22 Haziran 2025 Pazar
Berlin'de on binlerce kişi "Gazze için birlikte" yürüyüşüne katıldı
Hamburg’da Tiyatro 4 Çeyrek’ten Unutulmaz Gala: “Boşver Be Doktor” Ayakta Alkışlandı
FERDİ ZEYREK´İ YAŞATMAK!
HASAN ALİ YÜCEL, CAN YÜCEL VE GAZİ YAŞARGİL´İN YOL AYRIMI
BİRLİĞİMİZİ GÜÇLENDİRELİM!
İSRAİL-FİLİSTİN SAVAŞINDA TÜRKİYE´NİN TAKINMASI GEREKEN TAVIR
Türkiye’de siyaset, giderek sadece seçimler üzerinden değil, zihinlerin nasıl şekillendiği üzerinden tanımlanıyor. Bir ülkenin kaderi, halkın oylarından çok o oyların hangi bilinçle verildiğiyle belirlenir. Bugün Türkiye’nin yönetiminde etkili olan AKP-MHP ittifakı, yalnızca siyasi bir koalisyon değil; bir zihniyetin, daha doğrusu bir zihinsel yozlaşmanın ürünüdür. Bu yozlaşma cehaletle beslenmiş, fanatizmle kutsanmış, korkuyla tahkim edilmiştir.
Cehalet, yalnızca eğitimsizlik değildir. Bu, en hafif hâlidir. Gerçek cehalet, öğrenmeye direnen, bilgiyi tehdit olarak gören, kendisine sunulan ezberleri mutlak hakikat sanan bir zihinsel kapanmadır. Türkiye, uzun yıllardır planlı bir şekilde bu zihin formuna sürüklenmiştir. Eğitim sistemi müfredatla, sınav sistemiyle, liyakatsizlikle çökertildi. Bilimsel düşünce geri itildi, sorgulama kabiliyeti köreltildi. Genç nesiller tarih, felsefe, edebiyat bilmeden; sadece “nasıl biat edilir”i öğrenerek yetiştirildi.
İşte bu ortamda doğan siyasi yapılar, cehaleti bir halkla ilişkiler stratejisine dönüştürdü. AKP, 2002’de iktidara gelirken değişim, adalet ve kalkınma vaat etti. Ancak zamanla iktidarını korumanın yolunun bilgiyle değil, biatla mümkün olduğunu fark etti. Bilgili bireylerin talepkâr olacağını, sorgulayacağını, hesap soracağını biliyordu. Bu yüzden bilgiye değil, itaate yatırım yaptı. Medya tekelleşti, üniversiteler susturuldu, eğitim dini motiflerle örüldü. “Düşünen insan tehlikelidir” algısı devlet politikası hâline geldi.
Fanatizm ise bu cehaletin silahıdır. İktidar, cehaleti fanatizmle korumayı başardı. Fanatizm sadece dinî bir körlük değildir; aynı zamanda milliyetçilik, partizanlık ve lidere tapınma şeklinde de tezahür eder. AKP ve MHP, bu fanatizmi stratejik olarak inşa etti. Erdoğan, bir siyasetçiden ziyade kutsal bir dava adamı olarak sunuldu. Ona itaat etmek, dine hizmet etmekle eş tutuldu. MHP ise bu yapıya “devletin bekası” söylemiyle ideolojik bir sertlik kazandırdı. Böylece ortaya eleştirilemez, dokunulamaz, sorgulanamaz bir iktidar yapısı çıktı.
Toplumun önemli bir kesimi bu zihinsel düzleme teslim olmuş durumda. Sokaktaki vatandaş hayat pahalılığından şikâyet ediyor, adaletsizlikten yakınıyor, yoksulluğun pençesinde kıvranıyor. Ama aynı vatandaş, oy verirken hâlâ “bu adamdan başkası ülkeyi yönetemez” diyor. Çünkü zihin, yıllardır korkuyla, propagandayla, dinî-millî ezberlerle örülmüş. Oyun kuralı şu: Aç kal ama sadakat göster. Ezil ama muhalif olma. Çalıyor ama çalışıyor algısı, aslında ahlaki çürümenin, sorgulama yetisinin yitiminin bir özetidir.
Bu manzaranın tarihsel kökleri de var. Osmanlı’nın son döneminde halk kitlelerinin büyük çoğunluğu okuma yazma bilmezdi. Saraya ve dine körü körüne bağlıydılar. Cumhuriyet, bu cehaleti yıkmak için devrimler yaptı. Harf inkılabı, eğitim reformları, laikleşme adımları hep halkın zihnini özgürleştirme çabasıydı. Ancak çok partili hayata geçişle birlikte bu kazanımlar yavaş yavaş geri itildi. Sağ popülist partiler, halkın dinî ve geleneksel hassasiyetlerini kullanarak oy toplamayı öğrendi. AKP, bu yöntemi bir sistem hâline getirdi. Bugün geldiğimiz noktada ise bu zihniyet, sadece bir yöntem değil, bir rejime dönüşmüş durumda.
Fanatizm öyle bir hal aldı ki, insanlar artık gerçeği duymak istemiyor. Yalan, onlar için gerçeğin yerine geçti. Medyada günde kırk kere tekrarlanan “ekonomi şahlanıyor”, “dış güçler saldırıyor”, “beka meselesi” gibi ezberler, yoksulluğun üstünü örtüyor. Yargı bağımsızlığının kalmadığı, üniversitelerin susturulduğu, gazetecilerin hapse atıldığı bir ülkede insanlar hâlâ “özgürüz” diyebiliyor. Bu, cehaletin değil, cehaletin ideoloji hâline gelmiş hâlinin sonucudur.
Oysa hâlâ ayakta duran, direnen bir Türkiye de var. Fikri özgür, sorgulayan, okuyan, sanatla ilgilenen, bilimsel düşünceye inanan bir kesim… Ne yazık ki bu kesim dağınık, örgütsüz ve siyaset üretme kapasitesi kısıtlı. Entelektüel sermayesi yüksek olan bu insanların, siyasi temsil araçları zayıf. Ayrıca bu insanlar, biat kültürüne alışkın olmadıkları için lider kültü etrafında birleşemiyor. Bu da cehalet ve fanatizmle yönetilen kitleler karşısında onları güçsüz kılıyor.
Türkiye’nin kurtuluşu bir seçim zaferinden geçmiyor. Bu ancak zihinsel bir devrimle mümkün. Eğitimde köklü reformlar yapılmalı. Medya özgürleştirilmeli. Düşünce suçu ortadan kaldırılmalı. Toplum yeniden felsefeyle, sanatla, bilimle buluşturulmalı. Ekonomik refah adilce paylaştırılmalı, sosyal adalet sağlanmalı. Ancak bu sayede cehaletin ve fanatizmin zehirlediği bu topraklarda yeniden sağlıklı bir toplum inşa edilebilir.
Unutulmamalıdır ki; cehalet ve fanatizm, yalnızca bireyleri değil, bütün bir ülkeyi karanlığa sürükler. Ve bu karanlık, ancak cesur insanların taşıdığı bir meşale ile aydınlatılabilir.