22 Haziran 2025 Pazar
DMM'den Fatih Altaylı'nın tutuklanmasına ilişkin açıklama:
Hamburg’da Tiyatro 4 Çeyrek’ten Unutulmaz Gala: “Boşver Be Doktor” Ayakta Alkışlandı
FERDİ ZEYREK´İ YAŞATMAK!
HASAN ALİ YÜCEL, CAN YÜCEL VE GAZİ YAŞARGİL´İN YOL AYRIMI
BİRLİĞİMİZİ GÜÇLENDİRELİM!
İSRAİL-FİLİSTİN SAVAŞINDA TÜRKİYE´NİN TAKINMASI GEREKEN TAVIR
Ekrem İmamoğlu mapus değil, tutsak değil; o bir rehine. Çünkü bu ülkede artık hukukun değil, iktidarın dediği oluyor. Adalet terazisiyle değil, saray takvimiyle hüküm veriliyor. Ve bu durum sadece İmamoğlu’na özgü değil, onun şahsında milyonlara gözdağı veriliyor. Çünkü o bir kişi değil, bir fikirdir. Değişimdir, cesarettir, meydan okumadır.
İmamoğlu’na verilen cezalar, başlatılan soruşturmalar, açıklanan kararlar, hepsi aynı senaryonun parçaları. Dosya dosya biriktirilmiş niyetler, hukuki süreç kisvesiyle sahneye konuyor. Ama artık kimse inanmıyor. Hukukçuların bile yüzü kızarıyor bu tiyatroya. Zira mesele bir suç değil, mesele bir siyasi hesaplaşmadır. İktidarın elinde yargı bir sopa gibi sallanıyor. Ve bu sopa, İstanbul halkının iradesine vuruluyor.
Ekrem İmamoğlu’nun siyasi hayatı boyunca karşılaştığı engeller, bir hukuk devletinde yaşanabilecek şeyler değil. Önce mazbatası alındı, sonra yeniden seçim dayatıldı. Kaybettiler. İstanbul halkı bir kez daha arkasında durdu. Yetmedi. İhalelerle, medya baskısıyla, müfettiş raporlarıyla yıldırmaya çalıştılar. Ama o yılmadı. Yine yetmedi. Şimdi ise mahkemelerle köşeye sıkıştırmak, siyasetten men etmek istiyorlar. Bu bir yargı darbesidir. Ama bilinmeli ki bu darbe sadece İmamoğlu’na değil, halkın iradesine yapılmaktadır.
Rehine kavramı, hukuk dilinde değilse bile siyaset biliminde bir anlam taşır. Rehine; suçlu değildir, ama serbest de değildir. Ona bir şey isnat edilmez doğrudan, ama her adımı izlenir. Tehditle, şantajla, pazarlıkla elinde tutulur. Ekrem İmamoğlu tam da bu tarifin içindedir. Çünkü o artık sadece CHP’nin bir belediye başkanı değil; muhalefetin ortak umudu, gençlerin temsilcisi, birleştirici bir kişiliktir. Ve bu durum, iktidarın rahatsızlık duyduğu en büyük şeydir.
Rehin tutulan biri, genellikle baskı unsuru olarak kullanılır. İktidar da İmamoğlu’nu, muhalefet içi hesaplaşmalarda bir koz gibi kullanmak istemektedir. “Onu desteklerseniz, başınıza neler gelir görün” mesajı açıkça verilmektedir. Bu, açıkça bir rehine siyaseti modelidir. 12 Eylül cuntasının bile bu kadar açıktan uygulamadığı bir stratejiyle karşı karşıyayız.
Ama unutulan bir şey var: Rehineler her zaman sessiz kalmaz. Bazen rehine olan, rehin alanın korkusudur. Ekrem İmamoğlu, iktidar için bir korkudur çünkü milyonların umudu olmuştur. Ve umut, iktidarın en korktuğu şeydir. Çünkü umut bulaşıcıdır. Yayılır, büyür, örgütlenir. İmamoğlu’nun susturulması, bu umudu bastırmak içindir.
İşte bu yüzden İmamoğlu mapus değil. Zira mapus olmak, bir cezanın karşılığıdır. Oysa ortada adil bir ceza yoktur. Tutsak da değil. Çünkü tutsaklık, savaşın doğal sonucudur. Ama ortada meşru bir savaş da yoktur. Bu, tek taraflı bir kuşatma halidir. Rehindir çünkü serbest gibi görünür ama her adımı gözetim altındadır. Her açıklaması, her kararı siyasi bir hesapla karşılanır.
Ve elbette bu hikâyede yalnız değildir. Yüzlerce gazeteci, akademisyen, aktivist, seçilmiş belediye başkanları da aynı çemberin içindedir. Hepsi farklı gerekçelerle, ama benzer yöntemlerle etkisizleştirilmeye çalışılmaktadır. Bu da Türkiye’de rejimin geldiği noktayı göstermektedir. Artık demokrasi bir gösteri, hukuk bir dekor, yargı ise birer oyuncudur. Sahne ise halkın iradesidir.
Oysa halk bu oyunu yutmaz. Türkiye, 31 Mart’ta İstanbul’a sahip çıkmış bir ülkedir. İkinci kez kazandırmış bir iradedir. Şimdi yapılması gereken, bu iradeyi yeniden ve daha yüksek sesle savunmaktır. Rehinenin özgürlüğü, onu tutsak eden korkunun bozulmasıyla mümkündür.
Ekrem İmamoğlu özgür olmalı değil, zaten özgürdür. Ama onun önündeki siyasi zincirler, halkın eliyle kırılmalıdır. Zira zincir kırılırsa sadece bir kişi değil, koskoca bir halk nefes alır. Ve bu nefes, değişimin sesi olur.