kitaplara değil, geleceğe ihanettir. Bugün “anlamı” yasaklıyorlar; yarın “hakikati” unutturacaklar. Bizler susarsak, bir gün çocuklarımız Kur’an’ı sadece duvarda asılı bir süs, devletin onayladığı bir metin, düşüncesiz bir ritüel olarak tanıyacak.
Bu yüzden, bugün Kur’an meallerine yapılan bu saldırıya, yalnızca bir yayın yasağı olarak değil; halkın dinle, Allah’la ve vicdanla doğrudan bağını koparma teşebbüsü olarak bakmalıyız.
Bu bir tarikat zaferidir. Bu bir devlet zafiyetidir. Bu bir toplum trajedisidir.
Ve bu, susulacak bir şey değildir.
İlahiyat Fakülteleri neden suskundur. Aklı başındaki din hizmetlileri neden suskundur. Susmayın! Sizler sustukça sıra size de gelecektir.
Rüştü Kam