22 Haziran 2025 Pazar
DMM'den Fatih Altaylı'nın tutuklanmasına ilişkin açıklama:
Hamburg’da Tiyatro 4 Çeyrek’ten Unutulmaz Gala: “Boşver Be Doktor” Ayakta Alkışlandı
FERDİ ZEYREK´İ YAŞATMAK!
HASAN ALİ YÜCEL, CAN YÜCEL VE GAZİ YAŞARGİL´İN YOL AYRIMI
BİRLİĞİMİZİ GÜÇLENDİRELİM!
İSRAİL-FİLİSTİN SAVAŞINDA TÜRKİYE´NİN TAKINMASI GEREKEN TAVIR
İnsan ilişkilerinde bazı kelimeler vardır; ağızdan bir kez çıktığında odanın tüm havasını değiştirir. “Aldatmak” bunların en başında gelir. Bir erkeğin aldatılmasıyla bir kadının aldatılması arasında kurulan toplumsal fark, bize yalnızca cinsiyet rollerini değil, aynı zamanda insanın kendi duygusal kırılganlığıyla ne ölçüde yüzleştiğini de gösterir.
Erkek aldatıldığında dünyanın sonu geldi sanıyor. Kadınsa, dünyanın bütün gerçekleri bir anda suratına çarpmış gibi hissediyor. Bu iki refleks arasında bir hiyerarşi ya da üstünlük yok. Ancak dikkat çekici olan şu: Her iki bakış da aslında yeterince doğruyu temsil etmiyor. Erkek, kaybettiği “kontrolün” yasını tutarken; kadın, ihanetin bir tür ispat olduğunu düşünüyor—sanki tüm şüpheleri haklı çıkmış gibi. Belki de insan, zaten çoktandır içinde kırılmış olan bir şeyin dışarıdan doğrulanmasına aldatılma diyor. Ve o noktada artık yas tutmak ya da yeniden kurmak değil, sadece anlam yüklemek kalıyor.
Bir yastıkta kocamak temennisine yıllardır ikinci bir yastık eşlik ediyor. O yastık bazen “kaçış”, bazen “gizli hesap”, bazen de “b planı” oluyor. Fakat işin ilginci şu: O ikinci yastık varsa, birinci yastığın anlamı çoktan yitirilmiş demektir. Çıkış kapısı her zaman açıksa, içeride kalmanın değeri ne olabilir ki? Aldatılma kadar, o ikinci yastığın varlığı da ilişkiye ihanetin bir başka biçimi.
Geçtiğimiz günlerde Zeki Demirkubuz’un bir itirafını izliyordum. Samimi bir çöküş ya da zekice bir kurgu muydı, karar veremedim. Bir gün önce yine onun Yeraltı filmini izlemiştim. Filmdeki karakter, sinema üzerinden eşine, dostuna, çevresine çemkiriyor. Sanat vasıtasıyla intikam almak ya da bir tür temizlik yapmak… Ama temizlenen kim? Seyirci mi, sanatçı mı? Yoksa sadece bir öfkenin sesi mi yankılanıyor, onun da cevabını henüz bulabilmiş değilim. Fakat şu net: Kendi mağlubiyetini sanata dönüştürmek, kimi zaman bir aldatma biçimidir. Gerçekle araya bir filtre koymak gibi.
Edebiyat, siyaset ve aşk… Hepsi de bu “aldatma” ve “aldanma” kelimelerinin etrafında dolanıyor. Aşk, saf olana ulaşma arzusuysa; siyaset zaten baştan aşağı bir ikna, dolayısıyla da bir tür aldatma çabasıdır. Edebiyat ise her şeyi anlatmakla yükümlü olan ama hiçbir şeyi tam olarak söyleyemeyen bir tanık gibidir. Bu üç alan, insanın trajik halini yeniden üretir, yeniden paketler, yeniden sunar. Böylece kavramlar büyür, kişilikler küçülür.
Kavramlar bir süre sonra insanı tanımlamaya başlar. Sadakat, güven, dürüstlük gibi soyut sözcükler, hayatı taşıması gereken direkler haline gelir. Fakat bu direkler çoğu zaman çürük döşemelere basar. İnsan, kavramlar uğruna yaşarken kendi deneyimini, kendi sezgisini ihmal eder. Oysa gerçek, ne sadakat kadar saf, ne ihanet kadar karadır. Gerçek, bazen sadece yaşanmışlıktır; ne ad koyulur, ne tanım yapılır.
“Aldatma” kelimesini düşündüğümde, tek bir eylemden ziyade bir duygu iklimi geliyor aklıma. Bir ilişkide kaybolan anlam, sessizliğe gömülmüş ihtiyaçlar, görülmeyen çabalar ve söylenmemiş sözler… Bunlar zamanla birikir ve günün birinde bir isim alır: Aldatma. Oysa aldatma çoğu zaman sadece son adımdır. Öncesinde çok daha sessiz ihanetler yaşanır. Göz kaçırmalar, sessiz onaylar, duymamazlıktan gelmeler…
Kimi zaman insan sadece unutulmak ister. Her şeyin geçtiği bir yerde kendine bir başlangıç yaratmak ister. Ama unutmak da bir aldanmadır. Çünkü insan unutmaz, sadece erteler. Ve her ertelenen duygu, bir gün en umulmadık anda kapıyı çalar. Belki de bu yüzden ikinci bir yastığın varlığı, yolumuzu daraltır. Çünkü kaçış ihtimali, cesaretimizi çürütür.
Aldatmaya ve aldanmaya takılıp kalmayın fazla. Bunlar, hayatın temel dinamikleri değil. Sadece üzerinde fazlaca konuştuğumuz, fazla anlam yüklediğimiz duraklar. Sıyrılmaya çalışın kavramlardan. Çünkü bazen en doğru şey, hiçbir tanımın içinde olmamak. Tanımsız bir yerde durabilmek…