TÜRKİYE TÜRKİYE’Yİ

ABONE OL
18:57 - 01/10/2020 18:57
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Daniel Dumoulin Brüksel Bank’ın bir şubesinin müdürüdür. Bu arkadaşımız aynı zamanda Türk Kültürünü ve Tarihini Yaşatma Derneği’nin da başkanıdır.
”Türkiye, Atatürk’ü Allah’a borçlusun. Geriye kalan her şeyi de Atatürk’e…” onun kurduğu bir tümcedir.
Dikkatinizi çekerim. Bu bey Kemalist bir yurttaşımız değildir. Belçika yurttaşıdır. İnanın bana, hem Mustafa Kemal’i hem de Türkiye’yi Kemalizm karşıtlığını düşmanlık boyutuna taşıyanlardan çok daha iyi anlamış ve çözmüştür.

Mondros Antlaşması sonucu komutanı olduğu Yıldırım Orduları ve 7. Ordu dağıtılınca Osmanlının İstanbul’a çağırdığı M. Kemal; 13 Ekim 1918 günü, Adana’dan gelen trenden Haydarpaşa’da iner. Rıhtıma indiğinde karşılaştığı görüntü şudur: 55 düşman gemisi bayraklarını açmış, İstanbul Limanı’na girmektedirler. Onları karşı kıyıda İstanbullu Rumlar ve Levantenler sarhoş naraları atarak alkışlarla karşılamaktadırlar. Bu görüntü karşısında ”Geldikleri gibi giderler…” diyen bu kararlı yurtseveri onun bizim birçoğumuzdan daha iyi anladığı sizce de ortada değil mi?
Mazhar Müfit Kansu onu Samsun, Erzurum ve Sivas’ta izleyen bir gazetecidir. Sorar ona bir gün:
”Paşam! Başlattığınız bu olayın sonunda ne yapacaksınız? Amacınız nedir?”
”Yaz!” der, o kararlı kurtarıcı ve kurucu.
“Saltanat ve hilafeti kaldıracağım. Büyük Millet Meclisini kuracağım. Cumhuriyeti ilan edeceğim. Arapça harflerin yerine Latin harfleri getireceğim. Takvimimizi ve ölçü sistemimizi değiştirerek batıda kullanılan sistemi koyacağım yerlerine. Kadınlara erkeklerle eşit hakları vereceğim. Giyim kuşamı batı ölçülerine göre değiştireceğim. Eğitim birliğini sağlayacağım…”
Notlarını alırken dudaklarında inanmayan insanların gülümsemesi vardır Kansu’nun.
Ankara’ya gelinir. Meclis kurulmuş, savaş kazanılmış, yurt kurtarılmıştır. Cumhuriyeti de getiren büyük devrimci not ettirdiği devrimleri tek tek gerçekleştirmektedir. Bir gün meclis merdivenlerinde karşılaşır Mazhar Müfit’le. O daha bir şey demeden sorar o her şeyi borçlu olduğumuz yüz yılın en büyük insanı:
”Kaçıncı maddedeyiz Beyefendi?”
Utanmıştır Mazhar Müfit. Onun ne denli büyük ve kararlı bir devrimci olduğunu o zaman anlamamış olmanın utancıdır bu.
Geçenlerde bir söyleşi izlencesinde sordu Güneri Civaoğlu Yılmaz Özdil’e:
”Gerçek Atatürkçüyle sahtesini ayırma konusunda bir yönteminiz varmış. Bu nasıl bir yöntemdir?”
Özdil; ”Bu yöntem sahte parayla gerçek parayı ayırma yönteminin benzeridir. Hani paranın sahte olup olmadığını anlamak için ışığa tutar ve içinde Atatürk olup olmadığına bakarsınız ya. Varsa para gerçek, yoksa kalp paradır. Atatürkçüyü de ışığa tutacaksınız. İçinde Atatürk’ü görürseniz o gerçek Atatürkçüdür, göremezseniz onun Atatürkçüğü sahtedir.” diye yanıtladı soruyu.
Ne dersiniz?
Sizce de öyle mi?
Biz, yurdumuzu ve oradaki her şeyi ona mı borçluyuz gerçekten?
Ben, ”Evet!” diyorum.
İnsan Atatürk’ü içselleştirebilir mi?
Ben, ”Evet! Yapabilir.” diyorum.
Geri kalan her şeyi ona borçlu olduğumuza inancım sarsılmaz bir inançtır.
”Keşke” kullanmayı sevmediğim bir sözcüktür. Ama!…
Keşke ülkeyi yönetenler de neyi, kime borçlu olduklarının bilince olsalardı!

Hasan Arslan
Türkçe Öğretmeni

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.