KLAVYE SİLAHŞÖRLÜĞÜ MÜ? BİLGİ PAYLAŞIMI MI?

ABONE OL
18:15 - 01/10/2020 18:15
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

KLAVYE SİLAHŞÖRLÜĞÜ MÜ? BİLGİ PAYLAŞIMI MI?

Sosyal medya paylaşımları gazete ve televizyonların önüne geçmiş durumda.

Her hangi bir yerde ki olay cep telefonu ile anında yayına konuyor, paylaşımlar ile bütün dünyanın haberi oluveriyor.  Özgürlüklerin korunması, demokrasi, insan hakları ve temiz siyaset açısından son derece yararlı elbette. Düne kadar filmlerde görebildiğimiz gizli kameralar, uzaktan sesli çekimler, böcekler, telefonların kapalı iken bile dinlenebilmesi günümüzde gerçek oldu ve casus filimlerini çaptan düşürdü. Artık kimse bunları izlemiyor, gördüğü alet ve edavata itibar etmiyor.

Tabii, bununla birlikte teknolojinin ulaştığı noktada olmamış olayları olmuş gibi göstererek geniş halk kitlelerini etkilemeniz, yanlış düşünceye sevk etmeniz, son günlerde algı operasyonu denilen yanıltıcı mesajlar yaymanız da mümkün. Hacker’ların devletin iletişim kurumlarından bile daha güçlü olabileceği Avni gerçeği ile ortaya çıktı.

Bazı insanların; üç kuruşluk menfaati için birbirini sırtından bıçakladığı, hemen saf değiştirdiği, inandığı bütün değerleri sattığı,  günümüz ahlak anlayışının bir parçası oldu. Egemen güç maddi çıkar olunca tüm değerler bitiyor. Gerçek ayakkabılarını giyene kadar yalan dünyayı dolaşıyor.  Aradan bir müddet geçtikten sonra ufak tefek şeylerin nasıl abartıldığını, bire bin katarak çoğaltıldığını fark ediyorsunuz. Ancak iş bitmiş oluyor. Hitlerin dediği gibi, bir yalanı kırk kere söylediğinizde herkes inanıyor.  

Prof.Dr.Haydar Baş ile ilgili yazdığım yazı üzerine bir okurum; “Klavye silahşörlüğünü bırak, yoksa seni de mi satın aldılar?” gibi ipe sapa gelmez bir mesaj göndermişti. Bende “Bilgiyi paylaşmak ne zamandan beri klavye silahşörlüğü oldu?” diye karşılık vermiştim.  Sonra da eklemiştim; “Yazdıklarımı beğenmiyorsanız okumazsınız.  Bu özgürlüğünüz kısıtlanmış değil.  Asıl klavye silahşörlüğü, iki satır hakaret dolu mesajlar yazarak göndermektir. Yazımda yanlış olan ve beğenmediğiniz konuları eleştirin, tartışalım. Mesajınızın altını doldurun. Yoksa sizi ön yargılı olmakla suçluyorum”

Tabii, tarafıma bir cevap gelmedi.

Ne yazıkki sosyal medya’da klavye’ye ulaşma becerisi olan herkes, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olarak karşınıza dikiliyor.  Yazdığınız yazıları okumadan, başlığına bakarak eleştiri yağdırıyor ve taraf oluyorlar. Her satırında suçlama, her satırında muhalefet olan mesajlara cevap vermemek söyleneni kabullenmek anlamına geliyor.  Yazışarak bire-bir ikna mücadelesi yapmak ise vakit kaybı. Böyle bir şeyin insanın canını ne kadar sıktığını bilemezsiniz.  Gerçekleri görmemek için körü-körüne inanmış bu tür silahşörler ile yaptığınız yazışmalar küfürlü yazılara ve tehditlere dönüşüyor.

Nedense böyle durumlarda gözümün önüne kahraman şerifin  bir haydut çetesi ile çatışması geliyor. Her ne kadar bu filmlerde şerif senaryo gereği çatışmayı kazansa da,  gerçek hayat ile senaryo pek bağdaşmıyor. 

Yazmak bizim gibi insanlar için bir ihtiyaç. Aklınızdaki bir konuyu yazarak sadece duygularınızı dile getirmiş olmuyor, bilgiyi paylaşarak  topluma karşı görevinizi yerine getirdiğinizi  düşünüyor, huzur duyuyorsunuz.  Yazdığınız  satırlardaki ifadeleri yaşadığınız  gerçeklerin beslemesi gerekir. Bazı şeyleri yorumlayabilmek için de okumak, araştırmak, şahit olduğunuz olaylardan ders çıkarmak önemli. Ancak ondan sonra doğru yönlendirmeler yapabilir, insanlarla bilgi paylaşımında bulunabilirsiniz.

Sayın Haydar Baş’la ilgili yazdığım yazılarda yanılgım olduğunu düşünmüyorum. En azından şimdilik… Çünkü onun karşısına çıkmış, çıkarılmış bir antitez yok. Sosyal Devlet ve Milli devlet adlı kitabı ile Milli Ekonomi Modeli çalışması benim gibi ekonomist olmayan sıradan vatandaşların bile anlayacağı dilde yazılmış. Türkiyede uygulanan ekonomik sistemin çarpıklığını görebiliyorsunuz. Kendi sistemlerinin doğruluğunu iddia edenlerin de, konuyu onun gibi ortaya koymaları gerekiyor.

Bilimsel terimler kullanarak hastanın anlamayacağı dilden konuşan doktorlar gibi ekonomik model tarif etmek olsa-olsa ayni tandansta olan insanların, kendi aralarındaki kısaltma cümleleridir.  “Babanız öldü” demek mümkün iken, “Hasta ex” oldu demek nasıl garibimize gidiyorsa, “Para bitti kardeşim, borç alacağız” demek yerine dolambaçlı cümleler kullanmak, felaketi süslemekten başka bir şey değildir.

Hesapsızca yapılan harcamalar sonunda ülkenin fakirleştiğini, emeklinin, işçinin, memurun cebine giren ekmek parasının küçüldüğünü görüyoruz.  Bunun için pazara çıkmak, doğal gaz faturalarını, su ve elektrik bedellerini geçmiştekiler ile karşılaştırmak yeterli.  Ekmeği ayni gramda tutmak için, içine konulan katkı maddelerinin unun yerini tutmaması gibi, maaşlara yapılan sözde iyileştirmeler de bir işe yaramadı. Milletvekilleri bile aldıkları maaşların yetmediğinden şikayet etmektedirler.

Türkiye de alım gücü düşmüş, refah seviyesi ve yaşam standartları değer kaybetmiştir. Benzin zamları ile vatandaşın cebinden hortumlanan TL. arttıkça, daha az araç trafiğe çıkar olmuş, arabası olmayan vatandaş ise taksi kullanmak yerine yürümeye veya tıka basa dolu belediye araçlarına binmeye mahküm edilmiştir.

Yenilebilir etin 40 ila 60 lira olduğu, sağlıksız kutu sütün bile 4 liraya satıldığı bir ülkede sorunlar sadece ulaşım ve beslenme ile sınırlı değildir. Özel okulları destekleme projesi iflas etmiştir.  Çocukları kilometrelerce ötede bir okula otomatik kayıtla yazdıran sistemin kurucuları,  özel öğretim kurumlarının içine düştüğü çıkmazı da görmez durumdadırlar.  Görevden acilen ayrılması gerekirken, Milli Eğitimdeki her türlü kargaşaya göz yuman ve bakan olarak  kalmayı başaran arkadaşımızı gerçekten de kutlamak lazım.

Sağlık sorununun bittiğini, herkesin ücretsiz olarak hastanelerden yararlanacağını haykıran iktidar sahipleri; ülke nüfusunun kaçta kaçının hastane kapılarında süründüğünden,  hastayı sağlığına kavuşturmak için doktorların nasıl rüşvet  istediklerinden, hastanelere nasıl para döktüklerinden haberdar değillerdir.

Sağlıksız beslenme ve yaşam koşullarına birde göçmen olarak gelenleri ilave edelim. Bunların sorunları ile ilgilenmeyi belediyelerin sırtına yükleyenler, sadece oturduğu yerden ahkam kesip, emir vererek çözüm ürettiklerini sanmaktadırlar. Oysa henüz kendi sorunlarını çözememiş belediyelerin nasıl zora girdiklerini varın siz düşünün…

Kısacası deve misali…  Hiçbir yerimiz düzgün değil… Yüzlerimiz bile gülümsemeyi unutmuş, buruşuk…

Bizim seçim vaatlerine aldanmamıza engel olacak, gerçeklerle yüzleşmemize yardım edecek liderlere ihtiyacımız var.

Yeni Türkiye ve Yeni Cumhuriyet sloganları ile zaten yapılması gereken işleri ön plana çıkaranlara kanmamak,  Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetten ve vatan sınırlarından vaz geçmemek gerekiyor.

Yoksa o mutlu ve güzel günleri çok arayacağız.

Taner TÜMERDİRİM

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.