Hasan Arslan

Hasan Arslan

22 Haziran 2025 Pazar

    1950-1960 VE 2001-2025 ARASI TÜRKİYE BENZERLİKLERİ

    1950-1960 VE 2001-2025 ARASI TÜRKİYE BENZERLİKLERİ
    1

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    DP yönetime geldiğinde ben; daha 1 yaşındaydım.

    1957 seçimlerini anımsıyorum. Ondan öncesi yok bende, okuduklarımın dışında.

    50’li yıllar Türkiye’si hakkında bir şeyler okurken, annem ve babamın alyanslarını vererek ve ne yazık ki; bizim koruyup bugüne taşıyamadığımız birer 27 Mayıs yüzüğü aldıkları 27 Mayıs darbesi gerçekleşinceye kadar yaşananları bir kez daha anımsayınca gördüğümüz şey şaşırtıcı benzerliklerdir.
    Çok uzun yazmamaya çalışacağım.

    Uzun bulanlar okumayı bırakabilirler.

    Kimse darbe çağrısı ya da darbe güzellemesi yaptığımı falan düşünmesin!

    Askeri darbelerin bu ülkeden neler götürdüğünü biliyorum.
    1950 yılında; Demokrat Parti, ilk kez uygulanan tek dereceli, gizli oy, açık sayım ve çoğunluk sistemine göre yapılan genel seçimde söz verdikleriyle, halktan ülkeyi yönetmek için yetki alarak ülkenin başına geçti.

    CHP için; kendileri açısından, tam bir yıkımla sonuçlanan bu seçimlerden hemen sonra DP Genel Başkanı CELAL BAYAR partisinden ayrılarak cumhurbaşkanı oldu,

    Yerine yaptıklarıyla ileride adından çokça söz ettirecek olan ADNAN MENDERES geldi.

    Sanırım; siz de hemen, ABDULLAH GÜL ve RECEP TAYYİP ERDOĞAN adlarını getirdiniz akıllarınıza.
    Demokrat parti daha iktidarının ilk günlerinde ordunun üst kademesiyle ciddi tartışmalar yaşamaya başladı.

    Verdiği sözler arasında yer alan ordunun yeniden düzenlenmesi, askeriyenin eskimiş köhne binaların hızla yenilenmeleri çalışmalarına hız verilmesi, CHP yönetiminde yürürlüğe giren ve demokrasi karşıtı olarak kabul edilen kimi uygulamalardan vazgeçileceği gibi konular; askerler tarafından, büyük bir hoşnutlukla karşılanmasına karşın, ne yazık ki; uygulamada hiçbir adım atılmadı.

    Ordu içinde, üst katmanlarda, ciddi, görevden almalar oldu.
    Demokrat Parti; yönetiminde, orduya çekidüzen(!) veriyordu.
    Burada IŞIK KOŞANER ve kuvvet komutanlarının işi bırakmaları aklınıza gelecektir hemen.
    Demokrat Parti, dini konularda da sert çıkışlar yapıyordu.

    18 Temmuz 1932 tarihinde çıkan kararnameyle Türkçe olarak okunan ezan, yeniden Arapça olarak okunmaya başlandı.

    1960 yılına gelindiğinde Türkiye’nin bir daha adını hiç unutmayacağı ALPARSLAN TÜRKEŞ; bu duruma ”İhanete başladılar.” sözüyle tepki gösterdi.
    DP yönetiminin, kaça mal olursa olsun, sözünü dinletmeye çalıştığı kurumlardan birisi de üniversitelerdi.

    Yapılanları eleştiren akademisyenlere kara cübbeliler deniliyordu.

    Üniversitelerde yaşanan olayların basın tarafından haber yapılması yasaklandı.

    Bu; tek sözcükle sansürdü.
    Bugün buna yayın yasağı diyorlar.
    Parasal açıdan yaşanan cicim ayları da sona ermeye başlamıştı artık.

    Marshal Planı’yla alınan yardımlar, krediler suyunu çekmeye başlamıştı.

    Karşılıksız para basmalar, dışalım kapılarının ardına kadar açılması, fakat dışsatımın aynı hızda düşmesiyle dengeler değişmeye başladı.
    Bu kez DP; yönünü SSCB – Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne çevirdi.

    Dost ve müttefik (!) ABD’yle, ilişkilere nedense ara verildi.
    1957 seçimlerine gelindiğinde; DP artık, güç yitirdiğinin farkındaydı.

    Buna bir çözüm bulunmalıydı.

    Neler mi yaşandı o dönem?

    Bunları madde madde yazalım:
    *Toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasaklandı.
    *Siyasi partilere, diğer partilerle ortak olarak seçime girme, karma liste yapma ve aday gösterme konularında yasaklar ve yeni kısıtlamalar getirildi.
    *Yapılan düzenlemelerin getirdiği yetki ile seçmen kütüklerinde oynama, seçim sandıklarında hileye gidilmesine neden oldu.
    *Yine yapılan bu değişiklikler ile o zamanlar en aktif yayın organı olan radyolar birer propaganda organı durumuna getirildi.
    *Bu değişikliklerle seçim sonuçlarının radyodan iktidar lehine duyurulması üzerine CHP; sandık başında kazandığını ileri sürdüğü seçimlerin radyo ve gazetelerden iktidar lehine çevrildiğini söyledi.

    *Gazeteler kapatıldı, gazeteciler hapse atıldı.

    *Son Havadis Gazetesi parti organı görevini üslendi.

    Ayrıntılı olarak 54 ve 57 seçimlerini karşılaştırmalı olarak inceleyebilirsiniz.
    *Seçim çalışmaları için Uşak’a giden CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, saldırıya uğrayıp taşlandı.
    *İl kongresine katılmak için Kayseri’ye giden İsmet İnönü’nün treni, dönemin valisi tarafından durduruldu.
    Bu tren durdurma o kadar büyük yankı uyandırdı ki; 1961 Anayasa’sına eklenen 109. maddenin; Millet Meclisi genel seçimlerinden önce, adalet, içişleri ve ulaştırma bakanları çekilir maddesinin nedeni oldu.
    *1960 yılının nisan ayında; TBMM’de, gazete ve dergilerin yıkıcı, gayrimeşru ve kanun dışı işlerini inceleyerek meclise bildirmek için Tahkikat Komisyonu kuruldu.

    Şimdilerde İletişim Başkanlığı, Bimer, Cimer, RTÜK var.
    *27 Nisan 1960 günü, bu tahkikat komisyonu; ismet İnönü’ye, bu komisyonu eleştirdiği gerekçesiyle, 12 oturuma katılamama cezası verildi.

    *İnönü; meclisten, iktidar milletvekilleri tarafından zorla çıkarıldı.
    *28 – 29 Nisan olaylarında; öğrenci gösterilerinde, TURAN EMEKSİZ, polis kurşunuyla öldürüldü.
    Sonra ne oldu biliyor musunuz?

    Darbe illeti, bir kâbus gibi çöktü milletin üzerine.

    Türkiye’de ilk kez; askerler yönetimi devraldılar ve demokrasi rafa kaldırıldı.

    Türkiye siyasî idamları gördü.

    Cumhuriyetimiz derin yaralar aldı.

    Anayasal tüm haklar askeri cuntanın iki dudağının arasındaydı artık.

    Bugün; tek kişinin dudakları arasındadır.
    Bu kadar benzerliği görünce şaşırmamak olanaksız.

    Her ne denli; “Teşbihte hata olmaz, hatasız da teşbih olmaz!” denilse de…

    Adlar değişik olsa da tüm yaşananlar aynı,

    Tüm tepkiler aynı. Tüm yasaklar aynı.

    Aklın, bilimin, mantığın devre dışı bırakılışı aynı.
    Aynı kötü günlerden geçiyoruz,

    Halk bu nedenle sokaklarda, alanlarda…

    Gençlik yönetimin ve devrimlerin gerçek sahibi olduğunun bilinci ve sorumluluğunda…