Hasan Arslan

Hasan Arslan

22 Haziran 2025 Pazar

    ULUSUMUZUN EN TALİHSİZ GECESİ

    ULUSUMUZUN EN TALİHSİZ GECESİ
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Çok yazı, çok kitap okudum Nâzım’ın yaşamı üzerine yazılan.

    Ama; aşağıda yazdıklarımı, inanın, ilk kez okudum.

    Yurtsever bir Türkiye ve dünya şairi olan Nâzım Hikmet;

    “1902’de doğdum. Doğduğum şehre dönmedim bir daha. Geriye dönmeyi sevmem.” diye başlatır yaşam öyküsünü.

    1917’de, ittihatçı Cemal Paşa’nın, dedesi Hikmet Bey’i inandırmasıyla, Bahriye Mektebi’ne girer ve “Ben bir deniz tutkunuyumdur.”  diyen Nâzım, deniz subayı olur.

    Ama; zatülcenp; ateş, titreme, göğüs ağrısıyla kendini gösteren, akciğer zarı yangılanması, satlıcan hastalığı nedeniyle askerlikten çıkarılır, deniz subayı olamaz.

    Bu ulusal duyguları yüksek, aynı zamanda özgürlükçü ailenin bireyidir Nâzım.

    Hatta şöyle bir söylenti vardır:

    Oturdukları evin karşısında oturan Fransız askerleri, saygısızca, bağırıp çağırarak, küfür ederek mahalleliyi bezdirirler. O sırada dışarıdan gelen tangır tungur sesler, mahalleliyi sevindirir. Türk askeri geldi sanırlar. Oysa; balkonda bir kadın, tencere ve kapağı birbirine vurmaktadır.

    “Tencere tava, hep aynı hava!” denen şeyi bir kadın başlatmıştır.

    Adı Celile olan bu kadın, ressamdır ve Nâzım Hikmet’in annesidir.

    Bakın; örneğin, ben aşağıda yazdıklarımı bugüne değin bilmiyordum.

    Bu duygularla yetişen Nâzım, Kurtuluş Savaşı başladığında Anadolu’ya geçmek ister.

    Dayısı Ali Fuat Paşa’nın (Ali Fuat Cebesoy) da desteğiyle, Karakol’dan birileriyle ilişki kurar. Kuşatmacılara ve saray hafiyelerine yakalanmamak için Karakol’daki ulusalcı, gizli bir polisin önerisiyle, yumurta satıcısı olarak İstanbul’dan çıkış izni alır. Üç arkadaşıyla birlikte Yeni Dünya vapuruna binerek İnebolu’ya giderler. Ankara’ya gitme izni salt kendisine ve Vâlâ Nureddin’e çıkar. Yolculukta şunu der:

    “İki arkadaş tuttuk dağlara giden yolu. Öyle yükselmişiz ki; sahilde İnebolu. İnce sokaklarıyla ufaldıkça ufaldı. Minareler bir çizgi, camiler nokta kaldı.”

    Mustafa Kemal’in huzuruna çıktığı ânı şöyle anlatır:

    “Sert bir mavilik gördüm.

    Sonra bir altın sarısı,

    sonra ak eller…”

     Vâlâ Nureddin, elini öpsem mi diye düşünür.

    Gururlu Nâzım; bu harekete kızar diye korkar ve öpmez.

    Mustafa Kemal; yoğun günlerde genç şairlerle yaptığı kısa görüşmede, o meşhur sözünü söyler:

    Gayeli şiirler yazınız! „

    İnebolu’da 25 gün kalırlar. Orada sosyalist düşüncelere sahip Spartakistlerle tanışırlar. Bolu’da öğretmenlik döneminde de bu iletişimleri sürer.

    ***

    AÇLIK GREVİ

    Nâzım; cezaevinde pek çok hastalıkla savaşır.

    Hatta şöyle bir cümlesi var Mehmet Fuat’a mektubunda:

    “Beni sorarsan, karaciğer, safra kesesi, göğüs ağrıları ve mide bozukluğu bir yana bırakılırsa demir gibiyim.”

    Çevresindekileri üzmemek için hep iyi olduğunu söylese de; içeride Bedrettin Destanı’ndan Ferhat ile Şirin’e, Memleketimden İnsan Manzaraları’ndan Kuvâyi Milliye Destanı’na nice şaheserler yaratsa da; artık dayanacak gücü kalmamıştır.

    Meclis’e gelen af tasarısında Nâzım’ın çıkmasını engelleyen bir madde olduğunu öğrenince, 1950’de açlık grevine başlar.

    “Canımı dilekçeme pul olarak yapıştırdım.” der.

    Kampanya büyür, ülkeye yayılır, Adana’da Nâzım şiirleri okuyan işçiler gözaltına alınır.

    Hemen ardından yazar Kemal Sadık Göğceli, Yaşar Kemal tutuklanır.

    Salt Yaşar Kemal değil, pek çok yazar ve şair de o günlerde Nâzım’a destek olurlar.

    Açlık grevi ülke gündemindeyken 9 Mayıs 1950 sabahı, gözleri çok az gören yaşlı bir kadın, elinde bir levhayla Kadıköy iskelesine yanaşır. Levhayı taşıyamaz ve oradan bir gence rica eder. İnsanlar etrafında toplanırlar. Yaşlı kadın; gözleri görmediği için, zor yürüyerek, oradakiler seslenir:

    “2 gündür bir şey yemedim, sadece günahtır dedikleri için su içtim. Oğlum Nâzım Hikmet için açlık grevindeyim. Oğlum açlıktan ölecekse, ben de ölmek istiyorum. Merhameti olanlar İmza versin.”

    Ressam Celile Hanım gözaltına alınır.

    ***

    MENDERES VE AMERİKANCILIK

    Adnan Menderes Hükümeti; her ne kadar ayak direse de, bir süre sonra Nâzım’ı serbest bırakmak durumunda kalır.

    Ancak; bu kez de, şairi askere almaya çalışırlar.

    Üstelik hastalığı nedeniyle subay olamamış bir bahriyeliyi, yıllar sonra, türlü başka hastalıklarla boğuşurken…

    Menderes’in amacı bellidir.

    Askere gitmezse; kendisini asker kaçağı diye halkın gözünden düşürmek, giderse de orada başına bir şeyler getirip kendisinden kurtulmak!

    Ancak; Nâzım bu korkuya teslim olmaz ve Menderes’e, Amerikancılığı, vatanın satılmasına karşı duruşunu yükseltmeyi sürdürür.

    Bu kez de; Münevver’le yürürken, bir otomobil, hızla üstlerine gelir. Nâzım, Münevver’i yana iter, kendi de öte tarafa fırlar. İkisi de kurtulurlar.

    Nâzım, Türkiye’de yaşayamayacağını anlayınca Sovyetler Birliği’ne gitmek zorunda kalır.

    Bu kaçışın nasıl gerçekleştiğini de konuyla ilgili olanlar bilirler.

    Nâzım özgürdür artık ama; oğlu Memet’e ve Münevver’e hasret kalır. Hemen ardından vatandaşlıktan da, bakanlar kurulu kararıyla çıkarılan şair ülkesine, “Alnımın çizgilerindesin memleketim” diye seslenecektir.

    Buraya kadarını ben de biliyordum. Ama; Nâzım’ın Adnan Menderes’e yazdığı şu şiiri, bu yaşımdayım, ilk kez gördüm, ilk kez okudum.

    „Bir adınız var, Adnan Bey, adımıza benzeyen.

    Dilimiz kuruyor dilimizi konuştuğunuz için.

    Bitten, açlıktan, sıtmadan betersiniz.

    Yüz Türkiye olsa;

    elinizden de gelse,

    yüzünü de zincire vurur,

    yüz kere satarsınız.

    Milletimin en talihsiz gecesi,

    ana rahmine düştüğünüz gecedir. 

    Devamını Oku

    TÜRKİYE PKK TERÖRÜNÜ NASIL SONLANDIRIR?

    TÜRKİYE PKK TERÖRÜNÜ NASIL SONLANDIRIR?
    2

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli; iyi saatte olsunlar çıkışı yaptı ve ortaya terörsüz Türkiye amacını açıkladı. Düğün değil, bayram değilken, DEM PARTİ sıralarına giderek onlara el uzattı. Terör örgütü PKK ile uzlaşma sürecini başlattı.

    „Abdullah Öcalan gelsin, DEM PARTİ grup toplantısında konuşsun. Umut hakkından da yararlansın! “önerisi yaptı.

    PKK; 12. kongresinde bir karar aldı ve bu kararını, devlete meydan okuyan bir anlatımla, bir bildiri olarak kamuoyuyla paylaştı.

    Terörsüz Türkiye; yurttaşlarımızın tümünün onayladıkları, doğru bir amaçtır…

    Ancak; bu amacın nasıl gerçekleştirileceği çok dikkatli planlanmalıdır.

    Terörü sonlandırmanın iki yolu olduğunu söylüyorlar işin uzmanları.

    1. Terörle savaşımı teröristlerle savaşıma indirgemeyen çok yönlü bir planla; bir yandan dağdaki teröristler etkisizleştirilir, öte yandan yeni teröristlerin dağa çıkmaları önlenir. Terör örgütünün dış desteği kesilir. Gücü tüketilen örgüt devletin gücü karşısında diz çöker. Teslim olur Terör suçluları cezalandırılırlar.

    2. Devlet; örgütün istemlerini kabul etme karışığında, silah bırakmasını ister. „Ver; kurtul!“ anlayışıyla terör örgütünün isteklerini yerine getirir.

    Doğru olan birinci yoldur.

    Devlet; terör örgütü ile uzlaşmaz.

    Devletle silahlı çatışmaya giren terör eylemlerinin durdurulması, kural olarak, yenilen örgütten gelir.

    Bu istek devletten gelirse, terör örgütü kendisini yenen taraf olarak görür, devlete meydan okuyan bildiriyi yayına sokar ve bir adım geriye atmaz.

    PKK’nin 12. kongre sonrasında yayımladığı bildiri bu anlayışla yayınlanmıştır ve doğal olarak da tüm yurttaşlarımızın tepkisine neden olmuştur.

    Bu bildiriye yönetim zamanında, olması gereken yanıtı vermemiştir ya da birtakım hesapları nedeniyle verememiştir.

    Ülkeyi yönetenler; terör örgütünün dayatmalarına uygun olacak yasal ve anayasal düzenlemeleri yapmaya ve teröristleri cezasız bırakmaya niyetlidir, kamusal istence karşı, teslimiyetçi bir yaklaşımdadır.

    Böyle anlaşılınca da; “Bunca şehidi neden verdik?, Neden bunca  gazimiz var?”, “Bunca mali yüke neden katlandık?” soruları son derce haklı sorulardır.

    Terör örgütü istediği yasal ve anayasal düzenlemeyi elde etmeyi başarırsa; “Terörle bir yere varılamaz!” demenin de bir anlamı kalmayacaktır.

    AKP-MHP ortaklığının amacı; bunu yaparken terörü bitiren koalisyon olarak siyasal çıkar sağlamaktır.

    Ancak; Cumhuriyet Tarihi‘mize doğru amaca yanlış yoldan gittikleri için, teröre teslim olan koalisyon olarak yazılacaklardır.

    Muhalefet partileri bu yanlışa ortak olurlarsa, onlar da adlarını tarihe kötü harflerle yazdırırlar.

    Düşüncemize göre; terör sorunun çözümünde izlenmesi gereken yollar şunlardır: 

    Sorunu tanımlamak, çözümün nasıl olacağını saptamak, saptanan çözüm yollarını açmak…

    Yanlış tanı konulan sorun çözülemez.

    Terör; çeşitli yönleri olan bir sorundur.

    Terörün silahlı olmasının yanında; toplumbilimsel, ekonomik, ruhbilimsel, yönetimsel, eğitimsel, uluslararası ilişkileri olan yönleri olduğu bilinen bir gerçektir.

    Türkiye’nin terör sorununu; PKK’nin kurulduğu 1978 yılından sıraladığımız diğer, 47 yıldır çözememesinin temel nedeni, terörle savaşımı, teröristlerle savaşıma indirgemesi, sorunun yukarıda sıraladığımız diğer yönlerini dikkate almamasıdır.

    Etkisizleştirdiğiniz dağdaki teröristlerden daha çok terörist dağa çıktıkça sorun çözülemez, yara kangrene dönüşür, kangren olan parçanızı da keserler…

    Doğru olan; dağdakileri etkisizleştirirken yenilerinin dağa çıkmasını engel olacak önlemlerin alınmasıdır.

    Böyle bir plan izlenirse; terör örgütünün gücü, devletin gücü karşısında tükenir.

    Terörle sonuç alamayacağını anlayan terörist kendiliğinden teslim olur.

    Konu; yalnızca, PKK’nin silah bırakması değildir.

    Irak’taki, Suriye’deki, Avrupa’daki uzantıları yaşadıkça terör tehdidi sonlanmış sayılmaz.

    Türkiye’nin yaşadığı terör sorunun baş destekçisi Amerika Birleşik Devletleri-ABD’ye de gerekli ya da zorunlu olan tavır, çok açık biçimde konulmalıdır.

    Ülkemizdeki ABD üsleri kapatılarak, hava alanımızın kullanılması engellenerek örneğin…

    AKP-MHP koalisyonunun terörü sonlandırma planı, ne yazıktır ki; başından eksiktir, yanlıştır.

    Bu planda çatışmayı durdurma çağrısı örgütün değil, açıkça, AKP-MHP koalisyonunundur.

    Terör örgütüyle masaya oturan koalisyon; terör örgütüne,

    “Seni yenemedik, çatışmaları durdur.

    Barışalım.

    Karşılığında ne istersen verelim.

    Benim siyasal çıkarım bunu gerektiriyor.

    Terörü bitiren hükümet olmak istiyorum.” demiştir.

    Bu planı doğru anlayan terör örgütü; kendisini yenen taraf olarak görmektedir.

    Kongre sonrası yayınladığı bildiriyle de koalisyona, dolayısıyla onun yönettiği devlete meydan okudu.

    Bu meydan okuma, haklı olarak, yurtseverleri rahatsız etti.

    Koalisyon; gereken, zorunlu karşılığı veremeyince, siyasal çıkar uğruna terör örgütüne boyun eğince ortaya bu sonuç çıkmıştır.

    Terör Örgütü, koalisyonun hesap ettiği gibi, teslim olsaydı, bildirisinde;

    “Biz devlete karşı silahlı ayaklandık, emperyalistlerin oyununa geldik, pişmanız, özür dileriz, silahlarımızı size teslim ediyoruz, örgütün tüm eylemlerine son veriyoruz, suçumuzun cezasını çekmeye hazırız. “açıklaması yapardı.

    Var mı böyle bir açıklama o bildiride?

    Yok!

    Ama şu var:

    “Biz devletin Kürtleri inkâr ve imha siyasetine karşı haklı bir silahlı savaşım verdik ve kazandık. Şimdi bunun siyasal ve hukuksal sonuçlarını istiyoruz.”

    Bunu sineye çekti koalisyon.

    Terörsüz Türkiye yurttaşlarımızın tümünün, gönülden istedikleri bir sonuçtur.

    Ancak; bu sonucun nasıl elde edileceği, çözüm amacına nasıl, hangi yöntem ve planla ulaşılacağı da önemlidir.

    Terörün tüm boyutlarını kapsayan, silahlı güç yanında, tüm ulusal güç öğelerinin kullanıldığı bir yöntem ve planla terör örgütünün gücü tüketilmeden ve örgüt teslim olmaya zorlanmadan, “Silahlarınızı bırakın ne istiyorsanız verelim!” diyerek; verip kurtulmayı umarsanız, umduğunuz dağlara kar yağar…

    Yineleyelim!

    Çatışmaya son verilmesi isteği, kural olarak, yenilen taraftan gelir.

    Bu istemin devletten gelmesi terör örgütünün kendisini yenen taraf olarak görmesene neden olur.

    Çatışmayı durdurma çağrısı devletten değil, terör örgütünden gelmelidir.

    Devlet; terör örgütüyle barış imzalamaz.

    Barış; savaşan taraflar arasında imzalanır.

    47 yıldır yaşananlar savaş değildir., terör örgütünün silahlı ayaklanmasıdır.

    Ayaklanan teröristlerle; örneğin, Şeyh Sait’le, Seyit Rıza’yla, ASALA’yla barış yapılmamış, ayaklanmalar bastırılmış ve suçlular hak ettikleri cezaya çarptırılmışlardır.

    AKP-MHP Koalisyonu’nun PKK’nin istediği yasal ve anayasal düzenlemelerin yapması, hükümetin, dolaylı olarak da devletin terör örgütü karşısında diz çökmesidir.

    Bilmem anlatabildik mi?

    Devamını Oku

    CHP 38.KURULTAY YARGI MUTLAK BUTLA VE KEMAL KILIÇDAROĞLU

    CHP 38.KURULTAY YARGI MUTLAK BUTLA VE KEMAL KILIÇDAROĞLU
    1

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    İlgilenenlerin bildiği gibi; CHP’nin, 4 – 5 Kasım 2023 günlerinde gerçekleştirdiği, olağan kurultayı yargıya taşındı.

    Yargıya başvuranlar; kurultayda yolsuzluk ve hatta tam kanunsuzluk anlamına gelen mutlak butlan olduğunu, kurultay sonucunun yok hükmünde sayılmasını ve partinin kurultaydan önceki yönetimi devrini istiyorlar.

    Yargıya bu başvurunun başını; Kemal Kılıçdaroğlu‘nun AKP’den devşirdiği, son yerel yönetim seçimlerinde Özgür Özel’in genel başkanlığını yaptığı CHP tarafından aday gösterilen ve seçimi kaybeden, eski Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş çekiyor.

    Barış Yarkadaş, Eren Erdem ve şürekâsı da öne çıkma yarışındalar…

    Tam bir Bremen Mızıkacıları örneği…

    O Lütfü Savaş’a ülkeyi yöneten otokrata yakınlığıyla tanınan Üsküdar Üniversitesi’nde görev verildi.

    „Neyin karşılığında? “ diye sormam gerek var mı? Bence yok! Her şey ortada…

    Yukarıda sözünü ettiğim kurultayda Kılıçdaroğlu’na, adaylıktan çekilmesi için, baskı yapıldığı da yargıya başvuruda yer almıştı.

    Hani hep deriz ya „Gerçeğin bir gün ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır! “

    O gerçek ortaya çıktı.

    İmamoğlu ile Kılıçdaroğlu‘nun, ilk tur seçimden sonra yaptıkları  telefon görüşmesi ortaya çıktı

    Özgür Özel’in genel başkan seçildiği 38. Olağan Kurultay’da, Kılıçdaroğlu‘na yarıştan çekilmesi için baskı yapıldığı ileri sürülmüştü hani; gazeteci Erk Acarer, kurultay gecesinde, Kılıçdaroğlu‘nun çekilmek için İmamoğlu ile yaptığı telefon görüşmesi kaydını yayınladı.

    CHP’nin kasım kurultayı hakkında, yandaş basın ve Lütfü Savaş‘ın da aralarında olduğu, partiden ihraç edilen eski partililerin „Şaibe var! “ iddialarının yanı sıra, Kılıçdaroğlu‘nun yarıştan çekilmesi için kendisine baskı yapıldığı yalanı iflas etti.

    Bu yalanlarda, kurultayda divan başkanı olan Ekrem İmamoğlu’nun da Kılıçdaroğlu taraftarlarına baskı yaptığı yer alıyordu.

    Yargılama 30 Haziran tarihine ertelendi. 

    Yargılama öncesinde; şu anda Türkiye’de olmayan gazeteci Erk Acarer‘in bu kayıt yayını, kurultay gecesinde neler olduğunu açığa çıkardı.

    Erk Acarer; İmamoğlu ile Kılıçdaroğlu arasında yapılan görüşmenin ayrıntılarını belgeli, o gece, Kılıçdaroğlu’nun çekilmek için İmamoğlu ile telefon görüşmesi yaptığını ve İmamoğlu’nun da en uygun şekilde çekilmenin nasıl olacağına ilişkin sorulara yanıtlarını içeren ses kaydını yayına koydu.

    İşte; Kılıçdaroğlu ile İmamoğlu arasında geçen o konuşma:

    İmamoğlu’nun sözleri ve İmamoğlu’nun sözlerinden Kılıçdaroğlu’nun ilk turun ardından ne yapmak istediğini anlıyorsunuz.

    Şimdi; anlaşıldığı kadarıyla, net bir biçimde Kılıçdaroğlu çekilmek istiyorkurultaydan. İmamoğlu ise, “Siz nasıl uygun görürseniz Sayın Genel Başkanım?”diyerek karşılık veriyor.

    Kılıçdaroğlu bunun nasıl olacağını da soruyor. İmamoğlu yanıtlıyor.

    ***

    • “Şu anda oylama yapılıyor.”
    • “Yüksek Seçim Kurulu’na bildiririz.” 
    • Daha doğrusu sizin bunu söylediğinizi iletiriz. 
    • “Seçim başladığı için yazılı bir şekilde çekilebilirsiniz.” 
    • “İsterseniz sizden yazılı bir başvuru temin edelim Sayın Genel Başkanım.
    • “Eğer; siz, bunu kamuoyuna ifade etmek için, bizi düşünüyorsanız, biz; burada, usulünce, sizin adınıza en yakışan haliyle yapabiliriz.”  
    • “Nasıl arzu ederseniz genel başkanım?”

    ***

    Kılıçdaroğlu‘nun isteğiyse çok açık.

    Bu işin nasıl işleyeceğini de ve Özeli nasıl kutlayacağını soruyor.

    İmamoğlu da bunlara yanıt veriyor.

    ***

    • “Elini kaldırmanız daha doğru olur.”
    • “O zaman arzu ederseniz. Arkadaşlarımız İlçe Seçim Kurulu’na gitsinler. Hemen hızlıca talebinizi belirtsinler. Özgür Bey’i o zaman yanımıza davet ediyorum.”
    • “Arkadaşlarımız burada. Özgür Özel Bey’i de buraya davet edeyim. Kendisine de bu durumdan bahsedelim.” 
    • “Arzu ederseniz siz de telefonla görüşebilirsiniz.”
    • “İkiye kadar vakit var. Bu işi şimdi çözersek seçim sonucunun da bir anlamı kalmaz.”

    ***

    Kurultay gecesinde, Kılıçdaroğlu‘nun odasında olduğunu söyleyen, TELE1 çalışanı Evren Alankuş, Erk Acarer’in söz konusu kaydını alıntılayıp o gece yaşananları şöyle anlatıyor.

    ***

    Aktarılan bilgilere göre İmamoğlu, Kılıçdaroğlu’nun çekilmesi üzerine baskı değil, itibarını korumak için önerilerde bulundu.

    Bununla beraber; Kılıçdaroğlu, ikinci kez salona geldiğinde, çekilme kararını aldığı, ancak; odasındakilerin çekilmeme yönünde Kılıçdaroğlu’nu inandırılmıştı

    İleri sürülenlerin aksine; Sayın Kılıçdaroğlu’na, çekilmesi için, Sayın İmamoğlu ‘nun baskı yapmadığı ortadadır.

    Tam tersi; Kemal Bey’in itibarını korumak için çaba harcıyor Sayın İmamoğlu.

    Kemal Bey; zaten, ikinci kez kurultay salonuna geldiğinde, çekilme kararını almıştı!

    Odada bulunan kişilerden biri olarak söylüyorum.

    Yazılı olarak beyan ediyorum!

    Kemal Bey’in ağzından çıkan ilk cümle: „Arkadaşlar; ben de insanım.

    Bırakın rahat edeyim! “olmuştu.

    Ne yazık ki; odada bulunanlar çekilmemesi yönünde inandırmayı başardılar.

    Günlerdir, aylardır salt CHP’yi tartıştırarak, partiyi kuşatmaya çalışan AKP’nin ekmeğine yağ sürmeye çalışan arkadaşların, Kemal Bey’i şeytanlaştırmaktan başka bir şey yapmadıklarını şimdi anlıyorlar mı?

    Nasıl bir oyuna alet olduklarını görüyorlar mı?

    ***

    İyi de; insan sormadan da edemiyor.

    Kemal Kılıçdaroğlu da, bu denli önemli bir konuda# kendi kararını kendi istenci ve içgüdüyle vermekten yoksun mu ya da „Bugün, bu konuda yaşanan ve yaşatılanların bilincinde mi? Ne yaptığını biliyor mu?“

    ***

    Sorulara verilecek yanıtlar, tam olarak bir Kemal Kılıçdaroğlu portresidir.

    Devamını Oku

    5. DALGA CHP’YE KAYYUM- KEMAL KILIÇDAROĞLU – AKLIMDA DELİ SORULAR

    5. DALGA CHP’YE KAYYUM- KEMAL KILIÇDAROĞLU – AKLIMDA DELİ SORULAR
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    CHP’li belediye başkanlarına, başkan yardımcılarına ve bu belediyelerde çalışanlara uygulanan dalgalar 5’i buldu.

    Aklımda deli sorular…

    Bu deli sorular aklıma son dalgadan sonra düştüler.

    Bu son dalganın arkasında yatan Kemal Kılıçdaroğlu’na; „Hazır ol vaktine Nemçe Kralı!“ çağrısı olmasın sakın…

    Olur mu bilmem ama; „Olmaz!“ da diyemiyorum.

    Özgür Özel genel başkan; partinin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu olarak kaldığı sürece gelecek seçimleri kazanma olasılığının kalmadığın gören AKP genel başkanı ve akıl hocası MHP genel başkanının aklına bu düşünce gelmiş olamaz mı?

    Ben; „Olmaz!“ diyemiyorum.

    Kemal Kılıçdaroğlu‘nun Özgür Özel’e karşı genel başkanlık seçimini kaybettiği CHP Kurultayı yargıda. Oradan tam kanunsuzluk- butlan kararı çıkması için tezgâh kuruldu.

    O tezgâha; başını CHP eski milletvekillerinden Barış Yarkadaş’ın çektiği, yeterinden çok goygoycu da bulundu.

    Yarkadaş ve şürekâsı o denli dikkatle yazılmış yolsuzluk masalları anlatıyorlar ki; konuyu gündemine alan yargıya o kurultayla ilgili olarak istenilen kararı vermekten başka bir olanak kalmıyor.

    Adlar veriyor Yarkadaş, rakamlar veriyor, sanrısın delege pazarı kurulmuş ve delegeler de kendilerini satmaya dünden hazırlar…

    Kimin eli kimin cebinde, bilmek olanaksız…
    5. Dalgayı yaptıran akıl; Kılıçdaroğlu’nun partinin başına geçme kararında olduğuna kesin inanmış gibi.
    O nedenle de 5. Dalga kendisinden önceki dalgalardan çok daha ince hesap üzerine kurulu gibi görünüyor.,

    Amaç ne Özgür Özel’den ne de Ekrem İmamoğlu‘ndan kurtulmak…

    Bu dalganın amacı tümüyle CHP’den kurtulmak üzerine kurulmuş.

    Parti paramparça edilecek ve bir daha belini sittin sene doğrultamayacak…
    Turbun büyüğü torbadan çıktı gibi…
    Kılıçdaroğlu; duruma bakılırsa, partinin başına geçerek, tarihsel bir görevi yerine getirmek ve partiyi kurtarmak gibi havada…

    O; o havada da, partinin başına geçmesinin kimin ve neyin hesabı olduğunu bilmiyor gibi sanki!

    Bilmiyorsa, siyaseti der bilmiyor demektir.

    Biliyorsa, bu doğrudan partiye ve partinin üyelerine, seçmenine akıllara durgunluk verecek boyutta bir ihanettir.

    Yapar mı?

    Ben; „Yapmaz!“ diyemiyorum.
    Sergilediği tavır, yaptığı son açıklama bunu yapmaya hazır olduğunu gösteriyor.

    5. Dalgadan önce şöyle bir açıklama yaptı:

    Sessizliğimiz Suskunluk Değil, Sorumluluktur…

    20 Kasım 2023 tarihinde, 38. Kurultayımızın üzerinden henüz iki hafta geçmişken, kurultaya ilişkin bazı iddialar kamuoyuna yansımaya başladı. O gün yayımladığım videoda, partimizi korumak adına gerekli olan her şeyi açıkça ve kararlılıkla dile getirdim.

    Ancak o günden bu yana, organize edilmiş, kimliklerini gizleyerek karanlıkta hareket eden trol hesaplar üzerinden sistematik bir linç kampanyasına maruz bırakılıyorum.

    Can güvenliğime yönelik açık tehditler alıyorum.

    Beni elektrik direğine asmakla tehdit edenler de var, silahla vurulmamı isteyenler de…

    Tehditler, iftiralar ve kirli kampanyalar bir araya gelmiş durumda.

    Sahte sosyal medya hesaplarından, fonlanan sözde akademisyenlere, iftira ve manipülasyonla mesleklerini kirleten bazı gazetecilere kadar uzanan geniş bir cepheyle karşı karşıyayız.

    Ve ne yazık ki, dün siyasi ikballeri uğruna yanımda saf tutan, bir zamanlar benimle yol yürümeyi bir övünç sayarken bugün başka mecralara savrulmuş bazı siyasetçiler de bu koroya katılmış durumda.

    “Hiçbir bilgi sahibi olmadığım konuda konuşmamı istiyorlar”

    Hepsi bir ağızdan, hiçbir bilgi sahibi olmadığım, hiçbir dahlimin bulunmadığı bir konuda konuşmamı talep ediyorlar.

    Oysa biz, bu milletin hakiki gündeminden sapmadan yürümek zorundayız.

    Şahsi değil, kamusal olana; dedikoduya değil, hakikate yaslanmak zorundayız.

    Ben, polemikle değil halkla konuşan bir siyasetçiyim.

    Ve beni tanıyan herkes bilir: Eğer ortada bir gerçeklik varsa, onu eğip bükmeden, çekinmeden, dimdik bir duruşla dile getirmekten asla geri durmam.

    “Sizden korkan sizden namerttir”

    Beni direklere asacaklara, silahla vuracaklara, beni yakacaklara, taşlatacaklara, bir adım attırmayacaklara ve lamalara söylüyorum: Sizden korkan sizden namerttir.

    Benden bir mesaj bekleyen herkese buradan açıkça sesleniyorum:

    Herkes bilsin ki; bu partinin düşmanlarını, yine bu partinin harim-i ismetinde boğmaya muktediriz.”

    Bu açıklamanın son iki cümlesi çok dikkat çekici ve dikkatle kurulmuş, kime ve nereye gideceği ince ince hesaplanmış gibi geldi bana.

    Aklımdaki deli sorular şöyle:

    „Kemal Bey; sizden mesaj bekleyen, herkes dedikleriniz kimlerdir?“

    „Partinin harem-i ismetinde boğmaya muktedir olduğunuz parti düşmanlarının adlarını da verir misiniz?“

    Savaşta mısınız Kemal Bey?

    „Kime ya da kimlere karşı savaşıyorsunuz?“

    „Savaş açtıklarınız arasında Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu, belediye başkanları, belediye başkan yardımcıları, belediye çalışanları da var mı?“

    Kendinizde misiniz, iyi saatlerde olsun da mısınız?“

    Her ne kadar yüzünüze tükürmek isteyen lamalar olduğundan söz etseniz de; lamalar da hak edenin yüzüne tükürüyorlar…

    Böyle bir şeyi hak ettiğinize inanmasam da…

    Sessizliğiniz sorumluluğunuzdan değil, tam tersine sorumsuzluğunuzdandır.

    Erdoğan; bir konuşmasında, “Şaibeli bir kurultayla genel başkanlarını tehcir ettiler.” demişti.

    Siz de; “Bu her tarafa çekilebilecek bir şaibe. Nedir şaibe? Ya çık açıkla diyecekler ya da böyle bir şey yoktur diyecekler. Parti yönetiminin açık ve net açıklama yapması lazım. Yapmıyorsanız, sükut ikrardan gelir. O zaman başka bir şey var demektir burada. Bir şey varsa, kesinlikle partinin kirlilikten arınması gerekir.” demiştiniz.

    „Siz şaibeli misimiz Kemal Bey?“

    „Ne zamandan beri?“

    „Can güvenliğime yönelik açık tehditler alıyorum.

    Beni elektrik direğine asmakla tehdit edenler de var, silahla vurulmamı isteyenler de…

    Tehditler, iftiralar ve kirli kampanyalar bir araya gelmiş durumda.“ diyorsunuz ya;

    „Sizi tehdit edenler kimlerdir Kemal Bey?“

    Yazık! Çok yazık Kemal Bey!

    Bu denli düzey düşüklüğü yaşamak her babayiğidin kârı değil…

    Bozkırın tezenesi de diyor ya hani; „Gendim ettim, gendim buldum…“

    Ama siz salt kendinize değil, Mustafa Kemal’in partisine, Türkiye’yi kurtaran ve cumhuriyeti kuran partiye ediyorsunuz.

    Aklımdaki son deli soru:

    „Siyaset tarihi sizi hangi harflerle yazacak Kemal Bey?“

    Devamını Oku

    HİÇBİR GÜÇ YENİLMEZ DEĞİLDİR

    HİÇBİR GÜÇ YENİLMEZ DEĞİLDİR
    1

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Evet! Hiçbir güç, hiçbir politik erk yenilmez değildir.

    Dünya siyaset tarihi kendisini yenilmez sayan nice baskı yönetimlerinin yenildiklerini yazar.

    Baskı yönetimlerinin siyaset dilindeki adlarının otokrasi olduğunu buraya yazmama gerek yoktur diye düşünüyorum.

    Sözcüğün sözlükteki açıklaması şu sözlerle yapılmış:

    „Bütün yetkilerin, sınırsız olarak, bir kişide toplandığı devlet yönetim biçimi, saltçılık“

    Türkiye; 9 Temmuz 2018 tarihinden bu yana adını, sistemi yaşama geçirenlerin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi koydukları, yerkürede bir benzeri olmayan otokrat/saltçı bir sistemle bir kişi tarafından yönetiliyor.

    Bu bir kişi; gerçekte, o tarihe kadar tek başına yönettiği Türkiye’de, o tarihten sonra tüm kurumları denetimi altına aldı ve ülkeyi, deyim yerindedir, demir yumrukla, otokrat, salcı bir anlayışla yönetiyor.

    O tarihten bu yana; MHP’nin koşulsuz desteğiyle, astığı astık, kestiği kestik…

    Onun bu otokrat yönetimi çökme işaretlerini son yapılan yerel yönetim seçimlerinde gösterdi.

    O tarihten bu yana da kan kaybını sürdürüyor.

    Çökecek!

    Demokrasinin kuralları içinde, öyle de, böyle de çökecek.

    O da bu çöküşün ayırdında…

    O nedenle zulmünü, akıl dışı uygulamalarla artırdı.

    Sanıyor ki; zulmü artarsa zeval görmez…

    Yanlış!

    Atasözü; „Zulmün artsın ki; zeval görmesin!“ diyor.

    Bilmiyor mu? Bilmez olur mu? Adını bildiği gibi biliyor…

    Zulmünü artırması ne onu kurtaracak ne payandasını…

    19 Mart 2025 gününden bu yana; ülkenin her köşesinde, milyonlar demokrasi ve adalet istemiyle buluşuyorlar meydanlarda…

    Siyaset tarihini yazdıkları nettir

    „Otokrasiler yenilmez değildir. Geçmişte yenildiler, yine yenilecekler. “

    Yaşamın her alanını kuşatmaya çalışan bu karanlık; kararlı milyonların ortak istencini biliyor, Anlamamakta dirense de, anlıyor ve milyonların alanlardan yükselen ortak sesi otokratın karabasanı oldu.

    Bu istencin, bu sesin sahipleri; Türkiye’ye, aydınlığı, yani demokrasiyi, adaleti ve özgürlüğü yeniden  getirmekte kesin kararlıdırlar.

    Bu istencin, bu sesin dediği olacak…

    Otokrat/Saltçı baskı yönetimi yenilecek…

    Tarih boyunca kültürlerin buluştuğu bir kavşak ve sürekli tarih yazan bir ülkedir Türkiye. 

    Baskıya, dayatmaya boyun eğmeyenlerin ülkesidir.

    Bağımsızlığın, özgürlüğün ve büyük değişimlerin kalbinin attığı yerdir.

    Büyük değişimler bu ülkede yaşanmıştır, yaşanıyor…

    Taksim’deki 1 Mayıs buluşmaları, Gezi Parkı direnişi, İstanbul semtlerinin çarşamba mitingleri…

    Her kesinde başka bir ilde milyonları alanlara toplayan Millet İradesine Sahip Çıkıyor buluşmaları… Milyonların egemenliklerine sahip çıkma bilinci, alanlarda yükselttikleri ses, gençlerin cesareti, kadınların direnci, halkımızın susmayan, korkmayan, sinmeyen içsesi yenecek otokratı…

    Demokrasi, eşitlik ve sosyal adalet, dünyanın dört bir yanında ağır saldırıya uğruyor.

    Otokratların, her kim ve her neredeyseler, demokrasiyi zayıflatmalarına, sertleşmelerine, onların baskıcı yönetimine bağışıklığa yer yok bu başkaldırıda…

    Türkiye’de; yıllardır sürdürülen demokrasi karşıtlığına, gerilemeye, millet iradesinin hiçe sayılmasına, yasal dayanağı olmayan, uydurma, heybeden çıkarılan turplar ve şalgamlarla uygulanangözaltılar, tutuklanmalara, ev hapislerine, denetimli özgürlüklere son verecektir bu halk…

    Demokrasimizin kurumlarına ve kurallarına saldıran, ulusal egemenliğimize yönelik; bu ucube yönetimi yenecektir egemenlik bilincimiz ve bağımsızlık karakterimiz…

    Otokrasiler, saltçı, baskıcı yönetimler yenilmez değildir. Geçmişte yenildiler, yine yenilecekler.

    Hak ettiğimiz dünyada, bir ağaç gibi tek ve özgür; bir orman gibi kardeşçesine yaşamak istiyorsak Başarının ve kurtuluşun yalnız başına gerçekleştirilemeyeceği de yadsınmaz bir gerçektir.

    Ya hep beraber olup başaracağız ya da hiçbirimiz hak ettiğimiz o barış ve kardeşlik dünyasını göremeyeceğiz…

    Kurum ve kurallarıyla işleyen demokrasiyle otoriter arasındaki savaşım; hukukun üstünlüğünü savunanlarla, hukuku muhaliflere karşı baskı aracı olarak kullananlar arasındadır.

    Demokrasiyi kurumları ve kurallarıyla yaşatmak isteyenlerle, onları içten içe çökertenler arasındadır savaşım…

    Halkın egemenliğini savunanlarla, oligark, otokrat, saltçı ve baskıcı kişi ve kurumlara karşıdır verilen savaşım…

    Bu savaşım; baskıcıya karşı dayanışmayla kazanılır…

    Dünyanın tüm demokratlarının, Asya’dan Afrika’ya, Amerika’dan Avrupa’ya ve Okyanusya’ya kadar tüm demokratların bu savaşıma katkı ve dayanışmaları savaşımın kazanılmasının olmazsa olmazıdır.

    Yerküre; büyük dönüşümlerin gerçekleştiği bir aşamadadır.

    Bizim; içinde yaşadığımız zamanda, karşımızda tarihi bir dönüm noktası var.

    Bu dönüm noktasında geleceğin haritasını çizenler biz olmalıyız.

    Gençlerimizle, kadınlarımızla, emekçilerimizle, üretenlerimizle; yani halk, yani biz…

    O sese, Bertolt Brecht’in unutulmaz dizelerine veriyoruz kulaklarımızı…

    Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz…

    Bilincindeyiz ki; bu sesi yükseltirsek, demokraside ısrar edersek, adaleti savunursak, kalkınma ve sosyal adaleti yeniden kurarsak, kararlılığımızı gösterirsek, daha iyi bir gelecek için omuz omuza verirsek savaşımımızı yeneriz…

    Devamını Oku