TOPLUMSAL NORMLARDAN KOPUŞ VE KÖKE DÖNÜŞ (III)

ABONE OL
11:45 - 23/10/2020 11:45
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Toplumsal normlardan kopuş ve kökene dönüş, öznenin beklenti ufku ve nebevi vizyon (III)

“Din denilince akla muhafazakârlık değil yenilik, çağdaşlık, modernlik gelmelidir. Temel iddiam budur. Eğer Peygamber geldiğinde var olan değerleri muhafaza etmek için gönderilmiş olsaydı, gönderilmesine hiç gerek yoktu. Peygamber, var olanı ‘değiştirmek ve dönüştürmek’ için gelmiştir. Muhafaza etmek için gelmemiştir.” (Prof.Dr. Şaban Ali Düzgün)

Çağdaş Değerlerle Yüzleşme ve Yerelin Evrensele Evrilmesi

Değer: İnsanı ayakta tutan şey 
Değer, kıymet demektir. Kökü kâme’dir. Kıyam da aynı kökten gelir, ayakta durmak demektir. Değer dediğimiz şey bizi ayakta tutandır. Dini değerler, kültürel değerler, milli değerler diyoruz. Çağdaş değerlerle yüzleşmek diyoruz. İçinde yaşadığımız dünya bizden bir şey talep ediyor, biz talebe ayak cevap verebiliyor muyuz veremiyor muyuz? Bakılması gereken budur. 
Din,  yaşadığımız çağa ayak uydurmada bize ne kadar yardımcı oluyor veya bizi  ne kadar toplumun dışına itiyor. Benim bir kız öğrencim vardı, konuşurken insanların yüzüne bakamazdı. İletişim dersleri verdiğimi duyunca “Beni de o derslere alır mısınız? Ben insanların gözüne bakamıyorum, bana böyle öğretildi” diye rica etti. Ona başkalarının gözüne bakmamayı öğreten kültür, başkasının gözünün içine bakarsan ‘göz zinası’ yaparsın diyen kültürdür. İşte bu şekilde insanlar dine eklenen, din dışı öğretilerle toplumun dışına itildi, yabancılaştırıldı. İnsanın kendi bünyesine uyguladığı şiddetin bir başka versiyonu bu.
Din denilince akla muhafazakârlık değil yenilik, çağdaşlık, modernlik gelmelidir. Temel iddiam budur. Eğer Peygamber geldiğinde var olan değerleri muhafaza etmek için gönderilmiş olsaydı, gönderilmesine hiç gerek yoktu. Peygamber, var olanı ‘değiştirmek ve dönüştürmek’ için gelmiştir. Muhafaza etmek için gelmemiştir. Dünyada Müslüman Muhafazakârlar da var Hristiyan Muhafazakârlar da var. Oysa muhafazakârlık dinin dokusuna aykırır. Ben hiçbir değeri muhafaza etmeyelim, bütün değerleri silip atalım, demiyorum. Paradigma olarak, bakış açısı olarak, zihniyet olarak din çağdaşlık mı ifade eder yoksa tam tersini mi ifade eder? Bence çağdaş değerlerle barışık olmayı ifade eder. İnsanlığın geldiği noktayı ve yarattığı birikimi dikkate almayı gerekli kılar. Çağın ruhunu görmeyi, bilmeyi, farkında olmayı gerekli kılar. Aksi taktirde çok hızlı akan bir ırmağa düşen insan gibi sürüklenir gideriz. Kontrolsüz bir şekilde sürüklenen akıntı toplumlarına dönüşürüz. 

Nietzshe’nin Tanrısı
Friedrich Nietzsche “Tanrı öldü” dedi. “Tanrı yoktur” demedi. Tanrı öldü demekle tanrı yoktur demek arasında önemli bir fark vardır. Tanrı öldü demek, vardı ama biz öldürdük, demektir. Nietzsche Tanrıyı asla inkar etmedi. Roy Jackson, Nietzsche ve İslâm diye bir kitap yazmıştır. Kitabında Hıristiyanlara “Sizin bu kiliseleriniz Tanrının mezar çukurlarından başka bir şey değil.” der. Ona göre, Hristiyanlar Tanrılarını, kiliselerine gömmüşlerdir. Müslümanlar da bugün Tanrılarını camilere gömmüşlerdir. Nietzsche diyor ki, “Bir insan oldukça yüksek bir kayanın üstüne çıksın, boşluğa baksın, bu insanda ilk olarak geri çekilme hissi doğar. Bu yokluğu mahküm etmemizin ilk adımıdır.” Mahküm ediyorsun, uzaklaşıyorsun ondan. O zaman yokluk/nihilizm insanın varlığına aykırıdır. “İnsanı ayakta tutacak değerleri, o yokluğun yerine ikâme etmek lazım” diyor Nietzsche. Tarihte Müslümanlarla savaşan Katolikler köpürür. İslam kültürünün Batı’ya girmesini engelleyen ve karanlık çağları Avrupa’ya yaşatanlar olarak onları eleştirir. Muhammed İkbal iyi bir Nietzsche tilmizidir. 

Değer insanı ayağa kaldırır
İkbal İslâm Düşüncesinin Yeniden İnşası kitabında “Bazı değerler köleleştirici değerlerdir” der. Değer deyince pozitiflik atfetmiş olduk ama, hak etmeyen birinin karşısında tevazu göstermek İkbal’e göre köleleştirici bir değerdir. Muhammed İkbal, niye değerleri köleleştirici değerler olarak tasnif ettiğini şöyle anlatıyor: ”İngiltere’de namaz kılarken yanımda bir Türk mücahidi vardı. Namazdan sonra bana dedi ki, Hindistanlı Müslümanlar secdede çok uzun kalıyorlar, neden?” Dedim ki; “Aziz Türk mücahidi bilmiyor ki kölelerin secdesi uzun olur.” Bu bildiğimiz secde değil. Adamın isyanı Hindistan’ı köleleştiren İngiltere’ye karşı ayağa kalkmayan hem Hindusuna hem Müslümanına. Değer dediğiniz şeyin değer olabilmesi için bir adamı ayağa kaldırması lazımdır. Dinin, imanın, imanın bizi yönlendirdiği değerlerin iki tür insan yetiştirmesi mümkündür. Ya anonim yani ortada gözükmeyen, silik, şahsiyetsiz ya da inisiyatif alan, sorumluluk alan, kendisine emanet verilecek bir şahsiyeti olan bir insan. İkisini de üreten değerlerdir. 

Dini anonim insan yetiştirmez
Dini değerlerin yetiştirdiği insan anonim değildir, tam tersi cemaatler anonim kişi yetiştirir. Kişi kendisini şu cemaattenim diye tanımlar, kendi kişisel tarihiyle tanımlamaz. Adam der ki, “Diyarbakırlıyım,” sonra da “Ben şu aşirettenim” der. Kendisine ait bir kişisel tarihi yoktur onun. Birey olamamıştır. Müslümanlar hala birey olamadılar. Kur’an bireyi öne çıkarır. Birey kelimesinin Arapçası ferttir. Kur’an’da ferdiyet olarak geçer. Modern düşüncenin temel özelliklerinden biri de, bireyi öne çıkarmasıdır. Kur’an’da ”Allah sizi fert fert hesaba çekecek” der (Bakara 2/284). Ait olduğunuz anne babanın, kabilenin, cemaatin size hiçbir faydası yok, demektir. Modern kültüre yapılan eleştirilerin başında, modern düşüncenin ferdiyetçi oluşu gelir. Oysa din de ferdiyetçidir. Din aynı zamanda fert oluşunun farkında olan bireylerin oluşturduğu cemaattir. Buradaki toplumu ‘biz’ diye tanımlarsak, her birimiz de teker teker ‘ben’ olmuş oluyoruz. Eğer bir ‘ben’ ‘biz’den istediği an özgürleşemiyorsa silik bir ‘ben’dir. ‘Biz’ ‘ben’lerden oluşuyoruz. Bu ‘ben’ o kadar güçlü bir ‘ben’dir ki istediğinde ‘biz’e aykırı görüş belirtebilecektir. ‘Biz’ de o kadar güçlü olmalı kı ‘ben’lerinin farklılıklarını, farklı düşüncelerini bir zenginlik olarak görebilmelidir. Bir mayalanmanın, yeni bir varlık ortaya çıkarmanın ön şartıdır farklı olanların bir araya gelmesi. Herkesi tek tipleştirmeye çalışmak, bu doğa kanununa aykırıdır her şeyden önce. 

Farklı görüş beyanı 
Peygamberimizin, ümmetimin birbirinden farklı görüşler beyan etmesi rahmettir, sözünü anlarken ihtilaf ile iftirak arasındaki farkı dikkate almalıyız. 18 yaşında bir arkadaşımız, dedesi vefat edince anne babasını karşısına aldı ve dedi ki, “Ben şimdiye kadar sırf dedemin hatırına, dedem çok üzülür diye söylemedim ama 5 yıldır ateistim.” Namaz kılan bir çocuk bu. Annesi beni aradı. Telefonda ağlıyor, “Tamam ateist, hırsız, arsız değil, yakalanıp polis tarafından götürülmedi.” dedim. Hocam ne diyorsunuz, şimdi ölse kafir olarak ölecek.” diyor. O kadar içselleştirmiş ki olayı. Aradan bir yıl geçti epey bir mücadele verdi. Sonunda karar verdi “Allah varmış,” dedi. Bu çocuk bir şekilde içindekini söyleme cesaretini bulamadı dedesine. Bizim çocuklarımızın bir kısmının samimi bir şekilde dine, Allah’a inancı vardır. Bir kısmı inanılmaz sorunlarla boğuşuyor ama içinde tutuyor, ancak çok zorda kaldığında patlıyor. Bir kısmı da dinle Allah’la hiç alakası olmayan, hiç bir şeklide böyle bir konuyu tartışmayan çocuklar. Keşke kafalarındakini açık açık tartışacak cesareti onlara verebilsek. Sorun olarak gördüklerini içlerinde büyütüp, onun esiri haline gelmeseler.

Evlerinde otursunlar!
Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde çalışan biri beni arayıp İmam Hatip’te okuyan kızının ateist olduğunu söyledi. Geldiler konuştuk. Dedim ki kızın annesine: “Ortada bir sorun var ama bu sorun bu çocukla ilgili değil, burada sorun sizinle alakalı. Sizin bu çocuğa anlattığınız din güven veren bir din değil. Kız diyor ki, “Ben onurlu bir insan olarak Kur’an’da kadınlarla ilgili söylenen ayetlerden rahatsızım. Kur’an’da, kadınlar evlerinde otursunlar, diye yazıyor.  Allah bana ‘Evinde otur’ diyor. Bunu bana kocam dese tartışırım. Kur’an’da olunca ben ayetle karşı karşıya gelmiş oluyorum.” Buna cevap veremediğin zaman çocuk sapıtmış mı oluyor? Hayır, sen cevap verememiş oluyorsun. 
Hüseyin Atay hocaya, “Peygamber eşlerine söyle evlerinde otursunlar” (Ahzab 33/33) diye tercüme ettiği ayetle ilgili olarak, ayetin devamında “Kadınların zekat verdikleri söyleniyor. Kadının zekat vermesi için çalışıp para kazanması gerekir. Kadın evde oturursa nasıl çalışacak, para kazanacak ve zekat verecek.” diye sordum. Mâtürîdî tefsirinde bu ayeti tahlil ederken, “Ya evlerinde vakarlı olsunlar ya da evlerinde otursunlar” şeklinde iki anlam verildiğini söyledim. Bizim kültürümüz, “evlerinde otursunlar” anlamını almış. Bu kızımız buna itiraz ettiği zaman Kur’an’a mı itiraz etmiş oluyor, Kur’an’dan yorumla çıkarıp kültür hâline getirdiğimiz bir anlayışa mı itiraz ediyor? Dinin gerçekleri insanlara anlatılmadığı sürece bu sorunlar önümüze sürekli çıkacaktır. Kur’an kadını birey olarak tanımlıyor, o zaman birey olarak tanımlamanın faydasını görmesi gerekir. Bugün yaşayan insanlarla, dinin, Allah’ın arasına mesafe koyan bizim yorumlarımızdır. 

Din dönüşüm ister
İrlandalı tiyatro yazarı George Bernard Shaw, Allah’ı Arayan Kara Kız adlı kitabında, Tevrat ve  İncil’i son derece eleştirir ama İslâm’a gelince tam tersini söyler. Hz. Peygamberle ilgili “Muhammed mezarından kalksa bir kahve içene kadar dünyanın sorunlarını çözerdi” der. “Çünkü Muhammed, birbirini yiyen bir toplumu ayağa kaldırıyor. Bu kural tanımaz toplum birkaç yılda dünyaya yayılıyor. Afrika’yı, Asya’yı, daha sonra Portekiz ve Güney İspanya’yı, Sicilya’yı fethediyor.” Avusturyalı tarihçi Henri Pirenne,  “Bir ordu nasıl olur da bu kadar hızlı fetih yapar, bunun dünyada başka örneği yok, diye sorar. Sonra cevabını verir: Çünkü İslâm sömürge topraklarını fethetti. Topraklar zaten sömürge topraklarıydı, saltanat ordusunun dışında halkla hiçbir zaman çatışmadılar. Halk da karşı çıkmadı bunlara. Zaten sömürülüyorlardı. Bir de bunlara bakalım dediler.” Bu fetihleri gerçekleştiren insanlar peygamberin İslâm’la dönüştürdüğü insanlardı. Bir insanın saçının rengini değiştirmesi değişimdir. Yarın beğenmezse geri eski rengine çevirebilir. Derler ki, dönüşüm 20 yılda olur. Çünkü dönüşümün ana motoru duygulardır, fizik değildir. Yani sakal bırakmak ya da cübbe giymek değişimdir. Yusuf İslam’ın Müslüman olduktan sonra aldığı hal, değişimdir. Bu dönüşüm anlamına gelmez. İçinde hala fırtınalar kopuyor olabilir. Sahabenin büyük bir kısmı değişmişti, çok az bir kısmı da dönüşmüştü. Öyle olduğu için peygamberi mezara defnettikleri zaman bir sahabenin şu sözü söylediğini biz tarih kitaplarında okuyoruz: “Peygamberi kabre defnedip, kabrinden elimize bulaşan toprakları silkeledikten sonra aslında bizim onun getirdiği İslam’la hiçbir bağlantımız kalmamıştı.” 

Arapların tamamına yakını dinden döndüler
Bir güç Arapları bir arada tutuyordu. Peygamberimizden sonra Araplar, “Tamam bu iş bitti eski halimize dönelim.” dediler ve döndüler. Kur’an’da bunun ön uyarısı vardır.  “Peygamber ölür ya da öldürülürse topuklarınız üzerine geri mi dönersiniz?” (Ali İmran 3/144). Arapların büyük bir kısımı sadece değişmişti. Kılıç Müslümanları derler ya, işte tam onlardan. Korkudan Müslüman olmuşlardı. Hüseyin Atay, bir sohbetinde bize sordu. “Kur’an münafık diye bir kavramdan bahsediyor, münafık kimdir?” Hz. Peygamber’in Mekke döneminde münafık yok. Saflar net: Mümin ya da müşrik. Medine’de kimin müşrik, kimin mümin olduğu belli ama münafık belli değil. Hocanın sorduğu şu, “Peygameberin vefatına kadar peygamberin bildiği ve açık etmediği bu adamlar onun vefatından sonra ne oldular? Nerede bunlar? İşte, İslâm toplumunun yaşadığı kargaşanın sebebi bunlardır.” dedi. Hucurat Suresi’nde, “Araplar diyor ki iman ettik, siz iman etmediniz ama Müslüman olduk deyin.” (Hucurat 49/14) Buna Kur’an itaat etmek de diyor. Müslüman teslim olan demektir. Müslüman olanların büyük bir kısmı güce teslim oldular, gerçekten iman etmediler. 

Müminliğin kriterleri vardır. Üç kriteri önemsiyorum. Bir Mümin şu üç konuda kendisini kontrol etmelidir. 

Devam edecek

Rüştü Kam

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.