22 Haziran 2025 Pazar
Berlin'de on binlerce kişi "Gazze için birlikte" yürüyüşüne katıldı
Hamburg’da Tiyatro 4 Çeyrek’ten Unutulmaz Gala: “Boşver Be Doktor” Ayakta Alkışlandı
FERDİ ZEYREK´İ YAŞATMAK!
HASAN ALİ YÜCEL, CAN YÜCEL VE GAZİ YAŞARGİL´İN YOL AYRIMI
BİRLİĞİMİZİ GÜÇLENDİRELİM!
İSRAİL-FİLİSTİN SAVAŞINDA TÜRKİYE´NİN TAKINMASI GEREKEN TAVIR
Bu ülkenin insanı bir zamanlar kasaba gitmekten utanmazdı. Alışveriş torbasına birkaç parça kırmızı et koydu mu, “Bugün Allah bereket verdi” derdi. Bayram sabahlarında evlerde kavurma kokusu olurdu, çocuklar sabah namazıyla uyanır, herkesin yüzü gülerdi. Şimdi? Vatandaş kasabın yolunu unutmuş, etin tadını hatırlamıyor. Et dediğin şey artık markette camekânın arkasından sadece bakılan bir lüks. Ama ne gariptir ki, bu ülkede bazıları hâlâ çıkmış, Afrika’ya kurban bağışı istiyor. Üstelik bunu söyleyenler, yıllardır iktidarda oturup kendi halkına eti çok görenler.
Bugün Türkiye’de milyonlarca insan kırmızı eti yılda bir kere, o da kurban bayramında görebiliyor. Oysa Cumhurbaşkanı çıkıp hâlâ “ekonomimiz büyüyor” diyor. Hangi büyüme bu? Kimin ekonomisi büyüyor? Market raflarındaki fiyatlar mı büyüyor, yoksa sarayların altın varaklı perdeleri mi? Kasaptan et almayı unutan milletin önüne şimdi Afrika’daki çocukların görüntülerini koyuyorlar, “Bakın ne kadar şükretmeniz gerekiyor” diye. Ama şükretmek için önce tok olmak gerekir, tok. Bu halk açken, iktidarın şükür çağrısı, açın başına vurulmuş sopadır.
Yıllardır bu ülkeyi yönetenler, yoksulluğu bitireceğiz diye geldiler. Ne yaptılar? Sadaka kültürünü kurumsallaştırdılar. İnsanlar yardım kuyruklarında saatlerce bekliyor, kuru erzak poşeti için birbirine giriyor. Yetmedi, şimdi kurban ibadetini bile PR malzemesine çevirdiler. “Kurbanınızı Afrika’ya bağışlayın” diye kampanyalar yapılıyor. Oysa bu ülkenin kenar mahallelerinde, taşra kasabalarında, emekli köylerinde hala et yüzü görmemiş insanlar var. Komşusu açken Afrika’ya et gönderenin vicdanı yoktur, sadece vitrini vardır.
İktidarın burada iki hesabı var: Birincisi, halkın kendi yoksulluğunu görmesini engellemek. Yani “bakın Afrika daha kötü, siz yine halinize şükredin.” İkincisi ise yardımseverliği vitrin olarak kullanmak. “Bakın ne kadar merhametliyiz, dünyanın dört bir yanına yardım gönderiyoruz.” Ama soralım: Bu halktan zorla kesilen vergilerle yapılan yardımlar mı merhamet? Kendi insanına et yediremeyen bir yönetim başka ülkeye et gönderiyorsa bu yardım değil, reklamdır.
Ekonomi yerle bir olmuş, halk kuru ekmeğe muhtaç hale gelmiş. TÜİK verilerine göre enflasyon %70’lerde; halkın cebinde ise enflasyon %300. Çünkü TÜİK rakam açıklıyor, market ise gerçekleri söylüyor. Tarım çökmüş, hayvancılık bitmiş, samanı bile ithal eder hale gelmişiz. Ama çıkıp “dünyaya yardım ediyoruz” diyorlar. Önce bu ülkenin açını doyur. Önce kendi vatandaşına reva gördüğün hayatı düzelt. Sen saray sofralarında yüz çeşit yemekle otururken, bu halk kırık yumurtayla çocuk doyurmaya çalışıyor.
İktidar, yardımseverliği kendi hatalarının kalkanı haline getirmiş durumda. Yıllardır uyguladıkları yanlış ekonomi politikalarıyla halkı fakirleştirdiler. Tarım kredilerini zengin yandaşlara verdiler, köylüyü borçla boğdular. Hayvancılığı desteklemediler, et ithalatına yöneldiler. Şimdi de “neden et bu kadar pahalı?” diye soranlara Afrika’dan yardım gönderme masalı anlatıyorlar. Bu halk masal değil, et istiyor. Gerçek et. Sofrasına koyabileceği, çocuklarına yedirebileceği, onurla alabileceği et.
Kurban ibadeti, toplum içindeki dayanışmayı güçlendirmek içindir. Önce yakınındaki ihtiyaç sahibini gözetmek gerekir. Ancak bugün kurban ibadeti bile, iktidarın propagandasına malzeme olmuş. Afrika’ya bağış yapan vatandaşın ismini anons eden videolar, kesim sahneleri, dua eden çocuk görüntüleri… Hepsi birer reklam. Yardım adı altında gösteriş. Yardım gizli yapılır. Yardım gösterilmez, yayınlanmaz. Bu yapılan, yardımı değil, halkı aldatmayı amaçlıyor.
Ve bu propaganda ne yazık ki tutuyor. Çünkü halk aç, ama yine de inançlarıyla oynandığı için sesini çıkaramıyor. Çünkü biri çıkıp “Afrika’daki çocuklar et yiyor, sen de bu sevaba ortak ol” dediğinde, vatandaş hem iç huzur buluyor hem de sorunun esas kaynağını unutuyor. Sorunun kaynağı ne? Onu da söyleyeyim: Saray rejimi. Rant ekonomisi. Yandaş zenginleştirme düzeni. Kendi ülkesinin etini yabancıdan alan, samanı ithal eden, halkını kuyruklarda bekleten bu iktidar düzenidir.
Vatandaş artık kırmızı eti unutmuş. Etin tadı, rengi, kokusu anılarda kaldı. Bu sadece ekonomik bir sorun değil; bu, sosyal bir yaradır. Çünkü sofrasında et olmayan bir toplum, bayramı da kutlayamaz, gelecekten de umutlanamaz. Etin olmadığı sofralarda kavurma pişmez, umut da tükenir. İktidar ise bu tükenmişliğin üstünü Afrika masallarıyla örtmeye çalışıyor. Ama nafile. Halk her geçen gün biraz daha uyanıyor. Çünkü açlık, en büyük öğretmendir.
Bugün Türkiye’de kurban bayramı yaklaşırken, halkın büyük çoğunluğu hayvan değil, borç kesecek. Marketten değil, pazardan değil; kredi kartından et alacak. Sonra da televizyonda Afrika’ya kurban gönderen yardım kuruluşlarının reklamlarını izleyip iç geçirecek. Oysa vicdan, önce en yakındakini görmeyi gerektirir. Bir yönetim kendi halkını unutmuşsa, artık ne inançtan ne de adaletten söz edilebilir.
İşte tam da bu yüzden bu halk artık uyanmalı. Artık kendisine bu yokluğu reva görenleri sorgulamalı. Kurban ibadetini bile ranta çeviren bu zihniyetten hesap sormalı. Çünkü bu ülkede önce kasabın yolunu hatırlamalıyız. Önce sofraya et koymayı becermeliyiz. Gerçek bayram, milletin sofrası dolduğunda olur. Aksi halde Afrika’ya kurban gönderirken, kendi evladına kuru ekmek yediren bu düzene ancak tek kelimeyle karşı çıkılır: Yazık!