Okan Bent Önok

Okan Bent Önok

22 Haziran 2025 Pazar

    Sanat, Tarih, İnsan ve Sosyalizm: Çığlık, Direniş ve Umut !

    Sanat, Tarih, İnsan ve Sosyalizm: Çığlık, Direniş ve Umut !
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Sanat, insanlık tarihinin en kadim direniş biçimidir. Mağara duvarlarına kömürle çizilen bir bizon figürüyle başlamadı her şey; aslında o çizgiler, hayatta kalma mücadelesi veren bir insanın varoluşunu haykırdığı ilk sessiz çığlıktı. İşte o günden bugüne, sanat sadece estetik bir uğraş değil, aynı zamanda insanın tarih sahnesine bıraktığı iz, düşüncesinin, çelişkilerinin ve umutlarının dışavurumudur. Ve tam da bu nedenle sanat, tarih, insan ve sosyalizm bir bütünün parçalarıdır. Bu ilişkiyi görmeden ne insanı ne de insanlığa dair büyük idealleri anlayabiliriz.

    İnsanlık tarihi, sınıflar arası çatışmaların tarihidir. Toplumların gelişim süreci, ezenle ezilen arasındaki bitmeyen mücadelenin sahnesi olmuştur. Egemenler, sadece üretim araçlarını değil, düşünsel üretim süreçlerini de denetim altında tutmak istemiştir. Bu nedenle sanat, çoğu zaman ya sarayların süsü ya da halkların başkaldırısı olmuştur. Bu ikili karakter, sanatın sınıfsal yönünü gözler önüne serer. Egemen sınıflar tarafından şekillendirilen bir sanat anlayışı, gerçekliği gizler, uyuşturur. Oysa sosyalist bir sanat, insanı dönüştürür, bilinçlendirir ve özgürleştirir.

    Sosyalizm, sadece bir ekonomik sistem önerisi değil; insanı insanca yaşatmayı temel alan, sömürüyü kaldırmayı amaçlayan evrensel bir dünya görüşüdür. Bu yüzden sosyalizm ile sanat arasında organik bir bağ vardır. Sosyalist sanat, toplumun devrimci dönüşümünü hedefler. Estetik sadece biçim değil, aynı zamanda içerikle bütünleşmelidir. Bir şiir, bir tablo ya da bir şarkı; sadece güzel olduğu için değil, insana ne söylediği, neyi savunduğu için değerlidir.

    Bu bağlamda enternasyonal sosyalist hareketler, sanatın insanı özgürleştirme işlevini küreselleştirmiştir. 19. yüzyılda kurulan Birinci Enternasyonal ile birlikte sanatçılar, kapitalizmin insanı nasıl yalnızlaştırdığını, nasıl yabancılaştırdığını kavramaya başlamıştır. Karl Marx’ın “insan özgür olmadıkça sanat da özgür değildir” anlayışı, yalnızca ekonomi politikayı değil, sanat felsefesini de etkilemiştir. Marx’ın doğrudan sanat üzerine uzun analizleri yoktur ama onun insan merkezli düşüncesi, 20. yüzyıl boyunca sayısız sanatçıya yol göstermiştir.

    İkinci Enternasyonal döneminde ise sanat, sosyalist partiler aracılığıyla örgütlenmeye başlamıştır. Örneğin Clara Zetkin, kadın sanatçıları, işçi kadınları ve yoksul halkları sanat yoluyla politikleşmeye çağırmıştır. Bu dönemde sanat, yalnızca elitlerin oyuncağı olmaktan çıkarılıp halkın gündelik hayatına dokunan bir bilinç aracına dönüşmüştür.

    1917 Ekim Devrimi sonrasında Sovyetler Birliği, sosyalist sanatın kurumsallaşmasını sağlamıştır. “Sanat halk için olmalı” anlayışıyla kurulan Prolekkult (Proletarya Kültür Hareketi), işçilere kendi tiyatrolarını, şarkılarını, resimlerini üretme imkânı sunmuştur. Sokaklara taşan sanat, afişler, duvar resimleri, marşlar ve belgesel sinemalar aracılığıyla kitlelere ulaşmıştır. Sergey Eisenstein’ın sineması bu dönemin ürünüdür; “Potemkin Zırhlısı” yalnızca bir film değil, devrimin görsel belleğidir. Aynı şekilde Mayakovski, şiiri sokakta devrim sloganına dönüştüren öncülerdendir. Sanat artık yalnızca anlatmaz, harekete geçirir.

    Bu devrimci sanat anlayışı, yalnızca Sovyetler’de kalmadı. Küba’da Fidel Castro devrim sonrası tüm sanatı halkla bütünleştirmeye çalıştı. Che Guevara, “Bir devrimci gerçek bir duygusal insandır” derken sanatçının rolüne de vurgu yapıyordu. Victor Jara, Şili’de gitarıyla milyonlara ulaşan bir sosyalist sanatçıydı. Onun “Te recuerdo Amanda” adlı şarkısı, aşk, emek ve ölüm üçgeninde kurulan bir halk türküsüydü adeta. 1973 darbesinde elleri kırılıp öldürülmesi, sanatın nasıl bir tehdit olarak görüldüğünün somut kanıtıdır. Ama Jara’nın şarkıları, sınırları aşarak Türkiye’de bile Grev marşlarına ilham oldu.

    İspanya İç Savaşı sırasında ise enternasyonalist sanatçılar gerçek bir dayanışma örneği gösterdi. George Orwell, İspanya’da faşizme karşı savaştı ve yaşadıklarını “Katalonya’ya Selam” adlı eserinde anlattı. Pablo Picasso ise “Guernica” adlı tablosuyla faşist bombardımanın yarattığı yıkımı bütün dünyanın gözleri önüne serdi. Bu eser, sanatın salt güzellik değil; acı, öfke ve hakikat olduğunu gösterdi.

    Türkiye’de de sosyalist sanatçılar benzer bir yolda yürüdü. Nazım Hikmet, yalnızca Türkiye’nin değil, tüm dünya işçi sınıfının şairidir. “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman gibi kardeşçesine” dizeleri, hem bireysel hem toplumsal özgürlüğün manifestosudur. Ruhi Su, halk müziğini sosyalist bir bilinçle yeniden üretmiş, sazı yalnızca çalgı değil, bir başkaldırı aracı olarak kullanmıştır. Yine Yılmaz Güney, sinemayı adaletsizliğe karşı bir mahkemeye dönüştürmüştür.

    Bugün ise sanat, neoliberalizmin ticari baskısı altında metalaşmış durumdadır. Şarkılar algoritmalara, filmler gişe rakamlarına, kitaplar satış listelerine göre değer görmektedir. Sanatçılar, reklam panolarında ünlü markalarla poz verirken, işçiler, köylüler, göçmenler görünmez kılınmaktadır. Ancak hâlâ sosyalist sanatçılar, dünyanın dört bir yanında, grevlerde, eylemlerde, sokaklarda halkla beraber üretmektedir. Yunanistan’da Syriza döneminde, Fransa’da Sarı Yelekliler, Brezilya’da Lula, Kolombiya’da Gustavo Petro gibi liderler çevresinde oluşan sol kültür hareketleri, sanatla siyaseti enternasyonal bir düzlemde buluşturmaktadır.

    Sanat, gerçek anlamda insanı insana anlatma çabasıysa, sosyalist sanat da bu anlatının devrimci şeklidir. Çünkü sosyalizm, insana dair umutları büyütür, tarihsel sorumluluğu hatırlatır ve sanatçıyı sadece izleyen değil, dönüştüren bir özne haline getirir.

    Sanat tarih boyunca ya zulmün meşrulaştırıcısı ya da direnişin haykıranı olmuştur. İnsan, ezildikçe sanat bağırır; umut ettikçe sanat üretir. Sosyalizm ise bu çığlığı anlamlı bir mücadeleye dönüştürür. Sanat, tarih ve insan arasındaki bu kadim bağ, enternasyonal sosyalist hareketlerle evrensel bir yolda ilerler. Eğer insanlık, geleceğini yeniden kurmak istiyorsa; bunu estetikle, bilinçle ve kolektif bir dayanışmayla yapacaktır. Sanat, yalnızca var olanı betimlemez; olması gerekeni gösterir. Ve bu yüzden gerçek sanat, her zaman sosyalizmin yoldaşıdır.