22 Haziran 2025 Pazar
Berlin'de on binlerce kişi "Gazze için birlikte" yürüyüşüne katıldı
Hamburg’da Tiyatro 4 Çeyrek’ten Unutulmaz Gala: “Boşver Be Doktor” Ayakta Alkışlandı
FERDİ ZEYREK´İ YAŞATMAK!
HASAN ALİ YÜCEL, CAN YÜCEL VE GAZİ YAŞARGİL´İN YOL AYRIMI
BİRLİĞİMİZİ GÜÇLENDİRELİM!
İSRAİL-FİLİSTİN SAVAŞINDA TÜRKİYE´NİN TAKINMASI GEREKEN TAVIR
Bir ülke var. Bu ülkenin başında bir grup insan var ki, maşallah ne yapsalar yanlış olmuyor. Her ihaleyi tanıdıklara vermek mi? Vatan sevgisinden. Kasayı boşaltıp Katar’la dostluk kurmak mı? Jeopolitik deha. Yargıyı, medyayı, üniversiteleri yandaşlarla doldurmak mı? Milli menfaat.
Ama asıl yetenekleri başka bir yerde yatıyor: Bu kadro, öyle maharetli ki, her sabah uyandıklarında ilk işleri “Bugün hangi muhalifi hain ilan edelim?” oluyor. Yetmezse “hırsız” etiketi de bedava. Nasıl olsa halkın hafızası balık gibi, değil mi?
Bir düşünün: Ülkeyi yönetenler ülkenin tüm kaynaklarını kendi çevresine akıtmış. Devlet ihaleleri, arsa tahsisleri, kamu atamaları… Hepsi aynı kişilere, aynı ailelere, aynı holdinglere. Ama işin ilginç yanı şu ki, hırsızlık yapanlar değil, “Bunlar hırsız” diyenler suçlu. Ne de olsa en iyi savunma saldırıdır, değil mi?
Üstelik bu koalisyon öyle bir koalisyon ki, “Milli birlik” adı altında birleşmiş ama ortak paydaya bakıyorsun: Ceplerin derinliği. Ne ideoloji var ne ahlak; sadece çıkar ve ihale. Yine de adına “Beka Meselesi” deniyor. Ülkenin bekası değil ama koltuğun bekası elbette.
Bu arada muhalefet? Onlar zaten sabah akşam hain. Yetmedi mi? Biraz da dış güçlerin piyonu. Yok, hâlâ yetmediyse… Zaten din düşmanı, terör sevici, anarşist, LGBT lobisi, sokak köpeği sevici falan filan. Ne ararsan var. Hatta muhalefet nefes alıyorsa bile bu bir komplo olabilir. Aman dikkat!
Ekonomi dersen? O konuda da işler yolunda! Enflasyon yüzde bilmem kaç, genç işsizlik rekor kırıyor, etin kilosu altınla yarışıyor. Ama endişeye mahal yok: Çünkü bu yönetim her şeyi dış güçlere bağlayabiliyor. Dolar artarsa “Londra tefecileri saldırıyor”, domates pahalanırsa “halci terörü”, maaşlar erirse “küresel kriz.” Peki iktidarın hiç mi suçu yok? Elbette yok! Çünkü onlar bu ülkeyi kurtarıyor.
Şimdi biraz da toplumun ruh haline bakalım. İnsanlar sabah kalkıyor, işe gitmeden önce sosyal medyada kendisini hain ilan eden trollerin yorumlarını okuyor. Öğle arasında doların 30 lira olduğunu öğreniyor. Akşam eve gelip mutfakta hiçbir şey olmadığını görünce “Acaba ben mi vatan haini oldum?” diye sorguluyor.
Ama iktidarın elinde çok güçlü bir silah var: Yalan. Damarına kadar işlenmiş, gece gündüz yayılan, televizyonda, gazetede, camide, kürsüde tekrar edilen bir yalanlar silsilesi. Bu yalanların içinde öyle bir formül var ki, hem halkı korkutuyor hem muhalefeti susturuyor. Formül şu:
“Biz gidersek ülke biter.”
Tabii gerçek şu: Asıl bunlar kalırsa ülke bitiyor. Ama kim gerçekleri umursuyor ki? Önemli olan diz çökmek, biat etmek, üç kuruşluk ihale kapmak ya da bir müsteşarın akrabası olmak. Çünkü liyakat bu coğrafyada bir süredir sadece bir dedikodudan ibaret.
Şimdi sıkı durun: Tüm bu kepazelik, tüm bu rezillik ortada yaşanırken; bu ekibin hâlâ utanmadan, sıkılmadan muhalefeti “ahlaksızlıkla” ve “yolsuzlukla” suçlaması yok mu… İşte asıl sanat burada başlıyor! Bu bir tür politik illüzyon. David Copperfield falan halt etmiş. Adamlar kasayı boşaltıyor ama “kasayı soymak isteyenlere dikkat” diyor.
İşte bu yüzden soruyu tekrar soralım: Bir ülkeyi hırsızlar ve hainler yönetirse ne olur?
Cevap basit: Önce herkes susar. Sonra alışır. Sonra siner. Sonra herkes aynı dili konuşmaya başlar: “Aman ses etme, başımıza iş gelir.” İnsanlar eleştirmek yerine “yeni araba aldım mı?”ya odaklanır. Komşusunun değil, kendi konforunun peşine düşer. Çocuklar günde bir öğünle büyürken, televizyonlarda saray sofraları döner. Gazeteciler cezaevinde, hırsızlar holding yönetiminde yer alır. Hainlik artık suç değil, unvandır.
Ama her masalın bir sonu vardır. Gün gelir, bir çocuk televizyona bakar ve sorar:
“Baba, biz neden açız?”
İşte o zaman, halkın içindeki çürümüş sessizlik çatlamaya başlar. Çünkü açlık, en büyük uyanıştır. Ve halk, o çok övdükleri “sopa”yı eline alır.
Ama bu sopa bildiğiniz sopa değil. Ne fiziki bir şiddet, ne illegal bir başkaldırı. Bu sopa, bir oy pusulası olur bazen. Bazen bir meydanda açılan pankart, bazen korkmadan konuşan bir öğretmen, bazen istifa eden bir memur, bazen hayır diyen bir genç. O sopa indirildiğinde, saraylar sarsılır, çeteler dağılır, yalanlar bozulur.
Çünkü halk, bir gün mutlaka uyanır. Ve o gün geldiğinde artık kimse “hain” kelimesinden korkmaz. Çünkü gerçek hainin kim olduğunu herkes bilir.
Ve sonra ne olur?
Ülke yeniden doğar. Ahbap çavuş düzeni sona erer. Kimin ne çaldığı, kimin neye ihanet ettiği belgelenir, teşhir edilir, yargılanır. Gerçek vatanseverlik, artık plaketle değil, fedakârlıkla ölçülür. Ve halk, “Biz bu ülkeyi bu hale getirenlere boyun eğmedik” diyerek alnı açık gezer.
Unutmayın: Halk aptal değildir. Sadece sabırlıdır.
Ama sabrın da bir ömrü vardır.