İNSAN, BEYİN VE DİL

0

BEĞENDİM

ABONE OL

İnsanın en değerli ve gelişmiş varlığı beyindir.

Beyin ve işlevleri, özellikleri ile ilgili bilgiler, incelemeler hiç durmadan devam etmektedir.

Bilimsel araştırmalar ve bulguları ortaya çıktıkça da insanlık teknoloji ve tüm bilim dalları bunlardan yararlanmaktadır.

Bir insan için “var olan ne varsa” tümü beyin üzerinden yönetilir ve de her bir olay durum, duygu, bilgi, devinim… anında beyindeki ilgili alanlara yerleştirilir, depolanır ve de yine anında beyinde işleme tabii tutulur.

İnsan böylelikle kendisine ne gerekli ise ilk olarak yine kendi beyinsel kayıtlarından alarak tüm diğer yenileri değerlendirir.

Simgeler, görsel, işitsel, duygusal, biçimsel, dilsel, ekinsel… başta olmak üzere yaşamın tüm alanlarındaki iletişimler, algılar ve yorumlamalar, tepkiler, değerler… hem kendi alanlarında hem de diğer tüm alanlarla karşılıklı olmak üzere hiç durmadan çok boyutlu işleme tabii tutulur.

İnsanın yaşamı, donanımları, ekinsel durumu, sanatsal yaklaşımları, becerileri… akla gelebilecek her türlü özelliği bir anlamda kalıtımsal olarak kendisine gelmişse de ilk yaşamsal belirtileri vermesi ile birlikte, doğumu ile yaşama atılmasıyla yaşamının sona ermesine değin geçen evreler içerisinde en değerli organımız beyin sayesinde gerçekleşir.

Beyin hem alır, kaydeder, işler, hem de yönetir, yönlendirir, bilgilendirir, etkilendirir.

Temel duyu organlarımız, devinimlerimiz, toplumsal ve insanlar arası ilişkiler, bilgi edinme, edinilen bilgilerin, duyguların işlenmesi, değerlendirilmesi… yaşamın her bir var olan kullanım alanları… temelde hep düşünsel güçle ve analitik, birleştirici düşünsel, beyinsel işlevlerle gerçekleşir.

İnsan olarak tüm bu nedenlerden dolayı kendimizi en baştan başlayarak hep, durmaksızın geliştirmek, yenilemek, güçlendirmek ve çok daha nitelikli bir duruma getirmek istemeliyiz.

Düşünebilen bir insan demek aynı zamanda kendini yönetebilen, özgür iradesi olan, öz denetimi ve öz disiplini olan bir insan olarak anlaşılmalıdır.

Bize en çok gereken nedir diye sorsalar, nasıl bir yanıt verebiliriz?

İlk başta beyin.

Sonra göz, sonra dil, sonra kulak…

Göz ve kulak ile elde ettiğimiz veriler beyne gittiği gibi, beyinden gelen verilen ve dışa yansıması gerekenler de yine bu organlar yolu ile sağlanır.

Tüm bedenin her bir bölümünün de kendisine özgü işlevi görevi de vardır.

Dil ve ağız ile solumalar ile iletişim sağlayan insan artık DİL sahibidir aynı zamanda.

Sözel dil ile konuşuruz, işittiklerimizi anlar ve algılar ve yorumlarız.

Türkçe “ağız boşluğunda bulunan ve tatmaya, yutkunmaya, sesleri boğumlamaya yarayan, etli, uzun, devinimli et parçası, tat alma organı olan DİL” ile iletişim aracı olan “DİL”i (Lisan, Sprache, Language, Langue lehçe, ağız, diyalaekt,) bir tek sözcük ile karşılamaktadır.

Nerede insan varsa orada bir DİL (Lisan, Sprache…) vardır.

İnsanlar arasında anlaşmayı sağlayan en önemli ve doğal bir araç olan DİL kendine özgü kurallara sahiptir.

Her bir dil ancak kendi kuralları içerisinde gelişen canlı bir varlık gibidir.

Her dilin kendine özgü bir geçmişi tarihsel dönemleri vardır.

Her dilin ses kullanımları, seslerden anlamlar çıkarmaları farklıdır.

Birbirine yakın diller, dil aileleri de vardır.

DİL bu anlamda bir toplumsal kurumdur ve de iletişim için en önemli bir varlıktır.

Sözel olarak kullanılan dil için ayrıca işaretler (simgeler) de bulundurularak, kullanılarak bir YAZI DİLİ ortaya çıkarılmıştır.

DİL simgeler yolu ile yazıya dönüşmeye başladığında bir tür kesin kabul edilmiş ses simgeleri gerekecektir.

Bunların birleşimi de bir ALFABE oluşturur.

Yazıda kullanılan harfler ve rakamlar o alfabenin simgeleridir ve o sözel dili yazıya bunları kullanarak aktarırız.

Evet söz gider, yazı kalır…

İnsanlığın var oluşuyla birlikte kazanılan en önemli buluşlardan birisi Yazının bulunmasıdır.

Yani, insan söz ile ses ile anlattıklarını bir de simgelerle, çizgilerle tutturup saklamak istemiştir.

Çeşitli dönemlerde ve çok çeşitli yerlerde bulunan eski kalıtlar bize o dönemlerin insanlarını kullandığı diller ve yazıların örneklerini sunar.

Bilim insanları da bunları araştırıp, inceleyip, bugüne, bizlere aktarır.

Tüm bunlar zaten hepimizin bildiği konulardır.

Bugüne, günümüz insanına döner isek çok ilerlemiş bir yüksek teknoloji dönemine girildiğini görürüz.

Bilgi akışları, akımları, sunumları, depolamaları, çağırımları, bilgi akış hızı… her bir an çok çok daha gelişmektedir.

İnternet kullanımı ile birlikte insan aklına gelen her alanda dijital olanakları kullanarak, değerlendirerek çok daha yeni ve gelişmiş hizmetler sunmaktadır, o hizmetlere erişebilmektedir.

Biz geriye “DİL konusuna” dönmek isteyelim:

İnternet, bilgisayar, web… ne denli güçlü ve hacimli ve sonsuz gibi gözüken boyutlara ulaşmış olsalar bile, insan tek olarak yine kendi donanımı, kendi yetenekleri ve kendi özellikleri, deneyimleri ve birikmişlikleri ile “OLASI BİLGİLER”den yararlanabilir, seçebilir, alabilir..

– Ve yine kendi kapasitesine göre algılayabilir, çözümleyebilir, kavrayabilir, anlayabilir.

– Ve yine kendi kapasitesine göre anlatabilir, açıklayabilir, biçimleyebilir, başkalarına sunabilir.

Tam da bu noktada, yani birçok akışın, akımın kesiştiği o yerde O İNSANIN okuduğundan, gördüğünden, duyduğundan neyi ne denli, hangi boyutlarda anladığı, algıladığı SORUSU ortaya çıkıyor.

Herkes “O GÖRÜLENLERİ” ayni düzeyde ve derinlikte mi anlıyor, algılıyor, kavrıyor?

Kesinlikle HAYIR!

Her bir insan “kendi genetik özelliklerine, kalıtımsal olarak üstlendiklerine bağlı olarak yaşamı boyunca KENDİSİNİ nasıl yetiştirdi ise, gelişimi ve donanımı ne düzeyde ise…. o paralellikte o verileri anlar, algılar, kavrar ve yaşamına aktarabilir.

Bunun diğer yönü de vardır doğal olarak:

O insan “kendi genetik özelliklerine, kalıtımsal olarak üstlendiklerine bağlı olarak yaşamı boyunca KENDİSİNİ nasıl yetiştirdi ise, gelişimi ve donanımı ne düzeyde ise” üretir, yazar, çizer, biçimlendirir, simgeler ve de bunları diğer insanlara, topluma, evrene… sunar, gönderebilir.

İşte bu çok boyutlu ve küresel bir görünümdeki ilişkiler ağını düşündüğümüzde yine O İNSANIN kullandığı, bildiği, anladığı DİL ve an başta kendi ANADİLİ gelir.

Ardından da kendi anadilini kullanma, kavrama, anlama ve değerlendirme yeteneklerine, düzeyine eş olarak elde edebileceği, öğrenebileceği, kazanabileceği DİĞER DİL gelir.

Bu diğer dil bir “öğrenim dili, bir okul dili, bir devlet dili, ikinci bir dil, bir yabancı dil, branş dili”… olabilir.

O insanın, öğrencinin, kişinin “aldığı eğitim, öğretim, gittiği okullar, bulunduğu toplumsal çevre, özel ilgi alanları, kişisel gelişim öncelikleri”… ve de ekonomik olanakları ile, düşüncelerini ve duygularını yönlendirmelerine de bağlı olarak, dünyaya bakış açısının durumuna da bağlı olarak bir başka DİL kazanımı oluşur.

Bunların tek, tek etkileri ve çekicilikleri var ise de o insanı bir diğer dili öğrenmekte bulunduğu durum da çok önemlidir:

– O diğer dili öğrenmeye bir gereksinimi var mıdır, ondan bir çıkarı olacak mıdır, ne gibi kazançları olacaktır, kişiliğine ve de yaşamına nasıl etkilerde bulunacaktır, toplumdaki yerine nasıl bir etkide bulunacaktır….

Tüm bunları topluca tek, tek kavrayıp bir bütünselliğe gittiğimizde görülecektir ki DİL, ANADİLİ, dil kazanımı ve dil üzerindeki yoğunlaşmalar, dile yönelik kazanımlar, dil dağarcığı, dili kullanım işlevselliği, dilin akışkanlığı, dile verilen değer, dil için harcanılan zaman, dil konusunda verilen çabalar ve emekler.. ile insan kendisini çok daha iyi tanımlayacaktır, yaşamı, toplumu ve olayları çok daha iyi ve derinlemesine tanıtabilecek, kavratabilecektir.

Görüldüğü gibi böylesine büyük ve güçlü bir sarmal için, başarılı ve kazanımlı, donanımlı olabilmek için, dünyayı daha iyi anlamak ve anlatabilmek için… bize düşen şunlar olmaktadır:

– Zamanı çok iyi kullanmak

– Araştırmak, incelemek, eleştirel bakmak

– Çalışmak, emek harcamak, üretebilmek

– Boş ve anlamsız, gereksiz işlerle hiç uğraşmamak

– Öğrenme merakına sahip olmak

– Öğrenmekten ve çalışmaktan zevk almak

– Okumak, kayıtlara geçirmek, arşivler düzenlemek

– Yazmak, küçük büyük ayrımı yapmadan önemli ve değerli bulduğun her konuyu yazmak.

– Öğrenmekten ve kendini geliştirmekten kaçınmamak, üşenmemek.

– Hukuk anlayışını geliştirmiş olmak

– Bilimsel bakış açısını kazanmak istemek

– Entelektüel bir donanımın yaşamın çeşitli disiplinlerinde çok yararı olduğunu kavramak

– Gösterişten, gereksiz öne çıkmalardan, şirin gözükmelerden kaçınmak

– Kendine ve işine çok zaman ayırmak

– Ortaya çıkardığın ürünleri, yazıları, yapıtları diğer insanların kullanımına açabilmek

– Yaşamı sevebilmek

– Kendin ile barışık olmak,

– Mutlu ve huzurlu olmak.

– Akıl sağlığına önem vermek, sağ duyuyu asla yitirmemek

– Sezilerine ve duygularına önem vermek

– Öz güveni geliştirmek

– Disiplinli ve ilkeli yaşamak, çalışabilmek

– İyi ve gelişmiş güzel bir ahlak sahibi olmak

.  Birçok insan bunların belki de birçoğuna sahiptir.

.  Bence tüm bunları yine de çok daha gelişmiş bir düşünce sistemi ile irdeleyip, geliştirmek iyi olur, diye düşünüyorum.

.    En iyi dileklerimle…

Öğretmen Gönen ÇIBIKCI