22 Haziran 2025 Pazar
Berlin'de on binlerce kişi "Gazze için birlikte" yürüyüşüne katıldı
Hamburg’da Tiyatro 4 Çeyrek’ten Unutulmaz Gala: “Boşver Be Doktor” Ayakta Alkışlandı
FERDİ ZEYREK´İ YAŞATMAK!
HASAN ALİ YÜCEL, CAN YÜCEL VE GAZİ YAŞARGİL´İN YOL AYRIMI
BİRLİĞİMİZİ GÜÇLENDİRELİM!
İSRAİL-FİLİSTİN SAVAŞINDA TÜRKİYE´NİN TAKINMASI GEREKEN TAVIR
Selçuk Tengioğlu, 66 yaşında. Geçmişi karanlık, vicdanı kurumuş bir adam. Hırsızlıktan, tehditten sabıkalı. Ama onu kamuoyunun hafızasına kazıyan asıl olay 2004 yılında yaşandı. Bu şahıs, kendi öz çocukları B.T. ve M.T.’yi öldürdü. Üçüncü çocuğu ise balkondan atlayarak canını zor kurtardı. Akıl almaz bir vahşetti bu. İnsan olanın yüreğini dağlayan, vicdanı altüst eden bir trajedi. Mahkeme onu müebbet hapis cezasına çarptırdı. Ancak 2020 yılında, toplumun ruh sağlığını bile tehdit edecek bir kararla “şartlı tahliye” edildi. Yani Türkiye’nin adalet sistemi, iki evladını öldüren bir katili daha cezasının yirmi yılını bile doldurmadan topluma geri saldı.
Bu sadece bir hukuk skandalı değildir; aynı zamanda siyasi bir tercihin sonucudur. Türkiye’de artık suç ile ceza arasındaki ilişki hukukla değil, iktidarın siyasi ihtiyaçlarıyla belirleniyor. İktidar; korku salmak, muhalefeti sindirmek ve şiddeti sıradanlaştırmak için hukuk düzenini bir araç haline getirmiş durumda. Bu çarpık sistemde bazı suçlular yalnızca serbest kalmış insanlar değil, aynı zamanda birer “görevli aparat” haline gelmiştir.
Selçuk Tengioğlu gibi isimler, içinde yaşadığımız dönemin karanlık ruhunun dışavurumudur. Onlar yalnızca bireysel suç makineleri değil, aynı zamanda toplumu hizaya getirmek isteyen otoriter zihniyetin taşeronlarıdır. Bu düzen yalnızca toplumsal huzuru değil, doğrudan siyasal alanı da hedef almaktadır. Nitekim geçtiğimiz günlerde CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e yönelik saldırı, bu sistematik zorbalığın en güncel ve çarpıcı örneğidir.
Saldırgan, rastgele bir öfkenin değil, örgütlü bir nefretin temsilcisiydi. “Ayağını denk al” tehdidinden sonra gelen bu saldırı, asla bir tesadüf olarak görülemez. Bu saldırı yalnızca Özgür Özel’e değil, muhalefete, demokratik siyasete ve halkın sandık iradesine yönelmiş organize bir gözdağıdır. Muhalefet eden herkes korkutulmak, susturulmak ve sindirilmek isteniyor.
Oysa bu olay ne ilk ne de münferit. 2019’da, dönemin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara’nın Çubuk ilçesindeki bir şehit cenazesinde linç edilmek istendi. Kalabalık, “Yakın bu evi!” diyerek Kılıçdaroğlu’nun sığındığı evi kuşattı. Devletin kolluk kuvvetleri adeta seyirci kaldı. Olaydan sonra saldırganlar neredeyse ödüllendirildi. İktidar kanadı ise net bir kınama yerine, geçiştirici ve utangaç açıklamalarla şiddeti adeta meşrulaştırdı. Bu, açıkça bir teşviktir.
Bu örnekler yeni değil. 1958 yılında, Adnan Menderes’in başbakanlığı döneminde İsmet İnönü’ye yapılan saldırılar hâlâ belleğimizdedir. İnönü’nün Uşak’ta taşlanması, treninin önüne engeller konulması, mitinglerde hedef gösterilmesi… O günlerde muhalefet düşmanlaştırılmış, sokakta şiddet olağanlaştırılmıştı. Bugün yaşananlar, o karanlık geçmişin güncellenmiş bir versiyonudur.
Tarih bize defalarca gösterdi: Siyasi şiddet bir rastlantı değildir. Planlıdır, yönlendirilir, beslenir ve cezasız bırakılır. Her cezasız şiddet, bir sonraki saldırının zemini olur. Bu bağlamda, Selçuk Tengioğlu’nun tahliyesi ile Özgür Özel’e yapılan saldırı arasında görünmeyen değil, açık ve somut bir bağ vardır. Bunlar aynı bataklıktan beslenen bir çürümenin parçalarıdır.
Bu noktada, iktidarın küçük ortağı olarak bilinen ve kamuoyunda “mutant” lakabıyla anılan kişi ve liderliğini yaptığı yapıdan da söz etmek gerekir. Bu yapı, karanlık geçmişe sahip isimlerle açık ya da örtük ilişkiler kurarak siyaseti zehirlemektedir. Nefreti örgütleyen, toplumu kutuplaştıran bu anlayış, doğrudan şiddeti doğuruyor. Özgür Özel’e saldıran meczuplar, bu siyaset anlayışının ete kemiğe bürünmüş halidir. Azmettirenler belli, sahadaki aktörler görev başındadır.
Böyle bir düzende muhalefet etmek, sadece bir fikir mücadelesi değil, aynı zamanda fiziksel bir direniş haline gelmiştir. Demokratik siyaseti savunmak, artık saldırıya uğrama riskini göze almak anlamına geliyor. Bu da göstermektedir ki mesele sadece bireysel güvenlik değil, doğrudan rejim meselesidir.
Türkiye’de artık bir rejim krizi yaşanmaktadır. Bu düzenin adı açık ve net: faşizm.