Okan Bent Önok

Okan Bent Önok

22 Haziran 2025 Pazar

    YARASI OLAN İNSAN, DOKUNMAYI BİLİR!!!

    YARASI OLAN İNSAN, DOKUNMAYI BİLİR!!!
    1

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Ben birine “Nasılsın?” demem artık kolay kolay. Çünkü bilirim ki herkesin bir cevabı yoktur buna. Bazısının içi suskun, bazısının dili kilitlidir. Bazısı sadece “iyiyim” der, geçer; ama gözleri o kadar çok şey anlatır ki… Aslında “iyiyim”in içinde kırgınlık, yorgunluk, suskunluk, bazen de tükenmişlik vardır. O yüzden bir insanı gerçekten tanımak istiyorsan, ona ne iş yaptığını, hangi okulu bitirdiğini, kimleri tanıdığını sorma. Ona yarasını sor. Çünkü yarası olan insan, hayata bambaşka bir pencereden bakar.

    Herkesin yarası yoktur. Çünkü herkes, gerçekten acıyla tanışmamıştır. Kimisi şımarıklıklarını yara sanır. Mesela bir çocukken istediği oyuncağı alamamış olan biri, bunu yıllar sonra “aile travması” diye anlatır. Ya da bazıları ulaşamadığı hırslarını “yaram var” diye dillendirir. Oysa yara, çok başka bir şeydir. Yara, bir gecede büyümek zorunda kalmaktır. Yara, gözünün önünde sevdiklerini kaybetmektir. Yara, elinle tuttuğun umudun avucunda erimesidir.

    Bir örnek verelim: Bir baba düşün. Evladını hastanede aylarca yaşatmaya çalışan bir baba. Onun yaşadığı suskunluk, göze bakarken içinde biriken çaresizlik, dışarıdan sadece “yorgunluk” gibi görünür. Ama aslında o suskunluk bir çığlıktır. Bir annenin evladını toprağa verdiği gün attığı tek bir adım, hayata karşı verilmiş bir savaştır. İşte gerçek yara budur.

    Yarası olan insan susar. Anlatmaz, dövünmez. Dünyaya kör olur, sağır olur, dilsiz olur. Çünkü bilir ki anlatmak çoğu zaman hafifletmez, aksine yeniden kanatır. Yarası olanın gözleri konuşur. Elinin titremesinde, yürüyüşünün ağırlığında, sesinin kısık tonunda hissedersin acısını. Onunla aynı dili konuşmana gerek yoktur; çünkü onun dili kalptir, insanlıktır, sessizliğin içindeki çığlıktır.

    Yarasız insanlar çok konuşur. Kendilerini büyük zanneder, her şeyi bildiklerini düşünürler. En küçük zorlukta şikâyet ederler. Oysa yara almış insan, önce susmayı, sonra dinlemeyi öğrenmiştir. Bu yüzden en çok da yaralı insanlar şefkatlidir. Çünkü bilirler neyin can yaktığını. Ve neyin canı unutturduğunu. O yüzden tesellisi süslü kelimeler değildir. Sıcacık bir bakış, bir fincan çay, bir omuz dokunuşudur onun merhemi.

    İnsan yarasından okunur sevgili dostum. Yarası olmayanın gülüşü hesapsızdır. Ama yarası olanın gülüşünde hep bir sızı saklıdır. Hissedersin. O gülüş, bir kaybın kıyısından geçmiştir mutlaka. Belki küçük yaşta terk edilmiş bir çocuk, belki kalabalık içinde hep yalnız kalmış biri… Yarası olan insan, konuşurken kelimeleri seçer. Çünkü bilir, bir söz, bir yüreği yerle bir edebilir. O, o sözlerle defalarca parçalanmıştır.

    Yaralar, insana fazlalıklarını attırır. Egoyu, kibiri, boş gururu, sahte gülümsemeleri… Yarası olan sadeleşir. Hayatla daha sahici bir bağ kurar. Az konuşur, çok dinler. Kalabalıklarda değil, bir sessizlikte huzur bulur. Çünkü bilir ki gerçek yakınlık sessizce anlaşılmakta gizlidir.

    Mesela bir çocuk düşünelim. Lösemiyle mücadele eden bir çocuk. Onun gözlerine baktığında o yaşa sığmayacak kadar büyük bir olgunluk görürsün. Çünkü acı, yaş sormaz. O çocuk belki hiç sormadığın bir gerçeği yüzüne vurur: Hayat, her zaman adil değildir. Ve o çocuk, şefkati sana öğretir. O yüzden LÖSEV gibi kurumlar sadece iyilik değil, insanlığı da büyütür.

    Yarası olan insan, kendini süslemeye çalışmaz. Ne yaşadıysa sesine, yüzüne, duruşuna işlemiştir zaten. Her çizgi, her kırışık bir hikâyedir. Mesela yaşlı bir kadının elleri… Belki yıllarca çocuklarını doyurmak için temizlik yaptı, belki sevdiğini savaşta kaybetti, belki hiç çocuk sahibi olamadı. Ama o ellerin içinde acının şekillendirdiği onur vardır. Ve bu onur, hiçbir diplomada yazmaz.

    Yarası olan insan ağırdır ama bu ağırlık onu yere batırmaz, aksine ayakta tutar. Çünkü karakteri oradan doğmuştur. Herkes iyi zamanlarında “iyi insan” olabilir. Ama asıl karakter, insanın acıyla karşılaştığında verdiği tepkide saklıdır.

    Kimi zaman bir yara, insanı olgunlaştırır. Mesela iftiraya uğramış biri, yıllarca sustuktan sonra sadece bir cümleyle cevap verir: “Zaman her şeyin ilacıdır.” Bu suskunluk zayıflık değil, acıyla yoğrulmuş bir duruluğun ürünüdür.

    Bu yüzden birini tanımak istiyorsan, ona ne kadar kazandığını değil, ne kadar kaybettiğini sor. Ne kadar dayanabildiğini, ne zaman düştüğünü ama tekrar nasıl kalktığını… Çünkü yara öğretir. Yara terbiye eder. Yara susturur ama aynı zamanda da insanı gerçek kılar.

    Unutma sevgili dostum: Yarası olan insan, insana insan gibi dokunur. O dokunuş ne kibirlidir, ne gösterişlidir. O, acının içinden geçmiş bir kalbin, başka bir kalbe uzattığı sessiz bir eldir. Ve o el, bazen bir ömrü iyileştirebilir.