BERLİN’DE İFTAR SOFRALARI (IV)

ABONE OL
18:13 - 01/10/2020 18:13
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

BERLİN’DE İFTAR SOFRALARI (IV)


Büyükelçi Hüseyin Avni Karslıoğlu rezidansının bahçesinde kurduğu çadırda vermişti ilk iftar yemeğini 2012 yılında. Karslıoğlu ogün yaptığı konuşmayla yeni bir çığır açmıştı. Şöyle demişti o iftar konuşmasında:
”Sevgi ve barış ayı olan Ramazan’da oruç tutan tutamayan, hatta inançsız insanlarla bile birlikte olmak istiyoruz, ilk kez verilen bu iftar yemeği adetini gelecek yıllarda da sürdüreceğiz.  Almanya’daki 13 başkonsolosluğa da iftar vermeleri talimatında bulundum.” 

Büyükelçilerin Ramazan ayında Cuma günü Cuma saatinde bile olsa kokteyl vermelerine alışık olan halkımız,  T.C. Devletinin yönetimindeki değişikliği o zaman fark etmişti. Halkının yüzde 99’u Müslüman olan bir ülke 79 yıl sonra narkozun etkisinden kurtulmaya başlamıştı. Sevindik, mutlu olduk. Daha sonra bu gelenek kançılaryada da devam etti. Kur’an okundu, ezan okundu, açıklaması yapıldı, dualar edildi. İftar yemekleri kançılaryaya taşınınca, çadır geleneğini Başkonsolos Ahmet Başer Şen konutunda devam ettirdi. Hâlâ devam ettiriyor. 9 Temmuz’da konutun bahçesinde kurulan iftar çadırındaydık. 

Büyükelçiliğin başlayıp da unuttuğu iftar geleneği çadırda taviz vermeden aynıyla devam etti. Din Hizmetleri Ataşeliği’ne bağlı Anadolu Camii’nde görevli Muhammed Küçük ’ün okuduğu Kur’an davetlileri mest etti, konutta bir İstanbul hafızı vardı sanki. Sonra Türkçe ve Almanca meal verildi:
“Rabbinizin bağışına ve takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun! O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever. Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.“ İşte onların mükâfatı, Rableri tarafından bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir!“ Âl-i İmrân 133-136)

Din Hizmetleri Ataşesi Bilal Öztürk’ün okuduğu ezanla oruç saatinin bittiği ilan edildi. Oruçlar açıldı. Sonrasında da arabesk havasında olmayan ilahiler eşliğinde yemeklerimizi yedik.  Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yakışan bir iftar programı icra edildi. Dört dörtlük bir iftar sofrası.

Masalar ağaç gölgelerine kurulmuş. Misafirler ayrı ayrı ağaç gölgelerinde ağırlandılar. Bana çam ağacı gölgesi düştü. Ambiyans fevkalade. Sefa kardeşimle birlikte çay standına göz attık. Türkiye Cumhuriyeti Başkonsolosluğu da Büyükelçilik gibi Seylan çayı mı ikram edecek yoksa Türk çayı mı diye kontrol ettik.  TSE damgalı çayı görünce rahatladık. Ama içimizde yine bir sıkıntı vardı, geçen sene de Türk çayı vardı stantta ama o çaydan demlenmemişti, göstermelik olarak konmuştu masaya. Acaba yine öyle mi olacak diye şüphelerimiz vardı.

 


Ağaç gölgesinden kalkınca ince belli bardaktan çayımızı yudumlamaya gittik. Türk çayının o mis gibi kokusunu aldık ve ‘İşte bu’ dedik. Teşekkürler Sayın Şen. 

STK ler de bu uygulamayı örnek alır ve kendi mekânlarında, programlarında devam ettirirlerse, Türkiye adına, Türk kültürü adına büyük bir adım atılmış olacaktır. Mesele çay meselesi değildir. Mesele kültür meselesidir. Kendi kültürümüze sahip çıkma meselesidir. 

Ayrıca iftara cümbür cemaat herkes davet edilmemiş. Eşleriyle gelenler vardı, ancak Büyükelçilikte olduğu gibi çoluk  çocuk aile boyu davet edilen misafirler gözümüze çarpmadı. 

Bu güzel günde Başkonsolos Ahmet Başar Şen’in konuşması mana yüklüydü. Türkçe ve Almanca yaptı konuşmasını.


Büyükelçi Sayın Karslıoğlu’nun kulağını çınlattık bu sırada. İftar programında Kur’an’ın okunması, iki dilde mealinin verilmesi ve günün konuşmasının da iki dilde yapılmasıyla kıyamet kopmadı.  

Arzu edilen bu geleneğin de sadece Büyükelçilikte ve Başkonsoloslukta değil, Sivil Toplum Kuruluşları tarafından da devam ettirilmesidir. Genel kurullarda veya özel toplantılarda sadece Almanca konuşulmamalıdır. Türkçeyi unutursa sivil toplum kuruluşları, üyelerine Türk dilinin öneminden bahsetmeleri abesle iştigal olur.  Uygulamalarda Türkçe ’ye yer verilmezse, ‘Türkçeyi unutmayınız, anadil çok önemlidir’ şeklindeki tavsiyelerin inandırıcılığı olmayacaktır. Dili olmayan toplulukların dini de olmaz, geleceği de olmaz. Türkçe fıkra anlatamayan, masal anlatamayan bir neslin geleceği yoktur. Kendimizi kandırmayalım. Kendi kimliğinden utanan insanlara Almanların da saygısı olmaz. Kimliğiyle ayakta duran onurlu insanların önünde ise herkes şapka çıkarır. 

Başkonsolos Sayın Ahmet Başar Şen’in o anlam yüklü konuşmasının tam metnidir: 

“Ruhlara güzellik, gönüllere zenginlik, nefislere irade ve toplumsal hayata huzur getiren on bir ayın sultanı ramazan-ı Şerif’i bu yıl bir kez daha şükür ve sevinçle karşıladık. 
İftarımızı bu gece huzur, dostluk ve sevgi içinde birbirimizle paylaşıyoruz. 
Ramazan ayı İslam toplumlarında insanlar arasında sevgi, saygı ve hoşgörünün yoğun bir şekilde yaşandığı, inananların lokmalarını paylaşarak kardeşliklerini pekiştirdikleri mübarek aydır. bu nedenle, ramazan milletimizin ve toplumumuzun tüm kesimleri arasındaki birlik ve beraberliği, işbirliği ve ortak hareket ruhunu daha da pekiştirmesini diliyorum.
Ramazan ayı, bizler gibi, vatandan ayrı, farklı dinlere ve kültürlere mensup insanlarla bir arada yaşayan Müslümanlar için,  hem birlikteliğimizi kuvvetlendirdiğimiz, birbirimizle kenetlendiğimiz, hem de başka dinlere ve kültürlere mensup dostlarımıza, komşularımıza sevgi ve barışı temel alan dinimizin anlatıldığı günlerdir.
Bu nedenle, ramazan ayını bu sene bir kez daha coşkuyla karşıladık. Ama içinde bulunduğumuz günlerde maalesef kardeş Müslüman halkların yaşamakta oldukları savaş, sıkıntı ve sarsıntılar nedeniyle büyük üzüntü ve keder içindeyiz. 
Komşumuz Suriye’de dört yıldan bu yana yaşanan insanlık dramı, komşumuz Irak’taki istikrarsızlık ve katliamlar, asırlardır o bölgelerde yaşayan Türkmen kardeşlerimizin yaşadıkları acılar bizleri derinden üzmektedir. Aynı şekilde ülkemize uzak coğrafyalarda Sincan’da, rohingya’da Müslüman ve Türk kökenli kardeşlerimizin yaşadıkları acılar da maalesef yüreğimizi burkan gelişmelerdir. Kardeşlerimizin acılarının bir an önce dinmesini yüce Allahtan diliyorum.

Türkiye’deki vatandaşlarımız için olduğu gibi, Almanya’daki vatandaş ve soydaşlarımızın da huzur ve barış içinde yaşamaları, eşit bireyler olarak alman toplumunda hak ettikleri yeri almaları devletimizin öncelikleri arasındadır. 
Türk–Alman dostluğu bilindiği üzere memnuniyet verici seviyededir ve gün geçtikçe gelişmekte ve derinleşmektedir. 

Almanya’da yaşayan üç milyonu aşkın insanımız bu dostluğun en kuvvetli garantörü, en etkin taşıyıcısıdır. 
Sayın büyükelçimizin başlattığı gelenek çerçevesinde, kendilerinden ilham ve örnek alarak, başkonsolosluklar olarak Almanya’daki siz değerli vatandaşlarımızla iftar sofralarımızı paylaşıyoruz. Bu sofralarda giderek artan bir şekilde davetlerimize icabet eden alman ve diğer yabancı dostlarımızı görmek de bizleri içtenlikle memnun etmektedir.  

Aynı şekilde, entegrasyondan sorumlu federal devlet bakanı Sayın Özoğuz tarafından verilen iftar yemeği, bu iftar yemeğinde konuşma yapan federal şansölyenin İslam’ın Almanya’ya ait olduğuna dair sözleri, benzer şekilde federal şansölye yardımcısı Sayın Gabriela’n ve federal içişleri bakanı sayın de Maiziere’in Berlin’de sivil toplum kuruluşlarımızca düzenlenen iftar programlarına katılarak verdikleri sıcak mesajlar buradaki toplumumuzda büyük memnuniyet yaratmıştır. 

Almanya’da barış ve huzur içinde yaşamakta olan, bu ülkeye en güzel şekilde uyum sağlamış olan, her alanda çok değerli katkılarda bulunan ve bu nitelikleriyle Almanya’da ve diğer batılı ülkelerde yaşayan göçmen toplumlarına örnek teşkil eden Türk toplumunun değerinin gün geçtikçe daha fazla anlaşılacağını umuyoruz. Bu değer anlaşıldıkça, onların Türk ve Müslüman kimlikleriyle daha fazla kabul göreceklerini, ayrımcılık, korku ve hatta düşmanlıkla değil, daha fazla dostluk ve “Hoşgeldin kültürüyle” karşılanmalarını bekliyoruz. 

Alman devletinin en üst düzeyinde gösterilen bu teveccühün bir sevgi tomurcuğundan birer sevgi ağacı yaratabilen insanımızdan fazlasıyla karşılık bulacağından hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. 
Hüsn-ü kabul kültürünün gelecekte alman toplumunun tüm kesimlerine yayılması, çok renkliliğin topluma getirdiği kuvvet ve dinamizmin farkına varılması en büyük temennilerimizdendir. 

Dileriz ki, Almanya, Türk ve Müslüman anahtar sözcükleri söylendiğinde akla saldırıya uğrayan insanlar, NSU ve benzeri cinayetler ya da yakılan camiler, apartmanlar gelmesin. Alman dostlarımızın bu doğrultuda ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslamofobyayla kısa, orta ve uzun vadeli stratejiler çerçevesinde daha kuvvetli bir mücadeleye gireceklerini umuyoruz. 

Bu bağlamda, Almanya’ya her alanda önemli katkılarda bulunan Türk toplumunun, sadece gençlerinin değil, tüm fertlerinin çifte vatandaşlık hakkını elde edeceği günlerin yakın olduğunu ummak istiyoruz. 
Aynı şekilde, AB müktesebatına aykırı bir uygulama teşkil eden aile birleşiminde dil kursu şartı aranması uygulamasının da bir an önce kaldırılarak hukukun üstünlüğünün sağlanmasını talep etmeye devam ediyoruz. 

Sözlerimi burada bitirirken, Ramazan ayının ülkemize, milletimize, Türkiye dışında yaşayan insanlarımıza ve tüm insanlığa barış ve huzur getirmesini, aramızdaki sevgi, saygı, hoşgörü, dostluk ve kardeşlik bağlarının daha da pekişmesine vesile olmasını temenni ediyorum. Allah orucunuzu kabul etsin!”

Eksiklikler:
1-Yemek servisi Büyükelçilikteki servis gibi çok yavaştı. 2 saat gecikmeyle yemekler yenebildi. Ve yemekler soğuktu. Hele et yemeği soğumuş ve kaskatı olmuştu. Yanında sos falan da olmayınca tad alamadık. Allah’ın nimetine sözümüz yoktur, sözümüz pişiren ve servise koyanadır, tabii ki sorumluluk makamında olana da.  Bu sadece benim tespitim değil, misafirlerin neredeyse ortak tespitidir.

2-Güllaç tatlısı da oldukça bayattı. 

2- Türk kahvesinin yanında, lokum ve su her zamanki gibi unutulmuş. Veya önemsenmediği için konulmamış. Bu biraz da hassasiyet meselesi. Türk kültürüne önem verme meselesi.

3- Geçen senenin aksine, hakkında kanunname yazılan Osmanlı şerbeti yoktu: “Şerbetçiler gözlenecek, üzümün okkası bir akçeye alındığında, şerbetin iki okkası bir akçeye olur. Misk ve gül kokulu olmalı, ekşi ve fazla sulu olmamalıdır. Şerbetlerde kar ve buz olacak, tas ve kâseleri temiz olacak”

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.