BİLGİ-BİAT TOPLUMU ÇATIŞMASINDA TÜRKİYE ORTAÇAĞDA AVRUPA (1)

ABONE OL
17:57 - 01/10/2020 17:57
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

İnsan, varlıklar arasında; düşünen varlık olması ile, düşüncesi doğrultusunda gelişerek hem kendini hem de   evreni   yönetme, değiştirme özelliğine sahiptir.
Bu özelliğini binlerce yıl geliştirerek bugünlere gelmesinin arkasında bıraktığı geçmişi değerlendirme de katkı sağlayanlar ise; bilimin yol göstericileridir.
Her yeni düşünce karşısına dikilenlerse hep egemenler olmuştur.
Egemenlerin yönlendirmesiyle bilim insanlarını egemenlerin sömürdüğü topluluklar tarafından baskı altına alınmışlar, işkenceden geçirilmişler, hatta katledilmişlerdir. 

Bu karşıt baskılar, zulümler; inançlar bahane edilerek, ırklar bahane edilerek tarih boyunca sürdürülmüştür.

Bilimselliğin güçsüzleştiği dönemlerde bu baskı ve zulüm zamanımıza kadar gelebilmiştir.
Bu tarihsel dönemeçlerin bizimle ilgili olanları ve bu günlerin Türkiye’sinde Bilgi-Biat Toplumu çatışmasının tarihsel sürecini özetleyerek yaptığım çalışmayı bir-kaç bölümde paylaşmak istedim.
Eksiklerimi, eleştirilerinizi, tamamlamalarınızı bekliyorum…
                                                                       ***************
Avrupa, orta çağın feodal yapısını, Kiliseler öncülüğünde İncil’i ve dini kuralları değiştirerek koyduğu kurallarla cahil inanç toplumlarını oluşturdular.
İncil’in kurallarını kendi çıkarlarına göre değiştiren Hıristiyan Ruhban Sınıfı, derebeyleri ve kralları da yanlarına çekerek fiziksel güçle halkı baskı altına aldılar.
Böylesi toplumlarda aklın yerini inanç aldığı için ”ulu emre itaat” geçerlidir.
Üst akılın kılıfı olarak hep ulu emre itaat olarak sunulmuştur.
Ulu Emir ne tanrı, ne de tanrının gönderdiği kutsal kitaplarda yazanlardır.
Ulu Emir; derebeyler, kontlar, lortlar, krallar ve çıkar ittifakının merkezi kiliselerdi.

Güçlülerin egemenliğini Tanrı buyruğu gibi dayatılmış bir İNANÇ (BİAT) TOPLUMU oluşturuldu.
Bilim, sanat, edebiyat, akıl ve siyasetin yasak olduğu bu çağın mağdurları inanç köleleri olan biat (inanç) toplumuydu.

Maceracılık yanında, deniz ticareti yapan yarı korsan, yarı tüccar gemi sahipleri devreye girdi.
Yakın kıtalarda toprakla uğraşan halka gözlerini kapattırıp dua etmeyi öğretecek, misyonerleri kralların, derebeylerin ve kilisenin yardımını almak için yanlarında götürdüler.
Bu yeni (?) Hıristiyanlığı öğretecek misyonerler keşfedilen yerlere hediyelerle bırakıldı.
Başlarda başarılı da oldular:

” Halk gözlerini açtığında topraklarının misyonerlere geçtiğini, kendileri ellerinde İncil tutuşturulduğunu gördüler.”

Bu haramiliği DİN kalkanıyla sürdüren Kilise merkezli bir inanç çetesi konumundaki; İspanya, Portekiz, İngiliz Krallarının desteğiyle   deniz aşırı ülkelere ulaşma istekleri destek buldu. 
Maceracı, yarı korsan denizcilere önemli maddi destekle verdiği, Okyanus koşullarına dayanıklı gemilerle deniz aşırı kıtalarına gönderilenler o ülkelerin ve halklarını ve kültürlerini de tanıdılar.

Sömürücüler daha çok sömürü, daha çok kudret, daha çok köle, yarı köle açgözlülüğünün bedelini ödeme zamanının geleceğini düşünemeyecek kadar da kibirliydiler.
Maceracılar, birlikte götürdükleri yapay inanç misyonerlerini yeni topraklardaki buldukları insanlara gözlerini kapatıp dua okutup, efendilerine yeni toprak, yeni köle kazandırmak için oralarda bıraktılar.

Artık o yeni talan bölgelerine gidiş gelişlerle sadece ganimetleri değil, kültürel farklılıkları da kıta Avrupa’ sına taşıyarak Rönesans ve Reformları tetikleyerek, Aydınlanma Çağını başlattılar.
Egemenlerin, kendilerine aşırı özgüvenlerinin en tepe noktaya ulaştığı bir noktada insan aklını yok sayma kibrinin gözlerini köreltmesiyle saraylarının, hükümranlıklarının yıkılamayacağı tarihi yanılgılarından, daha sonraki diktatörlerin, hükümranların da örnek almadıkları çokça örnekleriyle kanıtlanmıştır.

Ortaçağ karanlığını yıkanların öncüsü elbette aydınlardı ama, halkın da onlarla birlikte ve onlara inanmaları ve onlarla birlikte kavgaya katılmaları ile zafere ulaşılmıştır.
Ulu Emir, düşünce karşısında yenilerek egemenliği halk çoğunluğuna teslim etmek zorunda kaldı.
Ortaçağ karanlığının yıkılması sonucu insanlık tarihinde yeni bir çağ doğmuştur.

Bu çağ:
Teokrasiyi, monarşiyi  ayakta tutan feodalizmi yıktı.
Monarşinin yerine: Güçler Ayrılığı İlkesiyle; Yasama -Yürütme-Yargı erkleri geçerli kılındı.
Teokrasinin yerine: LAİKLİK  İlkesiyle  Bilimi en doğru yol gösterici kıldı.
Feodalizmin yerine: Herkese Mülkiyet Hakkı ilkesini getirerek BİAT TOPLUMU dönemini bitirerek  BİLGİ TOPLUMU dönemini başlattı.
Ulus Devlet dönemiyle halk, yönetimde söz söyleme özgürlüğü yanında yönetmede de yetki kazandı.
Yıldız AKALIN

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.