Okan Bent Önok

Okan Bent Önok

22 Haziran 2025 Pazar

    SİYASET: GÜÇ VE SADAKAT

    SİYASET: GÜÇ VE SADAKAT
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Siyaset çoğu zaman bir fikirler savaşı değil, duyguların yönetilmesi üzerine kurulu bir oyundur. Akılla değil hislerle yürütülür. Bu yüzden siyaset; kitlelerin kolayca yönlendirildiği, kısa hafızalı ve yüzeysel düşünmeye yatkın kalabalıkların peşinden sürüklendiği bir alandır. Bir bakıma, “düşük zekâlıları peşinden koşturma sanatı”dır. Bu tanım sert gibi görünse de Türkiye’de siyasal tarihe şöyle bir göz atmak yeterlidir: Kitlelerin dün alkışladığını bugün yuhaladığı, dün yuhaladığına bugün taptığı sayısız örnek vardır.

    Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve halkının bağımsızlık sembolü olarak tarihe geçmiştir. Onun liderliği, yalnızca bir siyasi başarı değil, aynı zamanda halkın ulusal kimliğini yeniden inşa etmesiyle de büyük bir anlam taşır. Atatürk’ün kimliği ve mücadelesi tartışılamaz. Çünkü Atatürk, kendi halkının özgürlük mücadelesinin lideri, bu topraklardaki egemenlik hakkının simgesidir. Onun liderliği, halkın her zaman savunduğu ve koruduğu bir değerdir. Bugün Atatürk’ü sahiplenmeye çalışanların büyük bir kısmı, onun zamanında karşısında duruyor olsaydı, bu aynı sadakati ve bağlılığı gösteremeyebilirlerdi.

    Atatürk’ün ölümünden sonra, onun mirası, İsmet İnönü’nün liderliğinde farklı bir boyuta taşındı. İnönü, Atatürk’ün devrimlerini yaşatmak ve bu devrimleri halk arasında yaymak için çalıştı. Ancak İnönü dönemi, Atatürk’ün mirasını korumak için mücadele ederken, aynı zamanda siyasi ve toplumsal zorluklarla da yüzleşti. Bu zorluklar, halkın İnönü’yü her zaman sevmesi ya da kabul etmesi anlamına gelmedi. İnönü’nün “Milli Şef” olarak kurduğu yönetim anlayışı, bazı kesimler için baskıcı bir yapıydı. Ancak, o dönemde Atatürk’ün mirasına sahip çıkan ve onu savunan tek lider İnönü’dü.

    Sonrasında Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle Atatürk’ün mirası, bir başka dönemin başlangıcına işaret etti. Adnan Menderes, Atatürk’ün milli değerlerine sahip çıkarken, aynı zamanda laiklik ilkesini giderek daha fazla göz ardı etmeye başladı. Bu yaklaşım, zamanla Türkiye’deki siyasetin yozlaşmasına zemin hazırladı. Menderes’in iktidarı, yalnızca Türkiye’nin ekonomik yapısını değiştirmeye odaklanmamış, aynı zamanda Cumhuriyetin kurucu ilkelerinden, özellikle de Atatürk’ün laiklik anlayışından uzaklaşmaya başlamıştır. Adnan Menderes ve Celal Bayar’ın oluşturduğu Demokrat Parti, Türkiye’deki siyasi yozlaşmanın miladıdır. Onlar, sadece Türkiye’nin ekonomik yapısını değil, siyasetin de çürümeye başlamasını sağladılar. Demokrat Parti, Atatürk’ün devrimlerine sahip çıkarken, o devrimlerin en önemli temel taşlarından biri olan laiklik ilkesini unuttu. Bu, yalnızca Cumhuriyetin temel değerlerine değil, aynı zamanda toplumsal yapıya da büyük zararlar verdi.

    Adnan Menderes ve Celal Bayar, iktidarı süresince halkın gözünde popüler olsa da, sonunda kendi sonlarını hazırladılar. 27 Mayıs 1960 darbesinde, iktidarlarını kaybetmelerinin ardından, toplumun büyük bir kısmı onlara sırtını döndü. Güçlerini kaybettiklerinde, onları alkışlayanlar bir anda kayıtsızlaşarak, darbecilere destek oldular. Menderes ve Bayar’ın mirası, Türkiye’deki siyasi yozlaşmanın öncüsü oldu. Onlar, siyasetin güce dayalı yozlaşmasını hızlandıran liderlerdi. Demokrat Parti’nin iktidarı, Türkiye’deki siyasi çürümeyi bir dönüm noktasına taşırken, bu yozlaşma günümüz Türkiye’sine kadar uzanmıştır.

    Benzer bir durum Kürt siyaseti açısından da geçerlidir. Abdullah Öcalan, bir dönem pek çok Kürt için “özgürlük” mücadelesinin simgesiydi. Fakat zamanla yeni kuşaklar için Öcalan geri planda kaldı. Yerine Selahattin Demirtaş gibi yeni liderler geçti. Demirtaş; genç, esprili, halkla iç içe, şiir yazan, sanatla barışık bir lider profili çizerek, hem Kürt halkı hem de şehirli demokrat kesimlerde büyük bir sempati topladı. 2015 seçimlerinde “seni başkan yaptırmayacağız” çıkışıyla bir anda ülke gündemine oturdu. Ancak süreç ilerledikçe ve siyasi iklim değiştikçe, onu da unutanlar, hatta eleştirenler arttı. Dün umut yüklenen kişi, bugün yalnız bırakılabiliyor. Bu da gösteriyor ki, sadakat ilkeli değil, geçici bir duygu durumudur.

    Kemal Kılıçdaroğlu’nun başına gelenler de bu döngünün taze örneklerinden biridir. 2023 seçimlerinde “Gandhi Kemal” denildi, umutlar ona bağlandı, “her şey çok güzel olacak” sloganıyla ülke çapında bir beklenti yaratıldı. Ancak seçim kaybedilince aynı kitleler tarafından sosyal medyada alaya alındı, “şamaroğlanı”na dönüştü. Dün “kurtarıcı” ilan edilen kişi, bir gecede “beceriksiz” ilan edildi. Çünkü bu toplumda siyaset, liderlerin nitelikleriyle değil, duyguların iniş çıkışıyla ölçülüyor.

    Ekrem İmamoğlu da benzer bir çizgide ilerliyor. Bugün onun etrafında duygusal bir destek var. Ancak bu desteğin ne kadar sürdürülebilir olduğu, geçmiş örneklere bakıldığında büyük bir soru işaretidir. Siyasi liderler, kitlelerin gözünde hızla yüceltilip aynı hızla düşürülebilir. Tarih bununla dolu.

    Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin son yıllarda en çok tartışılan siyasetçilerinden biridir. İktidarının başlarında, halkı arkasına alarak önemli reformlar gerçekleştirmiş, ancak zamanla siyasi rakiplerini ve eleştirmenlerini susturan, muhalefeti dışlayan bir yönetim tarzı benimsemiştir. Bugün ise, eski destekçilerinden bir kısmı, Erdoğan’ın otoriterleşen yönetimini eleştiriyor ve bir zamanlar ona duydukları hayranlık hızla yerini tepkiye bırakıyor. Erdoğan’ı kutsayanlar, gelecekte belki de aynı hızla onun karşısına geçebilir. Bu da siyasetin güce dayalı yozlaşmasının ve sadakatın ne kadar dengesiz bir ilişkide olduğunun bir göstergesidir. Erdoğan’ın iktidarına gösterilen sadakat, tıpkı geçmişteki örneklerde olduğu gibi, güç kaybı ile birlikte hızla değişebilir. Bu, Türkiye’de siyasetin nasıl şekillendiğini, liderlerin güce dayalı sadakatin ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor.

    Adnan Menderes örneği ise adeta ders niteliğindedir. İktidarda olduğu dönemde onu yere göğe sığdıramayanlar, gücü arkasına aldığında alkış tutanlar, 27 Mayıs 1960 darbesinde onu deviren cuntaya da aynı şekilde alkış tuttular. Dün Menderes’i omuzlarda taşıyanlar, sonra darağacına gönderilmesine ses çıkarmadılar. Güç değiştiğinde sadakat yön değiştirdi. Ne demokrasi kaldı ortada, ne vicdan, ne ilke… İşte bu, gücün ve sadakatin ne kadar dengesiz bir ilişki kurduğunun ve aslında kitlelerin duygusal yönlendirmeleriyle ne kadar kolay manipüle edilebileceğinin bir örneğidir. Güç değiştikçe değerler de değişiyor, bir zamanlar alkışlanan kişi, bir anda herkesin sırtını döneceği bir hedef haline geliyor.