22 Haziran 2025 Pazar
Berlin'de on binlerce kişi "Gazze için birlikte" yürüyüşüne katıldı
Hamburg’da Tiyatro 4 Çeyrek’ten Unutulmaz Gala: “Boşver Be Doktor” Ayakta Alkışlandı
FERDİ ZEYREK´İ YAŞATMAK!
HASAN ALİ YÜCEL, CAN YÜCEL VE GAZİ YAŞARGİL´İN YOL AYRIMI
BİRLİĞİMİZİ GÜÇLENDİRELİM!
İSRAİL-FİLİSTİN SAVAŞINDA TÜRKİYE´NİN TAKINMASI GEREKEN TAVIR
Türkiye’nin son yirmiüç yılına baktığımızda, karşımıza sadece bir iktidarın uzun süren yönetimi çıkmaz. Aynı zamanda bu dönem, Cumhuriyet’in kazanımlarının sistematik biçimde yok edildiği, halkın değerlerinin çürütüldüğü, laik ve halkçı devlet yapısının bilinçli şekilde tahrip edildiği bir süreci işaret eder. Mesele sadece CHP’yi hedef göstermek ya da muhalefeti bastırmak değildir. Mesele, Cumhuriyet’i kuran anlayışın, Atatürk’ün mirasının, halkın alın teriyle kurduğu kurumların linç edilmesidir.
Cumhuriyet’in temel taşı olan laiklik, bugün yerle bir edilmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı ile çeşitli tarikatlar arasında imzalanan protokollerle çocuklar tarikatlara teslim edilmiştir. Örneğin, TÜGVA ve Ensar gibi yapılar, devlet okullarında “değerler eğitimi” adı altında faaliyet yürütmektedir. Bu, sadece pedagojik değil, anayasal bir skandaldır. Devletin laik yapısı, Anayasa’nın 2. maddesi ile güvence altındayken, iktidar eliyle bu ilke çiğnenmektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi 2024’te Milli Eğitim Bakanlığı’nın neredeyse yarısına yaklaşmıştır. Bu kurum artık sadece dini hizmet sunan bir yapı değil, toplumsal mühendisliğin merkezidir. Kadınların çalışmasına karşı hutbeler verilirken, çocuk yaşta evliliklerin önünü açacak söylemler normalleştiriliyor. Laik bir hukuk devletinde böyle bir manzara kabul edilemez.
AKP’nin kadın politikası, tam anlamıyla Cumhuriyet’in kadın devrimini tersine çevirmeyi hedefliyor. Atatürk’ün kadınlara verdiği seçme ve seçilme hakkı, kadınların toplumsal yaşamda özgür bireyler olarak yer alması, bugün iktidarın hedefinde. Bunun en açık örneği İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasıdır.
2021 yılında, hiçbir meclis kararı olmadan Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle sözleşmeden çekilindi. Oysa bu sözleşme, kadına yönelik şiddete karşı önemli bir yasal güvenceler sunuyordu. AKP iktidarı, kadınları korumak yerine, onları “ailenin namusu” olarak gören anlayışı dayatmaktadır. Kadın cinayetleri artarken, iktidar bu cinayetlere karşı sistematik bir önlem almamaktadır.
Cumhuriyet’in kurucu iradesi, bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemini hedeflemişti. Ancak bugün Türkiye’de mahkemeler, siyasetin emrinde birer araç haline gelmiştir. Örnek mi? Gezi davasında, hukuk dışı şekilde ağır cezalar alan Tayfun Kahraman, Osman Kavala gibi isimlerin dosyaları, Türkiye’de adaletin nasıl bir çöküş yaşadığını gözler önüne seriyor.
Bir başka örnek: Selahattin Demirtaş hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin serbest bırakılması yönündeki kararına rağmen hâlâ cezaevinde tutulması. Bu sadece hukuka değil, uluslararası yükümlülüklere de açık bir meydan okumadır. Türkiye, artık hukuk devleti olmaktan çıkmış, tek adam rejiminin hukuk sopası haline gelen bir yargı düzenine mahkûm edilmiştir.
Cumhuriyet, cehalete karşı savaş açmış bir projedir. Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözü, bu mücadelenin pusulasıdır. Ancak bugün eğitim sistemi tarumar edilmiş durumdadır. 4+4+4 sistemiyle çocuklar erken yaşta iş gücüne itilmiş, özellikle kız çocuklarının eğitimi sekteye uğramıştır.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın birçok kararı, bilimsel değil ideolojik esaslara dayanmaktadır. Evrim teorisinin ders kitaplarından çıkarılması, karma eğitime yönelik saldırılar, imam hatip liselerinin her mahallede açılması, bunun bariz örnekleridir. Bilgi yerine inanç, eleştiri yerine itaat, özgür düşünce yerine biat sistemi inşa ediliyor.
Cumhuriyet’in sanayileşme hamleleriyle kurulan SEKA, Sümerbank, Etibank gibi kamu kuruluşları, 2000’li yıllarda özelleştirme adı altında yok pahasına satıldı. AKP döneminde bu süreç hız kazandı. Türk Telekom gibi stratejik kurumlar yandaşlara devredildi, limanlar, enerji şirketleri, şeker fabrikaları özelleştirildi. Yerli üretim çöktü, ithalata bağımlı bir ekonomi yaratıldı.
Bugün mutfakta yangın varsa, bunun nedeni sadece “döviz kuru” değildir. Bu yangın, üretim ekonomisinin bitirilmesinin doğal sonucudur. Emekçiler açlık sınırının altında yaşarken, saraylarda lüks içinde sefahat sürülüyor. Bu tablo, Cumhuriyet’in halkçı ekonomi anlayışının yerle bir edildiğinin kanıtıdır.
Atatürk döneminde, devlet kadrolarına bilgiyle, sınavla, liyakatle girilirdi. Bugün ise sadakat, yandaşlık ve tarikat ilişkileri ön plana çıkmış durumda. KPSS’de derece yapmış gençler dışlanırken, mülakatlarda “senin referansın kim?” sorusu belirleyici oluyor. Devletin en üst kademeleri, akrabalarla, tarikat üyeleriyle, yandaşlarla dolduruldu.
Örneğin, RTÜK, BDDK, TÜİK gibi bağımsız olması gereken kurumlar, doğrudan Saray’dan gelen emirlerle hareket ediyor. Bu kurumların görevi artık halkı bilgilendirmek değil, iktidarın gerçekleri gizlemesine yardımcı olmak.
Ey Halkım, Bu Senin Mücadelen!
Bu tablo sana tanıdık geliyor olmalı. Çünkü bu sistem, senin cebinden çaldı, geleceğini kararttı, çocuklarının hayallerini çürüttü. Bu sessizlik çöküşü derinleştiriyor. Artık uyanmalısın. Çünkü mesele bir partiyi sevmek ya da bir lideri desteklemek değil. Mesele Cumhuriyet’e, onun değerlerine, halkın kazanımlarına sahip çıkmak.
Seni işsiz bırakanlar, seni kiraya mahkûm edenler, seni karanlığa itenler, şimdi “dindarlık” kisvesiyle, “milli irade” safsatasıyla sana efendilik taslıyor. Ama sen efendi değilsin. Sen bu ülkenin gerçek sahibisin!
Cumhuriyet’in özüne dönme zamanı geldi. Ey halkım, uyan artık!