HİCRET VE HİCRİ YILBAŞI

ABONE OL
18:51 - 01/10/2020 18:51
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

15 Kasım 2012 Perşembe. İslam dünyası Hicri yılbaşını kutluyor, Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicretinin 1434’üncü yılını.

Müslümanlar bugün yeni bir yıla girdi. Hicri 01 Muharrem 1434 yeni yılın birinci günü. Bu vesileyle tüm müslümanların yeni yıllarını kutluyorum ve yeni yılda hayırlı hizmetlerin altına imza atmalarını temenni ediyorum. Hicri 1434 yılının tüm insanlığa huzur, mutluluk ve bereket getirmesini diliyorum.

Bugün idrak ettiğimiz 1434’üncü Hicri yılın başlangıcı hicret esas alınarak tespit edilmiştir. Miladi takvime göre, 622 senesinde Hz. Muhammed ve ashabı, putperestlerin onlara Mekke’de hayat hakkı tanımaması üzerine Medine’ye hicret/göç etmişlerdir.

İşte müslümanlar takvimlerinin başlangıcı olarak bu günü seçmişlerdir. Hz. Ali teklif etmiş ve Hz. Ömer de kurmay heyetiyle birlikte bu günü yeni yılın başlangıcı olarak onaylamışlardır.

Hicret

Hz. Muhammed peygamberlik görevi alan son kişidir. Bütün peygamberlerin çektiği çilenin benzerini o da çekmiştir. 40 yaşına kadar kabilesinin ve Mekke şehrinin gözdesi olan O Yüce İnsan Allah’ın bir olduğunu insanlara hatırlatma görevi alır almaz, Mekkel’iler tarafından sakıncalı insan listesine kaydedilmiştir. Başta akrabaları olmak üzere tüm Mekke halkı onun karşısına geçerek çetin bir mücadeleye giriştiler, dışladılar onu, arkadaşlarını öldürdüler, amborgo uyguladılar onlara, kendi şehirlerinde aç bırakıldılar, insanlar onlara veremli gibi davrandılar. İşkenceler dayanılmaz hale geldi ve aradan tam 13 yıl geçti. Sayıları 400’e ulaştığı bir dönemde hicret emri geldi. Mekke’den Medine’ye göç edilecekti. Buyruk böyleydi.

Peygamberimiz sevincinden göklere uçuyordu, mutluydu. Koşarak geldi can dostu Ebu Bekir’in yanına. Yol arkadaşı olarak seçti onu. Yerine vekil olarak yeğeni Hz. Ali’yi bıraktı. Abdullah b.Uraykıt -müşrikti ama işinin ehliydi ve ağzı sıkı birisiydi- mihmandarlık yapacaktı, Abdullah b. Ebu Bekir ve Esma binti Ebu Bekir arkada kalan izleri yok edecekler ve lojistik destek sağlayacaklardı. Sevr mağarasında iki gün kalınacak ve üçüncü gün sabahtan itibaren yola revan olunacaktı.

Medine’de onları bekleyen dostları vardı, anlaşma yapmışlardı onlarla, desteklerini almışlardı onların, biatlaşmışlardı onlarla. Yabancı bir diyarda yalnızlık çekmeyeceklerdi.

Sonra, akrabaları da vardı Medine’de o Elçi’nin. Artık görevine kaldığı yerden Medine’de devam edecekti. Dostları önceden gitmişlerdi Medine’ye. Elçi onların güvenliğinden emin olduktan sonra, en son çıktı yola.

Bu açıdan bakıldığında hicret zulümden kaçıştır. Samimi insanların birlikteliğidir. Zor durumda kalana kucak açmaktır. Aynı amaç uğrunda bir araya gelen insanların kenetlenmesidir. İyi günde ve kötü günde yardımlaşmaktır. İnancın hayata hakim kılınması için, geleceğe yatırım için yapı taşları gibi kenetlenmektir.

Hicret kavramı ”Terketmek, ayrılmak, ilgisini çekmek” anlamlarına gelir. Kişinin herhangi bir şeyden bedenen ve şuursal olarak ayrılıp uzaklaşması demektir. Kur’an bu anlamlarda 31 yerde kullanmış bu kavramı:

”Kur’an’ı terketmek (el-furkan/25-30)” /

”Bir kişiden veya gruptan ayrılmak (el-nisa 4/34; Meryem 19/46, El Müzelmin 73/10)

”Kötü şeyleri terketmek(el müddesir 74-5)”

”Allah uğrunda başka bir yere göç etmek, (el bakara 2/18).”

Hicret inkılaptır/Devrimdir

Ali Şeriati, ”Her Hicret Bir İnkılabtır” adlı kitabında hicretin önemini şöyle anlatır: Hicret, ilk önce nefislerimizdeki her türlü gayri islami anlayış ve duygulardan arınmak, amellerimize yerleşen gayri islami davranış ve alışkanlıkları terketmektir. Hicret insanın en çok sevdiği, fakat Allah’ın dininin yaşanmasına engel olduğu zaman vatanın, milletin, ailenin, sosyal sınıfın, makam ve mevkinin Allah’ın dinine hizmet etmek için terk edilmesidir. Hicret bir kaçış değildir. Aksine kafirlere ve zalimlere terkedilen haklarımızı geri almak, mücadelenin şartlarını yaşanır hale getirmek için hazırlanmaktır. Yani geri dönüş ve hesap sorma eylemidir hicret.”

Hicret, Peygamber ve ashabı için, İslâm inkılâbının bir dönüm noktası olmuştur. Hicret’e kadar geçen dönem, zulüm ve işkence altında yaşanan, eşi görülmemiş bir sabır ve metanet sürecidir.

Hicret, basit bir göç hadisesi değil, müslümanları kurtarma taktiğidir ve İslâm’ı daha geniş kitlelere yayma idealinden kaynaklanmaktadır.

Hicret, Cenab-ı Hakk’ın izniyle gerçekleşmiştir. Mekke’de müslümanlara yapılan zulümlerin sonunun gelmeyeceği geçen 13 sene içinde anlaşılmıştır. I.ve II. Akabe Antlaşmaları’yla/biatlarıyla Hicret’in yolu açılmıştır.

Böylece, Hicret etmekle hem Müslümanların hayatları kurtulmuş, hem de onların şahıslarında İslâm hayat bulmuştur. İslâm yeni bir çevrede, yeni bir dostluk ve kardeşlık muhitinde yeni mü’minlerle kısa zamanda güçlenme imkânına kavuşmuştur.

Hicret eden mü’minlere ”Muhacirler”, onları bağrına basan Yesrib’lilere/Medine’lilere de Ensar ismi verilmiştir.

Peygamber Efendimiz Hicret’in sadece Mekke’den Medine’ye göç eden mü’minlere bağlı bir fazilet olarak kalmaması, daha sonraki insanların da bundan nasiplenmesi için ”Hicret”i önemli bir İslâmî kavram olarak değerlendirmiştir, şöyle ki:

”Gerçek muhacir, Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçınan, onları terk eden kimsedir.” (2)

”Hicret, kötülüğü terk etmendir.” (3)

”Gerçek muhacir, hata ve günahları terk edendir.” (4)

”Gerçek muhacir, Allah’ın üzerine haram kıldığı şeyleri terk edendir.” (5)

Bir seferinde hicretin en faziletlisinin hangisi olduğu sorulduğunda, Resulullah Aleyhissalâtü Vesselamın verdiği cevap şu olmuştur:

”Rabbimin hoşlanmadığı şeyleri terk etmekdir.” (6)

Görüldüğü gibi Hicret mü’minlerin hayatında sadece belli bir tarihi olay olarak kalmamış, bir irşad kavramı olarak da varlığını devam ettirmiştir. Şu hadis-i şerif bir gerçeği çok daha açık ifade etmektedir:

”Mekke fethinden sonra hicret yoktur, ancak aynı derecede sevap olan cihad ve iyi niyet var. Cihada çağrıldığınız zaman severek koşun.” (7)

Bu sebepledir ki, Sahabiler tarih tespitinde hicret üzerinde görüşbirliği içindedirler. Müslümanlar o günden bu güne hicri yılbaşını bu eşsiz olaya dayandırarak gelmişlerdir.

O günden bu güne 1434 yıl geçti. Dalâletten hidâyete, zulmetten nura, şirkten tevhide, günahtan sevaba, sebeplerin karanlık perdelerinden Allah’ın yüce Kudretine hicret edip iltica eden milyarlarca Müslüman muhacir dünyayı şereflendirmiştir.

İslâm’ın 15’inci asrında 2 milyarın üzerinde Müslüman aynı davaya gönül vermiştir ve o günkü hicret kervanı Kıyamete doğru bir çığ gibi akıp gitmektedir.

Ancak, keyfiyet açısından bakıldığında, bugünün müslümanları, İslâm aleminin içinde bulunduğu kaos ve keşmekeşten kurtulmak için, hicreti yeniden düşünmek zorundadırlar.

Takvim ve Müslümanlar

Hicri Takvim Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicretini başlangıç kabul eden ve ayın dünya çevresinde dolanımını esas alan bir takvim sistemidir. Hicri Takvim; Hicri Şemsi ve Hicri Kameri Takvim olmak üzere ikiye ayrılır:

Hz. Muhammed, safer ayının 27.günü Hz. Ebubekir ile birlikte Medine’ye hicret etmek üzere Mekke’den ayrılmış, 8 Rebiülevvel / 20 Eylül 622 Pazartesi günü Kuba Köyü’ne gelmiş, burada Kuba Mescidi’ni inşa etmiş ve 12 Rebiülevvel Cuma günü Medine’ye doğru hareket etmişlerdir.
1- Hz. Muhammed’in Kuba’ya geliş günü olan 20 Eylül 622 tarihini, Hicri sene başlangıcı olarak kabul eden ve dünyanın güneş etrafındaki dolanımını esas alan takvim sistemine Hicri Şemsi Takvim denilmektedir.

2 – Hz. Ömer zamanında Hicret’in 17. yılında alınan bir kararla Hicret’in olduğu sene Hicri Takvim’in 1. yılı ve o yılın muharrem ayı da Hicri Kameri Takvim’in yılbaşısı kabul edilmek suretiyle, o yıl 1 Muharrem’in rastladığı 16 Temmuz 622 tarihi de Hicri Kameri Takvim’in başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Biz bunu Hicri Kameri Takvim değil, Hicri Takvim olarak bilmekteyiz.

Hicri Kameri Takvim’de aylar; muharrem, safer, rebiülevvel, rebiülahir, cemaziyelevvel, cemaziyelahir, recep, şaban, ramazan, şevval, zilkade ve zilhicce şeklinde sıralanırlar.

Hicri takvimlerde de, miladi takvimlerde olduğu gibi artık yıllar mevcuttur. 30 yılda yaklaşık 11 günlük bir gerileme vardır. Bu gerilemeyi düzeltmek için 30 yıllık dönemlerin 2, 5, 7, 10, 13, 15, 18, 21, 24, 26 ve 29 yılları 355 gün, diğer yıllar ise 354 gündür.

Ay, dünya etrafında 12 defa döndüğü zaman bir kameri sene olur ve 354.367 gündür (354 gün 8 saat 48 dakika 34.68 saniyedir). Dünya, güneş etrafında 1 defa döndüğü zaman da bir miladi sene olur ve 365.2422 gündür.

Hicri yıl miladi yıldan ( 365.2422 – 354.367 =) 10.8752 gün daha kısa olduğundan aylar bazen 29. bazen de 30 gün çekmektedir.

Mustafa İslamoğlu, takvimin Müslümanların nazarındaki önemini anlatırken şunlara yer veriyor: ”Takvim, insanların zamanı ölçmek için kullandıkları masum bir ölçü. Kur’an, güneş ve ayın yaratılışından bahsederken, zamanı ölçmeye yaradığını dile getirir. Ay takvimi, vahyin içine indiği toplumun uyguladığı takvim. 12 ay esasına dayanıyor. 355 güne tekabül ediyor. İslâm’ın teklif ettiği ibadetler, hep bu takvime göre eda ediliyor. Mesela Ramazan orucu, kameri takvime göre tutuluyor.

Bayramlar, kurban kesme, hac ibadeti, zekâtın yılını tespit hep bu takvimi esas alıyor. Vahyin içine giriyor. Mesela Kehf Sûresi’nde 300 üzerine 9 eklediklerini söylerken, güneş takvimini ay takvimine dönüştürmeye işaret etmektedir. Çünkü 300 yıllık güneş takvimi, ay takvimine dönüştürüldüğünde 309 yıl eder. Allah Rasûlü’nün hayatındaki olaylar, kameri takvimle kayıtlara geçmiş. Vahyin iniş zamanını tespitte kameri takvim kullanılmış. Bu takvim, Müslümanın ibadetinin ve inancının içine bir biçimde girmiş.

Hicri takvim ayın hilâl şeklinde göründüğü ilk geceyi ay başı olarak kabul eder. Ayın tekrar görünüşüne kadar geçen süreyi bir ay; on iki ay da bir yıl sayılır. Bu takvime göre ayın dünya çevresindeki dönüşü yirmi dokuz buçuk gün olarak kabul edilir. Bu sebeple bir ay 29, bir ay da 30 gün olarak kabul edilir. Böylece miladi takvimde bir yıl 365 gün, Kameri’de de 354 gün olarak hesaplanır. Bu yüzden hicri aylar miladi aylardan her yıl on bir gün önce gelir.

Bu durum, hicri ayların mevsimlere denk düşmesine sebep olur. Bu yüzdendir ki, hicri takvimin bir ayı olan Ramazan, bazen kış, bazen de yaz mevsimlerine veya diğer mevsimlere rast gelerek, yılın bütün mevsimlerini, haftalarını, aylarını ve günlerini dolaşır. 36 yıl oruç tutan biri de yılın her ay ve günlerinde oruç tutmuş olur.

”Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman eden kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde müminlere karşı kin bırakma. Rabbimiz! Sen çok şefkatli, çok merhametlisin.” (Haşr/ 10)

Rüştü Kam

(1) – Bakara Suresi, 189.
(2) – Buhari, Rikak: 26.
(3) – Müsned. 4:114.
(4) – Ibni Mace, Fiten: 2.
(5) – Ebu Davud. Vitr: 12.
(6) – Müsned. 2: 160, 191.
(7) – Müslim, imaret: 85.

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.