Okan Bent Önok

Okan Bent Önok

22 Haziran 2025 Pazar

    DİN, İKTİDAR VE İHANET!

    DİN, İKTİDAR VE İHANET!
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Akıllı ve vicdan sahibi bir insan kimsenin inancına karşı çıkmaz. Din, bireyin içsel bir yönelişidir; kimi bunu bir Tanrı’ya, kimi doğaya, kimi de sadece insanlığa yöneltir. Dindar olmak, bir aidiyet duygusu kadar bir anlam arayışıdır. Fakat bir şey vardır ki, samimi inanç başka, inancın kullanılması başkadır. İşte sorun burada başlar. Vicdanlı bir insan dini değil, dinin araçsallaştırılmasını hedef alır. Çünkü o bilir ki din; baskı, sömürü ve cehaletin taşıyıcısı değil, insanı ahlak ve adalete çağıran bir öz taşımalıdır.

    Bugün birçok toplumda din artık Tanrı’ya yöneliş değil, insanlara hükmetme aracı hâline gelmiştir. İnanç değil, tahakküm öne çıkmıştır. Dini kullananlar, dinin içeriğini değil, onun görünürlüğünü yüceltmiş; ritüeli kutsamış ama ahlakı çiğnemiştir. Cübbeler giymiş, sakallar salmış, ellerine tespihler almış ama halkı soyarken, adaleti boğarken, kadını aşağılayıp çocuğu sustururken bir an bile vicdan titremesi yaşamamıştır. Sonra da biri çıkıp bu çürümeye “dur” dediğinde, hemen hazır bir yafta ile karşısına dikilmişlerdir: “Din düşmanı!”

    Çünkü artık bu çevrelerin inandığı Tanrı değil, iktidardır. İslam’ı değil, İslamcılığı savunurlar; Hristiyanlığı değil, Evanjelizmi yüceltirler. Din onların nezdinde artık bir dua değil, bir sopa olmuştur. Konforları bozulduğunda, çıkarları tehlikeye düştüğünde hemen dillerini değiştirirler. Bir yanda milyonluk villalarda yaşayan din adamları, diğer yanda açlık sınırında yaşayan mümin halk… Böylesi bir tabloda dinin sesini değil, banknotların şıngırtısını duyarız. Yoksulun çığlığı değil, zenginin kahkahası yankılanır camilerde, kiliselerde, sinagoglarda…

    İşte bu yüzden insanlar bıkıyor. Yüzünü döndüğü yerde sürekli bir sömürüyle karşılaşan insan, bazen Tanrı’ya bile yabancılaşıyor. Dürüstçe inanmaya çalışan biri, etrafını kuşatan bu riyakârlık çemberi içinde boğuluyor. Dindar geçinenin yalakalığını, imamın iktidar sözcüsü gibi konuşmasını, cemaatlerin para toplarken ne kadar zalim ama hesap verirken ne kadar pişkin olduklarını görüyor. Ve sonra diyor ki: “Bu mu Tanrı’nın dini?”

    Hal böyle olunca, bazı insanlar doğrudan Tanrı’yı reddetmeyi bir çıkış gibi görebiliyor. Tanrı’nın adıyla yapılan bu kadar kötülükten sonra Tanrı’ya inanmakta zorlanıyor. Bu, aslında bir inançsızlık değil; tersine, inancın onurunu koruma çabasıdır. Çünkü hakiki bir Tanrı anlayışı, bu kadar zalimliği, bu kadar riyakârlığı taşıyamaz. İnsan, içinden şunu söylemek istiyor: “Eğer Tanrı gerçekten bu katilleri, bu yalancıları, bu sömürücüleri temsil ediyorsa; ben o Tanrı’nın düşmanıyım.”

    Ama mesele burada düğümleniyor. Çünkü Tanrı’nın kim olduğu ya da ne olduğu değil, insanların onu nasıl anlattığı belirliyor inancı. İnsanlık tarihi boyunca Tanrı hep iktidarın dilinden konuştu. Savaşlarda askerlerin yanında, kralların arkasında, sömürgecilerin dualarında, zalimlerin kitaplarında Tanrı vardı. Ama bir yoksulun sofrasında, bir çocuğun gözyaşında, bir kadının sessiz çığlığında nedense yoktu.

    Din, adaletsizliği değil adaleti yüceltmeli. Ama bu topraklarda ne zaman biri gerçek adaleti savunmaya kalksa “dinsiz” ilan ediliyor. Çünkü onların Tanrısı, adaleti değil itaati seviyor. Çünkü onlar için mümin, boyun eğen kişidir; soru sormayan, itiraz etmeyen, hakkını aramayan… Halbuki Kur’an’da bile “akletmez misiniz?” sorusu defalarca tekrarlanır. Peygamberler, firavunlara karşı çıkanlardır. Ama şimdi peygamberin yolundan gidenler değil, firavunlara benzeyenler muktedir olmuş.

    Bu ikiyüzlülük, sadece kişisel değil; sistematik bir yapıya dönüşmüş durumda. Devlet kurumlarına sızan tarikatlar, çocuk yaşta evlilikleri meşru gösteren sözde alimler, her sabah gazetelerde “ahlak” nutku atıp her akşam lüks otellerde zevki sefa süren sahte hocalar… Halkın parasıyla kurulmuş dini vakıflar, halkın iradesine karşı darbe girişimlerinde başrol oynamış. Ve sonra, tüm bu çürümüşlüğe karşı bir eleştiri geldiğinde, karşı taraf hemen “din düşmanları saldırıyor” diyerek toplumun öfkesini yönlendiriyor.

     Bu bir taktik değil, düpedüz ihanet. Hem dine, hem insanlığa…

    Peki çözüm nedir? Dinsizleşmek mi? Belki de çözüm; dini, hakiki anlamına döndürmektir. Samimi inananlarla, çıkarcı dincileri ayırt etmektir. Din adamlarının değil, vicdanın sesini dinlemektir. Ve en önemlisi: Tanrı adına konuşan herkese şüpheyle yaklaşmaktır. Çünkü gerçek Tanrı, susar. Gerçek Tanrı, bir insanın kalbine fısıldar ama onu hiçbir zaman başkasına hükmetmesi için kullanmaz. Eğer biri size “Tanrı böyle istiyor” diyorsa, durun ve sorun: “Sen kimsin de Tanrı adına konuşuyorsun?”

    Din baskı olmamalı, umut olmalı. İnanç korku değil, güven vermeli. O yüzden dinin siyasallaştırılmasına, ekonomik bir araç hâline getirilmesine ve halkı susturmak için bir sopa gibi kullanılmasına karşı çıkmak en büyük ibadetlerden biridir belki de. Gerçekten vicdanlı biri için Tanrı’ya sadakat, yalancıların Tanrısı’na başkaldırmayı da gerektirir.

    Ve belki de en sonunda şunu söylemeliyiz: Din, insan içindir. İnsan, din için değil.