NEDİR BU YAZARLARIN SİZLERDEN ÇEKTİĞİ?

ABONE OL
18:52 - 01/10/2020 18:52
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Ne zamandır yazmayı düşünüyordum ama bir türlü sıra gelmedi. Gündem o denli yoğun ki 24 saat durmaksızın yazsanız, bitecek gibi değil. Bir de sosyal konularda, gördüğünüz yanlışlıklar, üzüntüleriniz yanı sıra, doğru ve güzel olan hayata geçsin istedikleriniz var, bunları da kaleme almadan olmaz, o nedenle aklımda pek çok başlık altında yazılacak konu olmasına rağmen, bir türlü sıra gelemiyor bazılarına…
Daha hassas da oldum sanırım artık, öteden beri kırılgan olan yapım daha da kırılganlaştı, hassaslaştı. Zaten adam sen de, kendi terbiyesizliği deyip geçemiyor, görmezden gelemiyordum saygısızlıkları, şimdi hele iyiden iyiye…
Sürekli dile getirdiğim ve yaşamım boyu kendime ilke edindiğim ve de herkesten de beklediğim bir gerekliliği yazımın konusu vesileyle yineleyeceğim. ”Hiç kimse, hiç kimseye saygı duymak zorunda değildir lakin saygılı davranmak zorundadır!!!”
Bir iki söylem daha ilave etmek istiyorum izninizle. ”İnsanların gerçek kişiliği ve terbiyeleri, tartışmalarda, kavgalarda ortaya koyar kendisini!!!” ve yine çok sevdiğim bir söz; Hz. Muhammed’e ait bir söz, ”İnsanın kişiliği, dili altındadır!!!”
Pek çok yazan arkadaşıma olduğu gibi, bana da saygısızca, anlayıp dinlemeden, sadece bir cümleye ya da başlığa takılıp aklınca yorum yaptıklarını sanarak saldıranlar vardı, hâlâ da var. Ruhlarının hastalığına hükmettim sonuçta. Çünkü konuyla alakası olmayan saldırılardı çoklukla.
Depremden söz etmişim, hatırlatmak istemişim yetkililere hesap sorarken bir yandan da… Ölü sayısının gizlendiğini belirtmişim. Fondaki paraların nerede olduğunu, nerelere harcandığını, ne gibi tedbirler alındığını, gerekli hazırlığın tamamlanıp tamamlanmadığını sormuş, yazımı da, depremin kapıda olabileceğini belirterek Allah korusun diye sonlamışım.
Ve yorum: Sıkışınca Allah dersiniz, başka zaman adını anmazsınız. Siz kim oluyor da Allah’ın adını ağzınıza alıyorsunuz? Kirletmeyin Allah’ın adını. Ecevit’in ölü sayısını sakladığını niye söylemiyorsun, deprem vergisini hâlâ ödediğimizi niye belirtmiyorsun, o paralar nereye gitti sorsana, işine gelmiyor değil mi? Vs, vs…
Belli ki okumamış yazımı. Açıklıyor, izah ediyorum, nezaketle ve ağzımı bozmuyor, sinirime hâkim olmaya çalışıyorum ve de davranışımdan utanmasını bekliyorum. Nafile, ne dersem diyeyim, o kafasındaki şablonla yanıtlıyor, başka birine yanıt veriyor adeta. Her yanıtında daha saldırgan, daha saygısız, daha terbiyesizleşiyor. Terbiyeye ve yazdıklarımı doğru dürüst okumaya davet ediyorum ama dönmüş gözü, biriktirdiği kini, nefreti dökecek illaki, ne dediğim, neyi anlatmak istediğim hiç önemli değil. Sonraları anladım ki daha önce başka rumuzla ama aynı üslupla yazan kişi bu. En sonunda bunalıp, ”Yüreğin varsa, sözünü mertçe söyle ve de erkeksen şayet, erkek adama yakışırlıkla adını açıkla, kim olduğunu söyle. Erkek misin kadın mısın onu bile bilmiyorum. Rumuzlar ardına saklanma, mert ol” diyorum. O mertlik davetime icabet etmese de, bir tümcesinden anlıyorum kim olduğunu ama o hâlâ farkında değil ya da anlamazdan gelerek, bildiğini okuyor başka başka rumuzlarla ve daha da asabileşip terbiyesizleşerek ve de son derece saygısızlaşarak…
Bugün bulunduğumuz yerdeki halimizle, Cumhuriyet Bayramını kutlamaya yüzümüzün olmadığını üzülerek dile getirdiğim yazıma, ironi yaparak bir başlık koymuşum; adam kalkmış, ”Selam Perihan Hanım, Siz Cumhuriyet Bayramını kutlayamazsınız zaten, siz İspanyolların, Domates Paskalyasını kutlayın. (Domates Paskalyası?!) Cumhuriyetin ihtiyacı yok size” diyor.
Bir diğeri ki sözde beni iyi tanıyan, çok sevip dostum olduğunu her vesile yineleyen ve yazılarımı takip ederek ne ve nasıl olduğumu iyi bilen biri ise, ”Ben size inat kutlayacağım, ben Cumhuriyet kadınıyım, keşke siz de yanımızda olabilseydiniz meydanlarda…”
Bir grup adam ise, bir başka yazım vesilesiyle, sözleşmiş gibi ki sonra hepsinin arkadaş ve de belli grubun mensupları olduğunu çözüyorum. ”Senin gibilerin katli vacip, silahlanıyoruz, kökünüzü kazıyacağız, listenin başında da sen varsın” diye başlıyorlar, sonrasında söylediklerini ise, ne dile, ne de kaleme almaya terbiyem uygun değil.
Yapılan yorumlara bakar mısınız?!!
Çok belli ki kimi sadece başlığa bakıp yorum yapmış, yazıyı hiç okumamış, kimi de, okumuş lakin ne demeye çalıştığımı, ne anlatmak istediğimi, hiç mi hiç anlamaya çalışmamış!
Güleyim mi, ağlayayım mı?..
Karar veremedim!!!
Lakin komik ve okuduğunu anlamaktan aciz pek çok insan olduğunu gördüm yazmakta olduğum süreçte. Yalnızca belli bir kesimde değil, tam tersi gruptan da var. Hatta Ateistler, Deistler kendilerince ki anlamını da bilmediklerinden eminim bazılarının. Çünkü bir başka yazıma, kesinlikle dini bir içeriğe sahip olmamasına rağmen; biri bir kelimeye takılıp: Pis yobaz, cahil, biraz kitap oku, biraz çık o çağ dışılığından, aklını başına topla, git o savunduğun çarşaflılarla yaşa. Onların yanında yer al. Olmayan Tanrıya inanmaya devam et. Sizin iktidara taşıdığınız bu parti… Vb bir sürü haksız ve alakasız söz sarf ederken, aynı yazıya bir başkası: Cahil, ahlaksız, senin gibi Allah düşmanları yüzünden bu hale geldi bu ülke. Allah bunun hesabını soracak sizlere. Biraz dinini öğren, bir iki kitap oku, Aç Kur’an’a bak ne diyor. Siz komünistler… Deyip bana bir de ayetlerden örnekler veriyor.
Gülmem, kahkahayla gülmem gerek lakin elde değil, titriyor elim ayağım. Aynı yazıdan bu denli alakasız ve zıt iki anlam nasıl çıkartılır? Bir insan hem yobaz, çağ dışı ve iktidardan yana, hem de inançsız, Allah düşmanı ve komünist nasıl olabilir anlayabilmiş değilim!
İnsanlıktan, insan olmanın gerekleri ve erdeminden söz etmişim bir başka yazımda ve demişim ki; ”Asıl ve öncelikli olan insan olmaktır, kadın veya erkek olmaktan önce!”
Şahsın biri yorum yapıyor yine rumuz ardından: Bana bak; bırak bu kadın erkek ayrımını, önemli olan insan olabilmektir önce ama sen gibiler ne anlar insanlıktan!..
Ölür müsün, öldürür müsün sözü, sanırım böylesi durumlar sonucu ortaya çıkmış.
Kendimden ya da yakınlarımdan bahisle anlatmaya çalışırım bazı konuları, sonuçları ibret ya da örnek alınsın diye. Kendimle dalga geçtiğim de olur bazen veya herkesten önce kendime güldüğüm, keşke yazıda da gülümseme işareti kullanılabilse de şu tümcenin sonuna koyabilsem diye hayıflandığım… Yine böyle yola çıktığım bir yazı, amacım kendimi methetmek falan da değil, eğrisi doğrusuyla, bir olay karşısındaki tavrımı örneklemişim, bir dostum(!) yorum yapmış, sözüm ona tenkit etmiyormuş ama kendisini öylesi methetmiş ki benim yanlışımı vurgulayarak, alıp yerden yere vurmak hafif kalır. ”Keşke konuya yorum yapsaydınız veya bir yazın hatası varsa, onu dile getirseydiniz. Yorumlarda amacımız, kişiliklerimizin mukayesesi ya da yarışı değil vb incindiğimi ifade eden bir yanıt verdim ve dostluğumuzun sonu oldu bu yanıtlaşma. Garipsedim ve üzüldüm böyle ve bu kadarla sonlanmasına ama demek ki dost değilmişiz diye düşünüp üzüntümü hafifletmeye çalıştım.
Hacla ilgili bir yazımda, öncesindeki şartları dile getiriyorum ki benim koyduğum ya da uydurduğum şartlar da değil; yorum: Sen kim oluyorsun da, Allah adına hüküm verip kendince değiştiriyorsun dinin gereklerini, cehennemliksin, çabuk tövbe et deniliyor. Yine beni yazılarımdan iyi tanıyan ve dostum olduğunu sandığım kişi, bilgimi azımsayıp beni zırcahil göstererek, uzmanlaşmış(!) üstün bilgisini vaveylayla, üstüne basa basa, yere göğe koyamamaksızın kendisini, akıl ve ders vererek ve de adeta azarlayarak, yerden yere vurup kâfir ilan ederek, cehennemde yerimi ayırtıyor. Ondan cesaretle de, peş peşe geliyor hiç tanımadığım kişilerden hakaretler, her bir defasında daha da saldırganlaşıp daha bir ağza alınamayacak hakaretler ederek. Onca açıklamama, izahıma rağmen, hepsi oy birliğiyle cehenneme gönderiyorlar beni kâfir ilan ederek! O dostum(!) ise ki dost, bir yanlış varsa kulağa fısıldar benim bildiğim, uluorta, avaz avaz ilan edip aşağılamaz dostunu, sessizce izliyor beni hakarete boğuşlarını, cehenneme gönderişlerini ve de tek bir laf etmiyor çıkıp da.
İnsanların birbirlerine hitaplarında daha dikkatli, mesafeli, saygın ve zarif olmalarından yana olduğumu belirtiyorum bir defasında da, yorum: Ne o teyze, rahatsız mı oldun, neden yaşını saklıyorsun, teyzesin işte, ne var bunda? Oysa yaşım da çok belli oluyor yazımda, sakladığım falan da yok!
Biri ise, çok belli ki yazıyla falan alakalı değil, merakı şahsi, beni tanımak istiyor yakinen, çok özel sorular soruyor yazıdan yola çıkarak. Amaç belli lakin anlamazdan gelip okur merakı olarak algılamış görünüyorum. Uygun bir lisanla yanıtlıyorum, ancak bir okuyucuya, hiç tanınmayan bir yabancıya olabilecek açıklanırlıkla ve genel hatlarıyla… Hoşnut olmuyor ki amacının kabul görmeyişinden, ” Aaa sen yaşlıymışsın, fark etmemişim, kusura bakma babaanne” diye bir yanıt geliyor, sanki babaanne oluşumu saklıyormuşum gibi. Maksat amacına ulaşamamanın intikamını almak, aklı sıra acıtmak!.. Oysaki övünç duyuyorum yaşım ve babaanne oluşumla. Bu yaşa gelememek de var kimileri için kaderde, bırakın torunu, evladını göremeyen anneler var. Ne mutlu bana ki ve de şükürler olsun… Hiç istifimi bozmaksızın, acıtamadığını da ifade adına, o göremese de gülerek, ”Dilerim siz de yaşlanabilesiniz, dilerim size de nasip olur torun sahibi olmak, Allah sizi o güzel duygudan mahrum etmesin” diye yanıtlıyorum.
Vitalseksüelliğin aslında kadın lehine oluşunun çarpıtılarak, hatta tamamen ters yüz edilerek, erkek lehine çevrilişinin yanlışlığından söz ettiğim bir yazıma ise, bir Dr. Hanım yanıt yazıyor; ”Seks insanın en temel ihtiyacıdır, gereklidir de yaşaması için, yokmuş gibi bahsedemezsin, ayıp, günah sayamazsın. Bu yaşamın gerçeği. Bunu da bilinçli yazıyorum, çünkü ben bir doktorum. Haydaaa, iyi güzel, doktorsun da kardeşim, nasıl doktorsun sen, daha okuduğunu anlamaktan acizsin?! O yazının neresinde, günah, ayıp gibi vurgular var, neresinde seksi dışlayan, yok var sayan bir sözcük var? Hatta ben, araştırıp bilimsel verilerle, Vitalseksüaliteyle seksin daha sağlıklı ve hazlı bir paylaşım olacağını ama kadının değil, erkeğin Vitalseksüel olması gerektiği, bu görevi ancak erkek yüklenirse başarılı olunacağını ele almışım bu yazıda, beni haksızlıkla tenkit edip doktorluğuna vurgu yaparak azımsayacağına, otur da doktorluğundan utan diyesi geliyor insanın.
İcapçı doktorları almışım ele başka bir yazımda da. Hele mahrumiyet bölgelerindekilerinin yaşadıkları zorlukları, güç koşulları, emeklerinin karşılığını alamayışlarını, çalışma tempolarının dayanılır gibi olmadığını, seslerini duyuramadıklarını, daha doğrusu duyması gerekenlerin duymadığını, anlatmışım büyük üzüntüyle…
Yine bir doktorumuzdan yorum: İcapçı doktorlarla ilgili yazını okudum. Ne o öyle, bilmediğin konuda ahkâm kesiyorsun da bizi suçlayarak, bir eli yağda, bir eli balda gösteriyorsun? Ne zorluklarla savaştığımızı biliyor musun, neler çektiğimizden haberin var mı da bizi suçluyor, yaşamlarımızı güllük gülistanlık gibi anlatıyor, dalga geçiyorsun bizlerle?..
Aaaa… Delireceğim… Yuh diyesim geliyor!.. Son zamanlarda gençlerin ağzına pelesenk olmuş, o çirkin ve de çok ayıpladığım sözler geliyor dilimin ucuna ama zaman zaman olduğu gibi boşuna yazdığımı düşünüp emeğime acıyorum sadece!
Nasıl bu denli bambaşka anlıyorlar yazılarımı?! Hayretler içinde kalıyorum ve soruyorum kendime defalarca: Nereleriyle okuyor bunlar yazılanları?!!
Tek yanıtı var, daha önce de belirttiğim gibi; ya hiç ya da doğru dürüst okumuyor veya okuduklarını anlamıyorlar her kesimden de bazıları. Belki de hastalar, bağcı dövmek amaçları anlayıp dinlemeden ve de saldırmak ama ne adına, kime ve nasıl olursa olsun fark etmeksizin!!!
Namık Kemali hatırlıyorum her bir yorumda bir kez daha. En zor şey, cahile laf anlatmaktı deyişiyle. Namık Kemale bir sürgün dönüşü sorar gazeteciler: Bunca sürgün yaşadınız, hapis yattınız, zindanlarda eziyet çektiniz, sizin için en zor olanı hangisiydi? Yanıt verir Namık Kemal: Hiçbiri. En zoru cahile laf anlatmaktı!
Her iki kesimin de cahilinin tek ortak özelliği var ki yıllardır gerçek yaşamda da şahit olduğum ve çok üzüldüğüm; bunlar kulaktan dolma bilgilerle, oturup okumaksızın, anlamaksızın, araştırmaksızın bir yerlere mensup hissedip kendilerini, akılları sıra militanlığını yaptıklarını sanıyorlar, saldırganlaşıyor, bağırarak, hakaret, tehdit ederek, kavgayla, hatta küfrederek…
Küfür, hakaret, kavga aczin ifadesidir, yetkin olmayışın, ezikliğin, cahilliğin ifadesi ve dışa vurum biçimidir!
Kendini bilen ve yetkin kişi, oturup doğru dürüst okur yazılanları, ardından da düşünür, ne anlatılmak istendiğini.
Şüphesiz ki bizler yazarken, biliyoruz ki fikrimize katılınmadığından ya da farklı, hatta tam tersi düşünceyle, her yazdığımız kabul görmeyecek, bazıları beğenilmeyecek… Muhakkak ki her yazdığımıza alkış da beklemiyoruz, kayıtsız şartsız kabul görürlük de değil beklentimiz. Sadece kendi penceremizden görebildiğimizce, düşünebildiğimizce, bilebildiğimizce ve elimizden geldiğince yazmaya çalışıyoruz. Eleştiriye de açığız, hatta karşı çıkışlar, farklı savunular aklımıza yatarsa, biz görememişsek, eksiklerimiz varsa, teşekkür de ederiz tamamlayışlara, yeni bilgiler, bakış açıları oluşturanlara. Hepsine açığız ama saldırılara, saygısızlıklara değil!
Saldırmaz kendini bilen, insana özgü bir davranış biçimi de değildir saldırı. İnsan olan, tartışmanın, konuşmanın adabını bilir, ne kadar zıt ve kendisine göre yanlış fikir beyan etse de karşısındaki, terbiyesini bozmaksızın, nezaketle uyarır, bilgi aktarımında bulunur, saygıyla doğruya eğindirmeye, yanlışını anlatmaya çalışır! Hele de tanıdık, hele hele dostsa, bunu kulağa fısıldayarak yapar, uluorta, avaz, avaz, herkese duyurarak değil.
Ayrıca, yazarların görevi, her nabza şerbet sunmak, herkese şirin görünmek, hele de yaranmak değildir. İstense bile, herkesi memnun etmek de mümkün değildir zaten ve de birileri memnun olsun diye de yazmaz, kaleminin boynu dik ve onurlu olan yazar! Doğruları da, yanlışları da hiç çekintisiz, adam kayırmaksızın yazar. Korku ve kim ne diyecek endişesiyle de kaleme almaz düşüncelerini. Katılır ya da katılmazsınız, o yazı yazarın doğrularıdır, doğru gördükleridir ya da yanlışları, yanlış buldukları ki bu babası bile olsa!..
Her iki grubun da bu tür kişileri nefret ettiriyorlar. Yukarıda bahsettiğim tavırlarıyla, milleti dinden soğutuşlarıyla, Allah`tan uzaklaştırışlarıyla, ”İslamiyet buysa, ben Müslüman değilim” dedirterek pek çok kişiye, kazanmak yerine daha bir kaybediyor, hatta İslam’a kan kaybettiriyor, kirletiyorlar ve de bunun hesabını, saldırdıkları kişilere değil, Allah’ın kendilerine soracağını bilmiyorlar!
Diğer kesimin cahilleri ise…
Pek farklı değiller aslında!..
Aydın ve okumuş geçinenleri de öyle!..
Neyse; onlara da Allah akıl fikir versin, ne diyeyim!..
Gerçek inanan, gerçek mümin, bilgili, birikimli, aydın kişi güler yüzlüdür, yumuşak huylu ve hoş görülüdür, güzellik ve nezaketle belirtir gördüğü bir yanlışı, eksiği, zarif bir üslupla dile getirir yazarın yanılmakta olduğunu ya da yanlışı olduğunu, güzellikle, kırmadan, incitmeden, aşağılamadan, azımsamadan anlatır ve aktarır bilgisini…
Okur; okuduğunu da doğru dürüst okur amacı bilmek, amacı anlamak, amacı öğrenmek olan kişi!!!
Olgun, saygın, seviyeli, vakur, yetkin ve aklıselim sahibi herkes gibi!!!

Perihan Reyhan Alkan

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.