Okan Bent Önok

Okan Bent Önok

22 Haziran 2025 Pazar

    TUTSAK OLANLAR BELEDİYE BAŞKANLARI DEĞİL, HALKIN İRADESİDİR!

    TUTSAK OLANLAR BELEDİYE BAŞKANLARI DEĞİL, HALKIN İRADESİDİR!
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Bugün Türkiye, sadece siyasi bir krizin değil, aynı zamanda rejimsel bir hesaplaşmanın ortasındadır. Gözaltına alınan, tutuklanan, görevden uzaklaştırılan belediye başkanları yalnızca birer şahıs değildir. Onlar; halkın özgür iradesiyle seçtiği, anayasa ve yasalarla tanınmış meşru temsilcilerdir. Bu yüzden cezaevinde olanlar yalnızca insanlar değil, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının oy hakkı, temsil hakkı ve siyasi onurudur. Daha açık bir ifadeyle: Tutsak olanlar belediye başkanları değil, halkın iradesidir.

    Üstelik bu bir “parti içi hesaplaşma” ya da “yerel yönetim operasyonu” olarak geçiştirilemez. Her biri sandıktan çıkan, toplumun belli kesimlerini temsil eden belediye başkanlarının suç isnatlarıyla görevden uzaklaştırılması ve yerlerine kayyum atanması; Türkiye’de demokratik sürecin sistematik biçimde askıya alınmasıdır. Bu yalnızca bireyleri değil, halkı cezalandırmaktır. Ve daha da vahimi, linç edilmek istenen bu halk iradesinin taşıyıcısı olan Türkiye Cumhuriyeti’nin ta kendisidir.

    Sandığın Üstüne Kurulan Gölge

    Demokrasi, sadece seçim sandığına gidip oy kullanmak değildir. O oyun bir karşılığı, bir bağlayıcılığı olmalıdır. Vatandaşlar, iradelerini yansıttıkları seçilmişlerin görev yapabilmelerini, vaatlerini gerçekleştirebilmelerini ve halka hesap verebilmelerini bekler. Ancak Türkiye’de uzun süredir yaşanan şey bunun tam tersidir. Seçimler yapılıyor, halk bir tercihte bulunuyor, sonra merkezi iktidar beğenmediği sonucu ya mahkemeler aracılığıyla ya da idari kararlarla geçersiz kılıyor.

    Bu durum sadece adaletsizlik değil, aynı zamanda anayasal düzene karşı işlenmiş bir suçtur. Çünkü Anayasa’nın 127. maddesi, yerel yönetimlerin halk tarafından seçileceğini ve seçimle gelenin yine seçimle gideceğini açıkça belirtir. Oysa bugün belediye başkanlarını görevden almak için neredeyse keyfi gerekçeler öne sürülüyor; yerlerine halkın tanımadığı, seçmediği, onaylamadığı valiler, kaymakamlar, kolluk yetkilileri kayyum olarak atanıyor. Bu uygulama ne hukuki ne de ahlakidir. Bu, siyasi bir gaspın adıdır.

    İrade Gasbının Ardındaki Niyet

    Bu müdahalelerin yalnızca güvenlik gerekçeleriyle ya da “terörle mücadele” adı altında yapıldığını düşünmek saflık olur. Bu operasyonların asıl amacı, Türkiye’de muhalefeti nefessiz bırakmak, alternatif yönetim deneyimlerinin kökünü kazımak ve tüm ülkeyi tek merkezden yönetilen bir rejime mahkûm etmektir. Çünkü yerel yönetimler, iktidarın ulaşamadığı alanlara hizmet götürmekte, halkla doğrudan temasa geçmekte ve yeni bir yönetim anlayışının mümkün olduğunu göstermektedir.

    İktidarın korkusu da tam olarak budur. Çünkü belediye başkanları yalnızca temizlik işleriyle uğraşmıyor. Aynı zamanda sosyal yardımları adil dağıtıyor, kadınlara yönelik projeler geliştiriyor, gençlere alan açıyor ve halkın yerel sorunlarına doğrudan müdahale ediyor. Bu nedenle halkla kurdukları ilişki merkezi otoriteyi rahatsız ediyor. Çünkü bu ilişki, halkın gözünde meşruiyeti sorgulanan iktidar karşısında güçlü bir alternatif oluşturuyor. İşte bu alternatifin linç edilmesidir asıl hedef.

    Cumhuriyet’in Temellerine Dönük Saldırı

    Bugün belediyelere yapılan bu saldırıların sadece siyasi aktörlere yönelik olduğu düşünülmemelidir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde halk egemenliği yatar. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi sadece bir söz değil, bir rejim tarifidir. Bu ilke, halkın kendi yöneticilerini seçme hakkını, devletin bu seçimi tanıma ve saygı gösterme zorunluluğunu içerir. Ancak bugün yaşananlar bu temel ilkeyi yok saymaktadır.

    Dolayısıyla burada hedef alınan yalnızca muhalefet partileri değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumsal varlığıdır. Bürokrasiye sızdırılmış kayyum rejimi, aslında Cumhuriyet’in halkçı, çoğulcu ve katılımcı yapısına bir darbedir. Atanmışların seçilmişler üzerinde üstünlük kurması, Cumhuriyet’in ilkeleriyle çelişmekle kalmaz, onları yok sayar. Bu bir rejim değişikliğidir – hem de fiili bir darbe biçiminde.

    Halk Susmaz, Hesap Sorulur

    Bu süreç, halkın sadece bir kereye mahsus oy kullandığı, sonra beş yıl boyunca hiçbir söz hakkının olmadığı bir sistem değildir. Aksine, halkın her an aktif yurttaşlık bilinciyle denetleme, sorgulama ve gerektiğinde itiraz etme hakkı vardır. Türkiye’de bu hak, şu anda ayaklar altına alınmaktadır. Ama unutulmamalıdır ki halkın suskunluğu ebedi değildir. Her irade gasbı, daha büyük bir hesaplaşmanın, daha güçlü bir demokratik talepler zincirinin başlangıcıdır.

    Bugün susturulan belediye başkanları değil, halktır. Linç edilmek istenen birkaç siyasetçi değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin halkçı yönetim modelidir. Ancak tarih boyunca halk iradesini bastıran hiçbir güç kalıcı olamamıştır. Bu topraklar, direnişin ve yeniden doğuşun yurdudur.

    Türkiye Cumhuriyeti, halkın egemenliği esasına dayanır. Seçilmişlerin yerine atanmışların geçmesi, bu rejimin ruhuna ihanettir. Belediyelere kayyum atayanlar, aslında halkın iradesine kayyum atamaktadır. Bu uygulamaların meşruluğu yoktur, adaleti yoktur, vicdanı yoktur. Ve her şeyden önemlisi, bu uygulamalar Cumhuriyet’e karşı işlenmiş suçlardır.

    Bu yüzden bugün susmak, yarın kendi irademizin gasbına göz yummak demektir. Çünkü tutsak olanlar sadece belediye başkanları değil, bu ülkenin onuru, halkın söz hakkı, Cumhuriyet’in bizzat kendisidir. Ve Türkiye, bu tutsaklığı kabul etmeyecek kadar büyük bir millettir.